Yaşam ve müzik dinleme formatları 1: Kasetler

Ay sonunu zor getiren dar gelirli bir belediye emekçisi şoförün oğlunun, 1976 model fiyakalı bir ITT Schaub-Lorenz SL 58 (seksenli yıllarda müzik setleri gelince pabucu dama atılmıştı) sahibi olması pek öyle sınıfsal pozisyonlarla açıklanabilir bir şey değildi, henüz yetmişli yılların sonunda. Büyümeye, insanlara kendini farklı bir kimlikle ifade etmeye açılan yeni bir pencere olarak karışık kaset yapmanın yegâne yoluydu, bu kırmızı kayıt tuşlu cici kasetçalarlar. Rec ve Play tuşuna birlikte basarken alınan zevk ile hoparlör kısmındaki 215 delikten çıkan sesin büyüsü buluştuğunda, ben daha hızlı büyüyordum sanki.

Elinde ilk kırkbeşlikleri gördüğüm komşu abinin, yani sonradan hayatımızı kaydıracak şarkıları bize ilk tanıtan Apaçi Ayhan Abi’nin bütün şarkılarını sayılarını hızla arttırmak istediğim kasetlere hapsetmeliydim. Kimse önüne geçemezdi bunun ne bu teybi uzun süre almamak için direnen dar gelirli ailem, ne de rock müziğine uzaydan gelmiş gibi dışlayarak bakan mahalle sakinleri ve akrabalar…

Cılız da olsa bir pul koleksiyonum da vardı, sonradan onları defterleriyle birlikte boş kasetlerle takas ettiğim. Pul koleksiyonu ile kız tavlayan el kitaplarına olmayan inancımın etkisiyle diyemem, şarkılara karşı zaafımın sonucuydu bu. Nitekim karşı sokakta oturan kıza hiçbir zaman karışık bir kaset yapıp verememiş olsam da, bu yöntemin pul koleksiyonlarını Topkapı Müzesi’ne postaladığı aşikârdı. Hem ayrıca “platoniğin karışık kasetleri”, “platoniğin pul koleksiyonu” lafından daha hoş geliyordu kulağa.

Apaçi Ayhan çok cömertti, ama bende pikaptan kayıt alabilen kasetçalara uzanan bir ara kablo yoktu. Kırkbeşlikleri doğrudan teybin üzerindeki açık mikrofonla kaydediyorduk. Dolayısıyla ben yaptığım karışık kasetleri, karşı sokaktaki kıza vermeyi becersem bile, Deep Perple’ın “Black Night” parçasındaki gitar solosunun üzerindeki Apaçi Ayhan’ın annesi Fatma Hanım Teyze’ye ait “çay ister misiniz çocuklar” sesi ya da Apaçi Ayhan’ın öksürüğü eşliğindeki Sweet’in “Miss Demeanor” parçası ile hiç şansım yoktu.

***

Kasetler ile plaklar analog kategoride sınıfsal müttefikti. Biri diğerine ikmal yapıyor, plağa parası yetişmeyenler kasetin dönen şeridi içinde proleter dayanışmasına giriyordu. Plaktan sonra en iyi sesin kasette barındığına hiç şüphe duymadık zaten sonradan o saçların sadece arkalarının uzatıldığı zibidi walkman günlerinde bile.

Sürelerine göre üç çeşit kasete itibar ettik hep tek albümler için 46’lık, toplama kasetler için 60’lık ve ikili albümler için diğerlerine göre daha çabuk saran bozulan ince bantlı 90’lıklar…

Bunların her çeşidine (50’lik, 70’lik, 80’lik vs mübarek içki şişesi) gırtlağıma kadar batmıştım, Fatih’in en büyük plakçısının kayıt stüdyosunda çalışırken, gece gündüz kaset doldurmaktan canımın çıktığı günlerde. Karışık kasetin dibini, karışık listenin envai çeşidini görüyordum bir yerli bir yabancı şarkı, aynı şarkının arkalı önlü tekrarı, açılışı ya da kapanışı yerli ya da yabancı olan salya sümük romantik şarkılar listesi gibi… Zihin kirliliği, kültür şoku bir yana yığınla siparişi zamanında yetiştirmek için bir ay boyunca evin yolunu unuttuğumda başıma gelenleri merak mı ediyorsunuz? Sırtından aşağı sarkan saçlarla, tabii ki bitlenmek… Dinleyenlerin kanı bitlendikçe, saçlarım daha da misafirperver kesiliyordu.

En hızlı büyüdüğümü düşündüğüm bir anda cenin pozisyonu almak zorunda kaldım. Annem eve davet ettiğim minik misafirlerden hoşlanmayınca, soluğu sirkeli sarımsak duşunun ardından mahalle berberinde almanız kaçınılmaz. Evet, ailelerimizin gözünde her zaman zavallı birer çocuğuz, rokerlik hikâye!

***

O karışık kaset doldurduğum klostrofobik binanın penceresiz üçüncü kat odasında hayata dair çok şey öğrendim ya da öğrendiğimi zannettim. Ayrıca tartışmak istemediğim şunu da: 30 yıl önce müzik arşivimizi oluşturduğumuz zamanlar, çok merak ettiğimiz herhangi bir şeyi bin bir zahmet sonucu bulduğumuzda, bu haftalarca konuşulacak kadar mühim bir şey olurdu, hem de hayati öneme sahip bir konu olarak. O kadar sıklıkla da bir şeyler bulmak, rutinin dışında alternatif isimlerle arkadaş toplantılarına gitmek, pek sık yaşanan şeyler değildi. Bir Amon Düül plağını dinlemek ve kasete çekmek için Apaçi Ayhan ile şehirlerarası yol kat ettiğimi dün gibi anımsıyorum.

Kuşağımın aynı acılarını yaşayanları tarafından aforoz edilmek istemem, şikâyetçi değildim. Dönemin en iyi toplulukları, çok özel parçalarının bir araya geldiği bir albüm çıkardığı zaman hepimiz paniklerdik. Çünkü bu albümün bizim gibi fanatiklerine ulaşması öldürücü bir vakte mal olurdu. Yegâne umudumuz en kısa sürede yurt dışıyla bağlantı halinde olan bir büyüğümüzün plak getirtmesi ya da düzenli kurulan bir tezgâhta korsan kaset haline gelmesiydi.

Bu heyecanı şüphesiz bize en iyi yaşatan şey, o zamanın korsan kaset kültürüydü. Oysa günümüzün formatları bunu bize veremiyor. Bu kadar hafif değil bu suç, yanı sıra eski zevklerimizi ve kült yaratma hakkımızı bizden çalıyor. Günümüzdeki arsız tüketim, tüm edebi namusunuzla müziğin neresinde durursanız durun, bu işin tüm heyecanını öldürüyor. Kasetler (ve bir başka yazının konusu olarak plaklar), büyümemle özdeş iyi ki özdeş. CD’ler ve MP3’ler ise sadece format olarak değil, genel olarak insanlığın küçülmesiyle ilgili (yine bir yazının konusu olarak) başka bir hikâye.

Murat Beşer ([email protected])