Son Mohikan Neşet Ertaş

Ne yapar Neşet Ertaş?

Babası Muharrem Ertaş’ı her dinlediğinde ağlar.

Ceketini çıkarmak için seyirciden izin ister.

Orta Anadolu gibi gerici kaynayan çorak topraklarda itilip kakılan bir Alevi olarak kimseden nefret etmez “önemli olan insan, yürek” der. “Hepimiz gardaşız aslında, ayıran kendini ayırır” derken kullandığı hümanist sözcüklerle, onlarca politik kitabın yapacağı vurguyu, bir cümleye taşır.

Son plak şirketi Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık’ı tanıyana kadar, kendine bir kuruş bile telif ödenmemiş olmasına rağmen, “kimse hapse girsin istemem” diyerek dava açmaz. Derviş ruhuyla “Kendini bilenin kusuruna bakılır, kendini bilmeyenin kusuruna ne bakacağım?” tavrını yaşamında karşısına çıkan her ilişkiye yayar.

2000 yılında Harbiye Açık Hava’daki muhteşem memlekete dönüş konserine, “bir ceplerinde konyak, ellerinde tahta kaşıkla” kapıda bekleşen parasız hemşerilerini içeri aldırana kadar başlamaz.

Bir konser dönüşü, cebine koyduğu tüm geliri tarlada çalışırken gördüğü ırgatların çadırlarına eşit olarak bölüştürerek, kendisi tanınmasın diye yanındaki dostuna dağıttırır.

Hem maddi hem manevi, gerçek bir gariban olarak, “cuğara parası”nı bir kenara ayırdıktan sonra, kalanını işsiz hemşerilerine dağıtır, parasının yetmediği yerde onlara iş bulmak için çırpınır.

Tüm konser gelirlerinin dörtte birini bir kese kâğıdına doldurup, plak şirketinin kapısını çalarak “bunlar senin sayende oldu, biz böyle gördük” diye patronun eline sıkıştırmaya kalkar.

Kültür Bakanlığı 2003 yılında Kalan Müzik’in lisansını iptal ettiğinde, “bağlamamı alıyorum, Başbakanlığın önüne gidiyorum, şirket açılana kadar türkü okuyacağım” diye tutturur.

Kendisine dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından teklif edilen devlet sanatçılığını “ben halkın sanatçısıyım” diye geri çevirir.

İTÜ’den fahri doktora unvanı aldığında, “efendim, dikilen bir heykel bir gün olur sökülür, ama ekilen emek hiçbir zaman sökülemez” diyerek kâğıt üzerindeki unvanların değil, kalplerde kazanılmış sevgilerin onurunu kurtarır.

Bırakın hayranlarını, hastalığının ölümcül olduğunu çocuklarından bile saklar…

***

Tüm bunlar neye işaret eder?

Neşet Ertaş’ın sürdürdüğü abdallık geleneğinin son efsanesi oluşuna...

Yunus Emre’lerin, Hacı Bektaş-ı Velilerin, Ahi Evranların, Âşık Paşaların, Gülşehrilerin hemşerisi, 2000 senelik abdal geleneğinin devamı, Anadolu coğrafyasında barınan kültürlerin en köklülerinden, en tertemiz kalmışlarından birine mensup olduğuna...

Peki sonra…

Sonrası yok…

Artık Neşet Ertaş’ların yetişeceği bir toplumsal iklim yok… Onları besleyen gelenekler parçalanmaya yüz tutmuş çünkü…

Tüm bunlar bir şeye daha işaret eder…

Maalesef kendinden sonra kendisi gibi birinin gelmeyecek oluşuna…

[email protected]