Sizde Barclay James Harvest plağı bulunur mu?

Bir tarafı pastel renkleriyle, rengini taşıdığı doğasıyla özdeş Yeşil Bursa, öte tarafında sanayii kenti... Ezelden sağcı, AP’li Demirelci, sonra AKP’li, karşılarında siyah giyip gitar çalıp kafa sallayan gençliğiyle Anadolu’nun en güçlü eski Rock-City’si Bursa...

Bugün çelişkiler yumağı bu şehirde sayısız gencin üzerinde Pink Floyd tişörtü varsa, kulaklıklarındaki ses rock müzik ise bunun en büyük sorumlularından biri -kıçının üzerinde bir türlü rahat durmayı beceremeyen- Said Şahin adlı adamdır.

Gördüğüyle, duyduğuyla, eline tutuşturulanla, önüne sürülenle yetinmeyen, kendisine çizilen sınırlarla ikna olmayan uyanık bir Anadolu çocuğu.

Kendi kendine yarattığı fırsatta merakıyla ticareti, kültür-sanatla, bilgiyle vicdanını Rönesans resimlerine has bir altın oranda buluşturmuş, hayatını zevkten mahrum bırakmayacak dengeler üzerine kurmuş zeki bir şehirli.

Has Fenerli, hasta Fenerli... 1969 Ankara doğumlu, baba eski milli futbolcu Eskişehirsporlu Büyük Kamuran. Bursa’ya 1974 yılında gelmişler, jübilesini yaptıktan sonra; İnegöl’de beden terbiyesine tayini çıkıp, memuriyete başlayınca. 

***

Hayatına yön veren büyü 10 yaşındayken, kırık dökük bir teybin boğularak öksüren mono hoparlöründen Simon & Garfunkel’ın Central Park konserindeki “The Boxer” şarkısını, başa sara sara dinlediğinde başlamış.

Ortaokulda o mecburi ve topluca yapılan faaliyetler vardır ya; hani hepimiz kirişi kırmak için ya hasta numarasına yatar ya da bir akrabamızı öldürürüz. Kısmete bak! “Şuursuz” öğretmenlerimiz, ne oynadığına bakmaksızın el kadar çocukları sinemaya götürmez mi, 1982 yılının o talihsiz soğuk kış gününde? Yok porno değil neyse ki, ama neredeyse onun kadar tehlikeli sayılabilecek Pink Floyd’un öğrencilere isyana teşvik eden “The Wall” albümünün animasyonu oynuyormuş. Neyse ki aklı başında yöneticilerimiz filmi ertesi gün yasaklamışlar da herkes rahatlamış, ama gelin görün ki iş işten çoktan geçmiş, bizim haylazlar işlerine yarayan her şeyi akıl defterlerine not etmiş.

Roger Waters’ın “The Pros And Cons of Hitch Hiking” albümü ergenlik dönemine denk gelmiş. Her gün okul çıkışında arkadaşlarıyla birlikte otostopçu kızın poposunu seyretmek için plakçı vitrininin önüne dizilirlerken, yanlış anlaşılmasın da o daha ziyade içindeki müziği merak eder dururmuş.

Linda Ronstadt’ın 1989 yılında Grammy kazanan “Cry Like A Rainstorm – Howl Like The Wind” albümünü tüm dünya dinlerken bulamayınca üzüntüyle karışık tepesi atmış, yaşadığı şehirde bu işi en iyi kendisinin yapacağına hükmederek CD Bank’ı açmış, aynı yılın Aralık ayında, Sönmez İş Sarayında.

***

Bursa’nın halen rock city olduğu günlerde Kültür Park’ta ücretsiz konserler yapılıyor, Şebnem Ferah kızlar topluluğu Volvox ile sahne alıyor, halen bir efsane olarak anılan Bandaj çalıyor. Mamafih gönlünde kafa sallayan, parmak gösteren uzun saç rakçılığı yatmıyor kalabalığa karışmış Said’in. Bizimki daha çok ağırbaşlı senfonik müziklere meraklı. İlk göz ağrısı Barclay James Harvest ki kendisini 1990 yılında “Welcome To The Show” albümü vasıtasıyla bu topluluk ile tanıştıran kişi, Çokran Plak’ın sahibi Ahmet Çokran. Said, bu topluluğun fanclub’ına Türkiye’den üye olan halen tek kişi. Ama kısa süre sonra BJH’ın pabucunu dama atan topluluk -hani ortaokuldayken topluca izledikleri filmde “We Don’t Need No Education” diye bağıran- Pink Floyd.

Tüm zamanlardaki en büyük takıntısı Chris De Burg, Said’in. İstanbul’da beş gün üst üste verdiği konserlerin tamamını ön sıradan izlediği için İrlandalı şarkıcının dikkatini çekerek tanışmış, hatta dükkânına verdiği CD Bank ismini bile ondan ilham almış; baş harflerini birleştirmiş, sonuna da müzik dinleme formatlarının o dönem sektörel gözbebeğini yapıştırıvermiş.

Her CD’sini iki tane almış, birisini açıp fasılasız dinlemeye alırken, ikincileri ambalajında arşive kaldırmış. Bir de o sırada Almanya’da bulunan babasına açacağı dükkâna koymak üzere biraz CD siparişi vermiş: “işte Elvis melvis, getir bişeyler” diye. Gelen iki kutunun içinden 50 tane birden Elvis çıkınca, bunlarla açmak zorunda kalmış dükkânı.

Tüm zamanlarda en çok sattıkları arasında DR Alban “Hello Africa”, Meat Loaf “Bad Out Of Hell”, Tiamat “Wildhoney”, Anathema “Alternative 4” olsa da, kendisinin Fuji kasetler yoluyla çoğaltıp, tavsiye ederek insanlara öğrettikleri listesinin üst satırları Camel, Eloy, Alan Parsons Project, Yes, King Crimson, ELO ve Manfred Mann’e ait. Ki Pink Floyd’u, Barclay James Harvest’i ve Chris De Burg’ü saymıyoruz zaten...

10 yılın ardından, Heykel semtinde cadde üzerinde bir dükkâna taşınıyor CD Bank; açılış kurdelesini yakın arkadaşları Halit Ergenç, Mercan Dede olarak tanıdığımız Arkın ve Tahranlı şarkıcı Azam Ali kesiyor. İlk imza gününe ise henüz ilk albümlerini çıkaran, ilk Bursa konserini veren, bıyığı terlememiş çocuklar topluluğu Mor Ve Ötesi geliyor.  

Şimdi hepsi yolunu çizmiş Mehmet Ali Sanlıkol, Ferid Odman, Orçun “Sattas” Sünear, Suspect Köfte Murat; hepsi bu semtin çocuğu, dükkânın müdavimleri o vakitler. Müşteri demek ne kadar doğru, bilmem; öncelikle dost ve arkadaş hepsi. Çay, kahve yemek servisi yapıyorlar, hatta dükkânın temizliğinde bile vazife alıyorlar gönüllü olarak, karşılığında bekledikleri yegâne şey biraz müzik dinlemek, varsa yeni plaklar, topluluklar tanımak.

Arkın müzisyen değil henüz, boş zamanlarında Said ile bol bol tenis oynuyor. Askerlik gelip çatınca da Kanada’ya kaçıyor, orada fotoğraf okuyor. Yıllar sonra 1994 yılında Unkapanı’nda Kalan Müzik’in kapısı önünde yeniden rastlaşıyorlar, Arkın’ın elinde bir CD, “bunu ben yaptım” diyor, orada Golden Horn’dan çıkarmış, burada da bir firmadan yayınlatmak istiyor. Hasan Saltık’ın yanaşmaması üzerine -sık sık İstanbul’a gidemediği için alışverişini yaptığı yakın arkadaşı (soyadı benzerliğinden dolayı tüm Unkapanı esnafının ağabeyi sandığı) Zihni Şahin’e- Zihni Müzik’e götürüyor Arkın’ı Said ve “Sufi Dreams” basılıyor burada.  Onyıllardır yapılagelen Bursa Festivali’ne de çok katkısı olmuş Said’in, bu dükkânda kurduğu ilişkiler sayesinde. 2004 yılında Dhafer Youssef, Goran Bregoviç, Burhan Öcal, Fazıl Say ve Senem Diyici’yi konsere getirerek ülke sathında bir ilginin toplamasını sağlamış. 

Heykel’den Nilüfer’e geçtiğinde müzik sektörünün ağır bunalımı ölümcül bir hale gelmiş, müzik dükkânları sırayla kepenk indirmeye başlamıştı. O bu mecburi dönüşümü dükkân sayısını ikiye çıkararak ve bir de konu zenginliği fikriyle aşmaya çalışmış. Karşılıklı konumlanmış iki dükkândan büyüğü high-end müzik sistemler üzerinde yoğunlaşırken, ikincisi -özellikle Tenten, Pink Floyd, Laurel Hardy, Kore Sineması ve Star Wars meraklılarını tahrik eden- butik bir fetiş-hobi mağazası. (*)

Ortağı Halit Ergenç ile birlikte kurduğu hoparlör üretiminde büyük bir başarı elde etmişler, üretime başladıktan altı yıl sonra bu ürünün dünya lansmanını yapmışlar. Bir zamanlar “acaba satabilir miyiz?” diye düşünürlerken, öyle ki şimdi dünyanın dört bir yanından gelen siparişleri yetiştirmeye çalışıyorlar, harıl harıl.

Said’in kendine kurduğu bu yarı-fantastik dünyayı en iyi ifade eden şeylerden biri, sadece performans halindeki müzisyenleri tuval üzeri yağlıboya resmeden ressam Tom Noll. Zaten duvarlarından birini de bu ressamın orijinal bir David Gilmour tablosu süslüyor.

Bazı şeyleri satınca üzülenlerden Said, tutkulu ve romantik. Dükkânındaki bazı ürünlerle gönül bağı kurup, ayrılmayı beceremeyenlerden. Ne de olsa tedavisiz bir koleksiyoncu. İşte o nedenle dükkânın bir bölümünde halen tutuyor plakları ve CD’leri. Bir gün mutlaka birinin içeri girip “sizde Barclay James Harvest plağı bulunur mu?” diye soracağını biliyor. (**)


(*) Evde iki yüze yaklaşan (yok yok sandığım) Wolkswagen maketi koleksiyonuna katmak için, içinde Profesör Turnusol’un oturduğu minibüsü başka nerede bulacaktım ki?

(**) Bu konuda sakın tatsız şakalar yapmayın ya da yapıyorsanız o plağı alın.

Murat Beşer ([email protected])