Rak, Rak mıdır? Yoksa medyatik bir şakşak mıdır?

Neden bu gitarlar 40 yıl önceki gibi tınlamıyor? Yok, yok! Bunun cevabı sadece aradan geçen zamanla verilemez, teknolojik gelişmeler olamaz. Niye diyeceksiniz? Yeni çıkan plaklar da 40 yıl önce basılanlar gibi kokmuyor…

Bunları aynı kuşağa mensup pek çok insana birden düşündürten şey, eski güzel günleri yad etmelerine eşlik eden bir albümü dinlerken, soluksuzca içilen bir iki soğuk bira da değil kesinlikle. Peki dinlenen şeyin gitar soloları şahlanmış bir Foghat plağı ya da gitarı sorguya çeken kompozisyonlardan oluşan bir Steamhammer albümü olabilir mi? Bakın buna itiraz edemem işte…

Serzenişler üç aşağı beş yukarı aynı… Frank Zappa’nın karikatür çizen sololarını, Jimmy Page’in ateşe atan kompozisyonlarını, Jimi Hendrix’in ateşe veren soundunu, Jeff Beck’in nutuk atan cümlelerini, Duane Eddy’nin şakıyan arpejlerini, Richie Blackmore’un tremolo’larını, Adrian Belew’in orta kulakta yankılanan efektlerini, Jerry Garcia’nın transa geçiren sayıklamalarını, Eric Clapton’ın göz yaşartan ifadelerini, Mick Taylor’ın cıvıl cıvıl renklerini onlardan sonra bir daha hiç duydunuz mu?

Şükür sıkıntımız yok… Her 10 yılda bir Rock müziğini kurtaran birkaç topluluk piyasayı kavuruyor gerçi. Seksenlerde Guns N Roses, Metallica, Bon Jovi, doksanlarda Nirvana, Oasis gibi... Yanlış anlaşılmasın bu isimlerin büyüklüğünde kimsenin suali olamaz. Ancak konu başka... Son 10 yıldır da diğer 10 yıllardaki kadar büyük isimler çıkmasa da, onlar kadar uzun soluklu olmasa da, muhtelif bahislerle rock magazininin gündemine bazı isimler oturuyor. Bunların bir kısmı Rock adına, Brit-pop ya da nu-metal topluluklarından medet ummanın zamanı geçince, rotasını atmışlara yetmişlere çeviren topluluklar.

Kimilerince röportaj vermemek, sadece sosyal medya aracılığıyla üzerinde bir gizem perdesi oluşturarak karizma yapmak benimsenirken, kimileri kendini tuvalete kilitleyip saatlerce orada kalmayı, televizyon programında kung-fu hareketleri yapmayı, röportajlarda intihardan bahsetmeyi cazip görüyor.

Örneğin bakın şu The Vines’ın şarkıcısı Craig Nicholls’a... O, McDonalds’ta fast food yiyen bir kuşağın tipik üyesi değil mi? Yaşıtları tarafından beğeniliyor olmasındaki ortak paydalardan biri bu olmalı. Avustralyalı bu garaj rock topluluğu, müzik sektöründen beslenen riyakâr, şakşakçı ve rüşvetçi İngiliz ‘müzik eleştirmenleri’ tarafından, Nirvana’dan sonraki en iyi topluluk olarak gösterilmişti.

Bir başkası The Hives altta siyah pantolonlar ve stil ayakkabılar, üstte ceketlerle, beyaz kravatlar, İsveç’ten yola koyuldular isyankâr bir eğilimi orta ve üst sınıf kreasyonları arasında sunarak evcilleştirdiler.

Detroitli minimalist rock topluluğu The White Stripes ise, ilk süksesini Jack ve Meg ikilisi arasındaki bağın gizemi üzerine kurdu. Kimileri abi-kardeş olduklarını, kimileriyse eski karı-koca olduklarını söylüyor. İkili ise Katolik bir aileden gelen iki kardeş olduklarını söylüyor. Onları gerçekten müzik için bağrına basan dinleyicileri bir yana herkes bu konuyu geveliyor, medya servisi olarak.

Kolpacı medya The Strokes’un ilk albümü “Is This It”in etrafında koparılmadık fırtına bırakmamış onları The Velvet Underground’tan daha büyük bir topluluk olarak tarif etme pervasızlığında bile bulunmuştu.

Bu müziğin yarını parlak mı? Zihinsel üretim açısından buna iyimser yanıt vermek güç. Çünkü bu müziğin yeni temsilcilerinin çoğunluğunun ciddi meseleleri yok tıpkı çözüm önerileri gibi.

Maalesef (bir avuç müzisyeni hariç tutarsak) entegre edilmiş bir türden söz ediyoruz artık, rock derken. O nedenle ben bu belirsiz müziği tarif ederken sözcüğün kullanılışının, rock kültürüne yapılmış bir hakaretten başka bir şey olmadığını düşünmeye başladım. Rock sözcüğüne takıntılıyım. Bu benim için başkaldıran bir gençliğin yetmişli yıllarına ait bir müzik Rock. Nitelik diyecekseniz, ben son 25 yılda üretilen müziğin rock olduğunu düşünmüyorum. Adı mı? Bilmiyorum, adını artık varın siz koyun.

İnkâr etmeyelim! Absürt bir üretim düzeninin pençesinde kıvrandırılan Rock müziğinin notaları, artık eskisi gibi titretmiyor gönül telimizi.

Bir büyüğümüzün, değerli abimiz Metin Çulhaoğlu’nun yıllar önce yazdığı bir Marksizm yazısına gönderme yaparak bitirmek en uygunu. Rock’n roll hem hür ve tek başına, hem de ormanda kalabalık olmayı bilen cömert bir ağaç. İçinde hem yeşilin hem de grinin bulunduğu (yeşili hayat, griyi düşünce olarak anlayın) bir ağaç. Bu ağaç hakkında yapılabilecek en hayırlı iş, bir ağaç olarak varlığını sürdürmesini sağlamak. Şimdi en acil görev, yapraklarını geviş getirenlere yedirmemek. Ha bi de kesilmemeli zira odunu pek makbul değildir.

[email protected]