Plakların Noel Babası 2; Zihni

Unutkandı, -belki de gereksiz gördüğü şeyleri siliyordu hafızası- ahizeyi kaldırıp kulağına dayadıktan sonra aklına gelirdi sormak: “benim evin telefonu kaçtı ya?”.

Fiziken de hareketli biri sayılmazdı, sosyal hayatı gibi; işiyle evi arasında vasıta olarak sadece bir asansör kullanırdı, zira dükkânın bulunduğu pasajın üçüncü katında -yatak odası dışında depo olarak kullandığı kocaman bir dairede- otururdu. Mamafih bunlar sizi yanıltmasın, dünyaya çalışmak için gönderilmiş insanlar ordusunun en gözde neferlerinden biri olmayı sonuna kadar hak ediyordu.

Ciddi görüntüsünün, erken dönem Şarlo filmlerinin iri kötü adamını anımsatan tavizsiz bakışlarının ardında muzip ve son derece yumuşak kalpli birini saklardı. Sevecen ve dürüsttü. Uyanıklara karşı cimri, emek verenlere karşı sonsuz bir cömertlik içindeydi. 

Farklı bir zekâya sahipti, kafası başka türlü -ama kesinlikle sistematik ve rasyonel bir yöntemle- çalışır; Boris Vian’ı anımsatan uçuk mizah anlayışı da, paralel absürtlükler taşırdı.

Karşıdakini kısa, ama hedefi 12’den vuran sarkastik cümlelerle yanıtlar, başını mütemadiyen sizi onaylarcasına bir yukarı bir aşağı eğerek dinlerdi. Örneğin yıllarca aradığınız bir albümü ona sorarken “işte nihayet buldum” diye erkenden sevinirken, birdenbire “maalesef yok ya” yanıtını alırdınız eşekten düşmüşçesine.

Şayet daha karmaşık bir diyaloğa girmişseniz, ne demek istediğini anlamanız birkaç dakikanıza mal olabilirdi. Mesafeli müşterileri ya da yeni tanıyanlar hem sever, hem sayar, azıcık da çekinirdi, Zihni Müzik’e adını veren bu adamdan. Ancak yıllardan beri tanıyan, nevi şahsına münhasır karakterine, huyuna suyuna yıllardır alışanlar için hayat daha kolaydı. Hem zaten Zihni (Şahin) ne yaparsa yapsın pek öyle kolaylıkla kızacağınız tiplerden değildi. İsteseniz bile Zihni ile kavga etmeniz olanaksızdı. Onu farklı kılan da bu kendini kolay ele vermeyen eğlenceli tabiatıydı.    

***

Bir kıraathane alışkanlığında dükkana ayak basanlar da Zihni ve çalışanlardan daha az fantastik değildi doğrusu. Müsaadenizle bir kaçıyla tanıştırmak isterim sizi.

Örneğin Mehmet abimiz hiç evlenmemiş, geçkin yaşına karşın tüm ömrünü annesiyle geçirmişti; muhtemelen hiç kız arkadaşı da olmamıştı. Orman Bakanlığı’nda çalıştığı için ona “Ormancı” diyorduk. Bakanlığın açtığı davalarda dosya takibi yapıyor; bu işler sabahtan öğlene kadar kovalandığı için günün arta kalan zamanlarında -o tezgâh senin bu müzik dükkânı benim- pinekliyor, içindeki derin boşluğu aldığı CD’lerle doldurmaya çalışıyordu.

Kopenhag kriterlerinden daha çetrefil takıntıları vardı. Alacağı albüm muhakkak akustik olmalıydı, gitarın piyanonun elektriklisine tahammülü yoktu. İçinde tek parça dahi sözsüz olmayacak, bir saniye bile alkış sesi bulunmayacak, yani konser kaydı olmayacaktı. Bazen albümleri baştan sona dinler, çok beğenir, ancak içindeki münasebetsiz bir alkış ya da kahrolası enstrümantal parça yüzünden almazdı, alamazdı. Niye böyle olduğuna kendisi de hayıflanır, mamafih koyduğu katı -ve nedeni bilinmez- kuralları çiğnemeye gönlü elvermezdi.

Saflık kertesinde temizdi, her söylenene inanır, şakaları bile gerçek sanırdı. Yaptığım bir espriden dolayı uzun süre Zihni’yi -bıraktığı çember sakallarına istinaden- eski bir MSP üyesi,  militan Akıncı ve şeriat yanlısı zannetmişti.

Bir de fena halde maymun iştahlıydı. Diyelim ki mercek altına aldığı albümler sınavı geçti, süper! Kaptığı gibi evin yolunu tutar, -sonra ne oluyorsa- iki haftayı geçmeden hepsinden bıkar, aldığı fiyatın beşte birine ikinci el olarak satar, yerine yenilerini almak için aynı maceraya tekrar atılırdı.  

Asit-cazdan senfonik rock’a geniş bir ilgi alanına sahip bulunan Ali abimiz ise bankacıydı, Türk Ticaret Bankası’nda çalışıyordu, üst düzey yöneticiydi, ama evde işleri hanımı yönetiyordu. Sadece kuşağının müziklerini değil, elinden geldiğince tavsiyelerimize uyarak güncel akımları da takip etmeye çalışırdı. Bu da ona biraz tuzluya mal olurdu haliyle. Durumu içişleri bakanına -yani hanıma- çaktırmamak için, klasik evli çapkınlara has bazı palyatif önlemler alırdı. İlk iş paranın çekildiği kartların sliplerini imha etmek, ardından jelatinlerini açtığı CD’lerin kartonetlerini azıcık hırpalamak ve içlerine parmak izi bırakmak suretiyle eski izlenimi uyandırmaktı. En etkili olanı sonuncuydu; Ali abi aldığı CD’leri bir poşette biriktirerek dükkânın dolabında bekletir, sonra onları hanımının eş-dost-akraba ziyaretine gittiği günlerde eve sokardı. Şayet yoldayken karısı aniden dönüş yolunu tutmuşsa, köşedeki bakkal kankasıydı ve onun da bir dolabı vardı. 

Bir başkası Alp, gerçekten benzersiz bir dinleyiciydi. Sıra dışı müzik zevkini öğrenciliğini geçirdiği Londra’da pekiştirmiş, Punk hadisesini bizzat yerinde görmüştü. Kendini cazın deneyseline, rock’ın avangardına adamış; başta John Zorn olmak üzere Tzadik sanatçılarına gönül koymuştu. Beat müziğini iyi bilir, surf gitarlı new-wave ya da no-wave topluluklarına bayılırdı. Nerede kıyıda köşede kalmış bir isim var, bulur çıkarır, hele hele bir de içinde Hammond org falan varsa zevkten dört köşe olurdu.

Bu seçkin birikim dış görünüşüne de yansımıştı Alp’in. Bizlerden yaşça büyük olmasına karşın ona adıyla hitap ederdik. Kalın çerçeveli iyi marka güneş gözlükleri, çiçekli böcekli bol pantolonları, büyük Havai gömlekleri, siyah-beyaz desenli ska ayakkabılarıyla aradaki yaş farkını kapattığı yetmezmiş gibi, bir de -trendsetter- kestiği afili delikanlı raconu öyle de güzel yakışırdı ki, sormayın gitsin. Ne de entelektüel bir tekstilciydi ve bir dönem tüm dünyaya model ve marka satmıştı.

***

Sonsuz “delinin” cirit attığı dükkanda, demosu, toplaması, albümü derken 30 prodüksiyon yaptı Zihni Müzik etiketiyle; İhtiyaç Molası, The Climb, Almora, Rapor 2, Diken, Radical Noise, Gökalp Baykal gibi... Bir de daha sonradan Doublemoon’a geçen -önce Kanada’da basılan- ikinci Mercan Dede albümünü lisanslayıp basmıştı.

Bu sırada Akmar Pasajı “satanizm cinayeti” teranesinden sonra kitapçı ağırlıklı bir esnaflaşmaya tanıklık ediyordu. Villa Cafe kapanmış, gelen giden profili değişmişti. Her cumartesi açılan geleneksel akşam birasını iple çektiğimiz zamanların komşuluğunda -Atlantis ve Hammer ile birlikte- sadece üç müzik dükkânı (şimdi hepsi 20 yılını devirdi) kalmışken, ben de dört yıllık Akmar mesaime paha biçilmez anı ve dostluklar eşliğinde veda ederek, gazetecilik ve yazarlığa kaldığım yerden devam kararı almıştım.

Prodüksiyonda ise maliyetler giderek yükseliyor, satış ise tüm sektörde düşüyordu. Nihayetinde hepsini sonlandırmak, eleman çıkartmak; Naci, Burcu ve Çağlan’ın çalıştığı -1997 yılında alınmış pasajdaki ikinci dükkânı yani Saadeth’i- vergi ve kira borçları da hayli artınca 2001 kriziyle birlikte- kapatmak zorunda kaldı.

Mücadeleci bir karakteri vardı Zihni’nin, kolay kolay pes etmezdi. Müzik sektörünün çöktüğü bir dönemde kendine özgü bir çıkış yolu bulmasının en önemli açıklaması bu olmalı. İnternete yönelerek 1998 yılında zihnimuzik.com’u açtı, üç yıl boyunca buradan satış yaptı; iki yıl sonra gittigidiyor ve ebay satışlarına başladı. Bu esnada EMI’ın büyük ithalatı ile piyasada plağa dönüşün düğmesine basıldı. Smashing Pumpkins “Mellon Collie and the Infinite Sadness” ile Coldplay “X&Y” çok satıyordu o vakitler.

İkinci el plaklar ve internet satışları can simidi olmuştu. Çek kullanmayı bıraktı, yeni albüm alım-satımını minimuma indirmişti. Sektördeki sayısız mağaza kepenk indirirken, Zihni için yeni bir dönem başlıyordu.

Türkçe CD çeşidini hiçbir zaman boşlamadı; diğer türleri ise sattıkça yerine koyuyordu.

Dükkândaki malın tedarik kaynakları değişmişti. Hayalet kasaba görüntüsüne bürünen Unkapanı’na artık pek yolu düşmüyor, yerine “bizde biraz plak var, ilgilenir misiniz” diye gelen telefonları değerlendiriyor; ziyaret ettiği evlerden yanı sıra CD, kaset ve DVD’leri de alıyordu. Yoğun bir ikinci el akışı başlamıştı ki bunda krizin de rolü büyüktü.

***

İnterneti ekseri (ya türü ya da koleksiyon değeri taşıyan parçaların yüksek değeri nedeniyle) dükkânda satamayacağı parçalar için kullanıyor; başta refah seviyesi yüksek Avrupa ülkeleri olmak üzere Amerika’dan Japonya’ya, dünyanın dört bir yanına ürün satıyordu.

Rusya’dan Ajda Pekkan, Almanya’dan Nilüfer, Teksas’tan Erkan Oğur hayranı koleksiyoner müşterileri oluşmuştu. Hatta muhabbet ilerlemişse komik ricalarını kıramayıp, fındık ezmesi, kuluçka makinesi gibi şeyler göndererek sıra dışı isteklerini de yerine getiriyordu.

Korkunç boyutlara varan stokunu dükkâna yakın bir pasajın ikinci katındaki deposunda tutuyor şimdi. Tavana kadar silme yığılı duvar raflarında ve içerisini incecik dehlizlere bölerek bir labirent haline getiren dolaplarda saklıyor. Önüne geleni değil, ancak çok sevdiği iyi ve eski müşterilerini davet ediyor buraya, ürün seçtirmek, bir de çay ısmarlamak için…

Şüphesiz plağın dar gelirliye inmesinde işçi sınıfı kahramanı rolü Zihni’ye aittir. Bir dönem orta sınıf züppelerinin, zengin çocuklarının, hobi sahibi işadamlarının raflarını süsleyen plakların, dar gelirli insanların evine girişi, Amerika’dan getirttiği (neredeyse 50 bin parçaya varan) yüklü lotların en kalabalık kısımlarını dükkânın önüne açtığı tezgâhta beşer onar liraya satması münasebetiyledir. İçlerinde zamanında edinmek için insanların birbirini gırtlakladığı harika plaklar vardı. En sona kalan çöpler bile değerleniyor; üzücü olsa da saat olmaya gidiyorlardı. Yanı sıra RKD, Piccatura, EMI, Pepo; hepsinin elinde kalan malları alıp eriten bir fabrika gibiydi Zihni Müzik.

Bu dükkâna ikinci el malın gelmediği gün yok artık. Aslında yapılan işin içinde büyük bir sabır, emek, hamaliye ve ticari zekâ var. Herkesin kurtulmaya çalıştığı şeyleri alıyor, depoluyor, tek tek elden geçirerek künyeliyor ve değerlendiriyordu.

Plak konusunda -Ankara’daki Shades Süleyman’ın şehir efsanesine dönüşmüş deposu hariç- memleketteki en çok çeşit burada. Plağı, kaseti, CD’si, DVD’si; dükkânda ve depoda şu an yaklaşık 200.000 adet mal var.

***

Gezi Direnişi döneminde hiç olmadığı kadar siyasallaştı Zihni. Hiç olmadığı kadar sert mesajlar yazdı sosyal medyada, durmaksızın. Oysa hiçbir zaman açık adresli siyasi bir kimliği olmamıştı. 

Özellikle Ali İsmail Korkmaz cinayetinin ardından, kendine has bir sivil direniş örneği göstererek, dava sonuçlanana kadar sakalını kesmeme kararı aldı. 18 ay uzadı çenesindeki kıllar, göbeğine kadar. Kayseri’deki duruşmaya katıldı, dava sonuçlandı aynı gün sakalını kesti ve ikizleri doğdu…

Haftada bir gün izin vermiş artık kendine. Çarşamba günleri dükkâna gelmiyor. Arayacak olursanız telefona da hemen cevap veremeyebilir; çünkü o esnada ya çocuk uyutuyor ya da alt değiştiriyordur, açtığı soğuk bir biranın eşliğinde tabi…

Bir de yarım bıraktığı tahsil hayatında, elektrik mühendisi olması için su anda vermesi gereken iki dersi var ki, muhtemelen gizli gizli onlara çalışıyordur.

 

Murat Beşer ([email protected])