İşte o vakit yine geldi çattı Eurovision

Her yıl aynı vakit bir gündem geyiği döner Eurovision…

Kim katılacak, kaçıncı olacak, kim kime ne oy verecek, sence kim katılmalı türünden soruların yanıtları, gazetelerin bol resimli Pazar ilavelerinin, televizyonların kültür-sanat kılığına girmiş magazin programlarının baş konusu olur.

İşte o vakit yine geldi çattı…

Aslında pek çoğumuz bilir, Eurovision müzik yarışmasının neden yapıldığını, nasıl yapıldığını velhasılıkelam arkasında yatan gerçeğin ne olduğunu. Bilmeyenler de hissedebilir, basit bir mühendis gözlüğü takmakla yetinerek…

Adının müzikle anılmasına karşın, içinde müzikten gayrı her türlü dedikodunun döndüğü, amacın güdüldüğü bir etkinlik, Eurovision.
Eurovision Şarkı Yarışması (İngilizce: Eurovision Song Contest Fransızca: Concours Eurovision de la Chanson), Avrupa Yayın Birliği'nin (EBU) her yıl Avrupa ülkeleri arasında düzenlediği şarkı yarışması. 1956’da başlayan etkinlik, San Remo Şarkı Festivali’nde doğmuş olmakla birlikte, maalesef dünyanın en ünlü ve uzun soluklu yarışması. Başlangıçta kâğıt üzerindeki ana amaç ülke televizyonları arasında ortak canlı yayın yapabilme ve yayın kalitesini artırmak olup, kısa bir süre sonra eylemi maksadını aşıyor. Özellikle 1997 yılında uygulanan Televote (halk oylaması), yayınların paylaşım ağına açılarak maliyetlerin azaltılması gibi bir sonuç doğuruyor. Bir başka sonuç ise, Avrupa Birliği’nin ortak kültürel kimlik yaratma lobisi.

Muhtelif lobilerin parmakladığı, bazı ülkelerin birbirilerini politik kriterlerle puanladıkları, bütün bunlara müziğin meze olduğu uluslararası yarışma. Kimilerine göre bir "gay eğlencesi". Bu yarışmanın “The Single Gayest Show On Earth” olarak bilinen bir ünü bile var. Hatta aptal pop star yarışmalarının buna bakarak kopyalandığı bile fısıldanır kulislerde.

Eurovision’un bizdeki toplumsal tezahürü, işin gerçeğinin uzağında çok farklı bir manzaraya işaret eder. Türkiye, bu yarışmaya aşağı yukarı başlangıcından ancak 20 yıl sonra teşrif edebilme mutluluğuna erişebiliyor.

Siyah beyaz ve tek kanallı TRT televizyonu zamanlarının, eski dergi sayfaları arasında kalmış fotoğrafları var hafızalarımızda. Sebla Özveren ve Bülent Özveren ile özdeş bir halk eğlencesi. Pazar akşamları komşuda toplaşmaya ya da yazlık açık hava sinemalarında çekirdek çıtlatmaya denk bir haz. Şimdilerle mukayese edersek, fanatiklik kertesinde takım tutmakla, iddaa oynamak arasına sıkışmış bir lotarya… Biraz da milliyetçilikle karışık olduğunu inkar etmemeli…

Semiha Yankı’nın söylediği “Seninle Bir Dakika”, bazılarına göre halen en iyi Eurovision şarkımız. En kötüsü denince de, şüphesiz akla 1983 yılının “Opera”sı ve Çetin Alp geliyor. Hayal kırıklıkları arasında yerini alanlar arasında Mor ve Ötesi ve Yüksek Sadakat gibi rock toplulukları da yok değil.

Ayrıca aralarında sessiz sedasız gelip geçen, adını zikrettiğinde kimseciklerin şimdi hatırlamadığı pek çok isim isim var, Eurovision macerasında umut arayan ve bulamayan... Ajda Pekkan’ın “Petrol”u, MFÖ’nün “Diday Diday Day”ı, Klips ve Onlar’ın “Halley”i, birincilikle dönen Sertab Erener’in “Everyway That I Can”i istisna.

Bu yıl Türkiye’nin temsilcisi genç müzisyen Can Bonomo. Baş konumuz yine müzik dışı Bonomo’nun Yahudi oluşundan, şarkının Türkçe olmamasına kadar varan bir dizi spekülasyon, medyanın işi gücü.

Yine müzik dışı goygoy, yine milliyetçilik…

İşte o vakit yine geldi çattı…

[email protected]