Grup Perişan’da İkinci Bahar

Aptül ile dostluğumuz komik bir husumet münasebetiyle başladı. 1985 yılında -sayfada ayrı bir yazıyla yer alan Murat Ertel’in önayak olmasıyla- Güneş Gazetesi’nin gençlik ekine Heavy Metal müziğinin sosyolojik kökenleri üzerine yazdığım kısacık yazı, ateşli metalcileri -ne demek istedi şimdi bu diye- kıllandırınca, yanıt hakkı Aptül’e düşmüştü. Çizdiği bir karikatürün üzerine “Ertel Çalar, Beşer Şaşar” yazınca, aynı okulda (Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’nde) okumamıza, aynı ortamlarda rastlaşmamıza rağmen -sanki kan davalı ya da ezeli düşman gibi- yıllarca konuşmamış, selamlaşmamıştık Aptül ile. Belki de en güzel yılları kaybetmiştik, iki Fatih çocuğu olarak birbirimizden mahrum. Mezuniyet sonrasına, doksanlı yılların başına -ya da her ikimizin de ergenlik döneminin bitişine- denk geldi, bu saçma ve çocuksu küslüğün noktalanışı. İlk sohbette bira içtik ve en çok ortak sevdiğimiz plağın Judas Priest’in “Screaming For Vengeance” albümü olduğunu karşılıklı teyit ettik. 

1989 yılında Açık Hava’da yapılan Pentagram-Hazy Hill-Metafor konserinin girişinde yaşlı bir adamın açtığı tezgâhtan almış, etrafını saran metalcilerle laga-lugaya dalınca kuliste unutmuştu Aptül bu plağı. Sonradan birkaç kez daha satın aldı, sonuncusunu da bana hediye etti; barışmamızın şerefine, ebediyete dek sürecek dostluğumuzun sembolü olarak.  2001 yılında cumartesi günleri Cumhuriyet gazetesine tam sayfa müzik yazmaya başlamamla bir başka boyuta geçti Aptül ile -Stüdyo İmge dergisinin editörlüğü günlerinden beri süren sıkı- dostluğumuz. Artık Ertel çalmıyor, Beşer şaşmıyordu, ama Beşer yazıyor, Aptül çiziyordu. Miles Davis’inden Frank Zappa’sına, Talking Heads’inden Depeche Mode’una; beş yıla yakın -Milliyet Gazetesi’ne gidene değin yazdığım- yazılarıma yüzlerce harika desen çizmişti. 

***

Aslında bir metalcide bulunması gereken özelliklerin tamamına sahip değildi Aptül. Çılgın kalabalıklar ona göre değildi, yalnızlığı ne kadar sevdiğini bilmem ama o en çok birebir sohbetlere bayılır, en azından sahne önünde coşan insanlar arasında headbang ya da pogo yapamazdı. 

Utangaçtı, sıkılgandı; yapmacık sahnelerde rol almaktan hoşlanmazdı. Onu bu konuda en iyi anlatan hikâye şudur: CRR’de Dördüncü Uluslararası Gitar Festivali yapılacak. Etkinliklerden biri Hasan Cihat Örter konseri. Hamamda kurnaya davulda zurnaya diye tabir edilen garip şahsiyetimiz Akın Ok ise, Örter’in sanat direktörü vasfıyla sahnede. Kıramıyor, hatıra binaen gidiyor; hay aksi mostralık gibi bir de en öne oturtmuşlar! 

Sahne Karagöz perdesi gibi, gireniyle çıkanıyla Çarşamba Pazarından farksız. Örter her parça arası konuşuyor yerli yersiz, rock-bar’daymışcasına; önüne gelene çatıyor, haklı haksız… Curcuna bitince sıra bir müzik mağazasının verdiği ödüllere geliyor. Başına geleceklerden habersiz, bizimki tam parmaklarının ucuna basa basa sıvışmaya çalışırken ensesinde patlıyor Akın Ok’un anonsu: “gitar ödülümüzü vermek üzere, rock müziğin emektarlarından Aptülkadir Elçioğlu’nu sahneye davet ediyoruz.”

Mizacına hiç gitmeyen bir muhabbetin içine düştüğü bu an, Aptül’ün hayatında en çok soğuk stres terleri döktüğü andır. 

Bir yana, aslında hiç hırslı biri de değildi Aptül. Ne paraya pula düşkünlüğü, ne de şöhrete ihtiyacı vardı. Sadece içindeki yeteneğin keşfedilmesi gerekiyordu; bu gazı ise -her yetenekli bulduğu genç çizere yaptığı gibi- Oğuz Aral vermişti ona. Ondan aldığı ilhamla kendine has bir tarz oluşturması gerektiğinin bilincine varmıştı. Grup Perişan bu usta-çırak ilişkisinin ürünüydü. 

***

Akademi öğrenciliğinin ikinci yılında, Gırgır Dergisinin arka sayfasında karikatür çizmeye başladığında, bırakın metal müziğinin kanaat önderi ve sesi olmayı; alenen hazzetmiyordu bu türden. Daha ziyade TRT3 dinliyor, bazı yetmişli yıllar senfonik rock’çılarını seviyor, en sert topluluk olarak da Deep Purple’a sempati duyuyordu. 

Karikatürlerine bir roker olarak attığı ilk imza, Jethro Tull esinli Ap.Tull idi. Bu imzayı her hafta farklı bir topluluğa gönderme yaparak değiştirmeyi planlıyordu, ama Metallica’dan evirdiği Aptülika adı nedense herkesin diline yapışmıştı. Adının Aptülika olarak perçinlendiği günlerde, herkes deli gibi “Master of Puppets” ve “Ride the Lightning” dinliyordu. Artık bu isim onun kucağına konmuş bir bebekti, camii avlusuna bırakacak hali yoktu ya!

En tanınmış bantı, ilk kez 1987 Mayısında HBR Maymun dergisinde çizdiği Grup Perişan oldu. 

Deri ceketini sırtından hiç eksik etmeyen metalci -muhtemelen kendisi- Laçka Mazhar, pasaklı şişko Mikrop Danyal ve sanat sepet enteli Soyut Sadi… Varlıklı ailelerden gelmedikleri her hallerinden belli, sefil bir öğrenci evinde yaşayan ince bacaklı, uzun saçlı, sürekli müzikten bahseden bu koca kafalı tipler, odalarının duvarlarını rock posterleri ve güncel konser afişleriyle süslüyorlardı.

Grup Perişan sadece iki yıl içinde ülke çapında bir alt-kültür fenomeni haline geldi. Hatta bu karikatürlerin tüm boş alanları, rakçı gençliğin haberleşme duvarı olarak iş görüyor, ince mesajlar veriyordu. Aptül ise önceleri -alemde Çarşı grubunun henüz esamisi okunmazken- adını bir logo gibi yazıyor, çizimlerinde ya da imzasının yanında Anarşizmin logosunu kullanıyordu. 

Metal camiasında hatırı sayılır bir gücü, kitlesi oluşmuştu, her kelamının emir telakki edilirdi. Nabzı da iyi tutuyordu doğrusunu söylemek gerekirse. O gazla köşesinde AC/DC, Black Sabbath, Motörhead memleketimizde konser versin diye çağrılar yaptı. Bu çağrılardan birine kulak veren -tişört satışlarının da zirvede olduğunu gören- organizatör Eyüp İblağ, Motörhead’i bağlamış, hatta biletleri satışa çıkarmıştı. Ancak tahmin edildiği gibi gitmiyordu satışlar, üstelik aynı gün Fenerbahçe’nin UEFA maçı oynayacak olması herkesi daha da kaygılandırıyordu. Birkaç gün kala sadece 32 bilet satılınca, konser iptal edildi. 

***

Aptül’ün daha sonra yarattığı Kedi Levo karakteri ise, doksanlarda türeyen entel görünümlü liberal solcu eleştirisiydi. Bu bantlardaki sosyalist sol gözlükle yapılan kinayeler, sanki yakın geçmişin Yetmez Ama Evetçi’sini önceden görmüş gibiydi. Şimdi yaşını başını almış, yarım yüzyılı devirmiş kuşağın ergenlik zamanlarının Aptülika’sı, asla objektif değildi. Taraftı ve nerede durduğunu da açıkça vurgulardı; hem kültürel, hem politik olarak. Tercihi sosyalist sol idi, ama cehalet ve sonradan görmeliğe, üzerinde eğreti duran kimliklere, günübirlik heveslere kapısı hep kapalıydı.  

Sırayla hedef tahtasına otururdu onun karikatürlerinde müziği hazmetmemiş koftiden metalciler, sınıf kaçkını kılabırlar, özenti asitçiler, lümpen repçiler… 

Bir kuşağın pek çok topluluğu tanımasında, kendini bir kültüre ait hissetmesinde payı çok büyüktü Aptül’ün. Kendisine -Mina Urgan misali- halen dinozor derdi, ama bunun altında yatan şey insanlığa yeni ya da ilerleme diye yutturulmaya çalışılan yozlaşmaya gösterdiği direnişin ta kendisiydi. Yoksa meramı dünyanın gerisinde kalmak kalmamak falan değil. Zaman içinde içindeki kimlikle sonradan gönül verdiği şeyleri hep birleştirdi Aptül. Hayatında bir kez nikâh masasına oturdu, imza esnasında arkada AC/DC’den “Thunder” çaldı, şahitliğini Erkin Koray yaptı. Nereden geldiğini hiç inkâr etmedi, saklamadı. 

***

Şimdi pek çok şeye küskün olsa da, bunları kendine saklamayı yeğliyor; bir zamanlar sahip olduğu şöhreti paraya pula dönüştürmediği için haklı bir gurur içinde yaşıyor. Ne yıllarca Rock FM’de ve Flash TV’de programı yaparken, ne Ahmet Ümit’in Davulcu Davut’u Kim Öldürdü öyküsündeki Başkomiser Nevzat karakterini kâğıt üzerinde canlandırarak çizgi roman haline getirirken, ne de Köstebek Müzik tarafından basılan tişörtlerin üzerine rock müzik yıldızlarının desenini çizerken işin ticareti tarafını hiç düşünmemiş olmasına üzülmüyor.  

O artık bir Kuzguncuk sakini. Semtindeki en güzel günleri Ekmek Teknesi adlı bir kebapçıda -yıllarca kravatlı işlerde çalışıp, “yeter artık” diyerek burayı açan- İÜ İktisat mezunu Levent abinin mekânında yaşamış. Akşam vakitleri işler bittikten sonra, kuruyorlarmış rakı masasını, iki kişilik. Derken mahalleye bir flamenko gitaristi yerleşmiş, adı Cihat Sağol, 65 yaşında Yıllarca İspanya’da kalmış, Paco de Lucia ve Serranito’yla bile çalışmış. O da katılınca sofrayı üçlemişler, Grup Perişan’ı İkinci Bahar’ında yaşamışlar. Levent abi Kuzguncuk Mülkiyeliler Lokali’nin işletmesini alınca mekân, Cihat abi Bodrum’a göçünce de kadro değişmiş. Üçlü dağılınca kareyi kurmuşlar. Masanın son hali Levent abi, muhasebeci Ali, yılların ganyan profesörü Atçı Hüseyin, bir de bizim Aptül’den mütevelli.

Saçları halen uzun, ancak beyazlar artmış. Arada bir komşusu Sahaf Bahadır’a misafir oluyor, rakısına sanat musikisi eşlik ediyor, ama klasik ve eski yerli popu da ihmal etmiyor. Kuzguncuk’ta oturduğu evin penceresinden görünen domates fidanlarını ve hüzne yaprak sallayan ağaçları seyrederken -Elvis Presley ile Karl Marks’ı buluşturmayı düşünen pop müzik kuramcısı Greil Marcus’a inat- acaba Judas Priest ile Âşık Veysel arasında bir köprü kurarsak devrim yapabilir miyiz diye hayal ediyor. 

Murat Beşer ([email protected])