Dünden bugüne, Dük’ten Bukalemun’a: Joe Jackson

“İki çeşit müzik vardır, iyi ve kötü” diyerek işin kitabına sürmanşet atan Duke Ellington, bir eleştirmen tarafından “sanatın büyük minyatürcüsü” olarak anlatılmıştı.

Parlak bir piyanist olmasa da, Ortodoks bir besteci olarak mafya babalarına has bir saygı görüyor, cazın elit tabakaya taşınmasında kilit figür rolünü oynuyordu. Ne de olsa döneminde en çok parayı kazanan oydu.

Gizemli bir adamdı çevresinde onu oldukça sevimsiz bulanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Dük’tü, parlak kıyafetlerin ve komik şapkaların Dük’üydü, sahip olduğu imaj biraz da maske gibiydi.

Kimilerine göre 21 yüzyılın en değerli müzisyeni Duke, Big Band döneminin en büyük gazino yıldızı. Yaşamında ve sonradan layık görüldüğü sayısız ödülün ve sıfatın, ayrıca New York’ta güzide bir sokağın isim sahibi. Uyuşturucudan uzak ve düzenli bir yaşamın sahibi çalışmayı hiçbir zaman elden bırakmayan takıntılı bir işkolik bestelerinden ve düzenlemelerinde detay kaçırmayan bir mükemmeliyetçi…

O kadar çok şeyi etkilemişti ki, Boris Vian’ın Günlerin Köpüğü romanına ilham kaynağı, Marksist yazar Eric Hobsbawm’ın da eleştirel bir makalesine konu bile olmuştu.

***

Bizim şarkıcı piyanist Joe Jackson ise ağır başlı, ciddi ve entelektüel bir dünya vatandaşlığına geçmeden, Gershwin gibi eklektik bir müzik hacısı olmadan evvel, yerinde duramayan, kıpır kıpır post-punk fırlamasıydı.

Önce İngiltere tanıdı bu ufak tefek, cin gibi gözlerle dünyaya tiril tiril bakan adamı. Çıkık alnının ve dökülen saçlarının altından bebeksi ifadelerle bakan karikatür tiplemesi. Bu kafaya bir de bol cepli rahat giyimli bir vücut ekleyin, işte size ilginç ve sıra dışı bir insan. Onun gibiler her okulda vardır büyük sınıflardan durmadan dayak yiyen alay konusu tıfılın ta kendisi.

Melody Maker ile yaptığı söyleşide, okul yıllarında kendisine el kaldıranlardan en büyük intikamı şarkıları ile aldığını söyledi. Şarkılarında kırmızı bir bayrak gibi açtığı iki tema kendine acıma ve kin duygusuydu. Bir de hümor tabi.

1977 yılı gelip çattığında, ‘ruhen az gelişmişler’, ‘sapkınlar’, eşcinseller, ‘akıl yoksunları’ ve bir şekilde halinden memnun olmayanlar için gün doğdu. Outsider’ların resmigeçidi, gerçek ve sahte asilerin acıları ‘in’ oldu. Joe’nun görüntüsü bu manzaraya çok yakıştı.

Şimdilerde İngiliz eşiyle 50 yıllık kariyerini geçirdiği Manhattan’da yaşıyor ve Iggy Pop’a komşuluk ediyor. Artık penceresinin kenarında sakin sakin oturuyor ve New York sokaklarından geçen sarı taksileri izliyor, arada bir de caz albümleri yapıyor.

***

İkisi arasında ne gibi bağ diyeceksiniz. Dük, bizim Joe’nun ezelden beri en çok etkilendiği müzisyenlerin başında geliyor. İşte o sarı taksileri izlerken yaptığı son albüm ise, Duke Ellington’a bir övgü çalışması.

İlk bakışta oldukça light bir iş gibi görünüyor “The Duke”. Maymun iştahlı bir hovardanın beyhude çabası ya da eklektik bir muzak. Hani rahatlıkla dersiniz ki asansör müziği. Concon ambiyanslı bir kafede çalabilir, içindeki tüm parçalar toplama Lounge albümlerine ayrı ayrı satılabilir.

Ancak işin gerçeği pek öyle değil. Joe’dan beş yıl sonra çıkan ilk çalışma, pabucu yarım bir caz albümü, ama her zamanki gibi, yine müziğe adamış. Dük’e duyulan bu bitmez tükenmez merak başrolde. Bizimkinin giderdiği tek merak bu değil piyanonun yanında klarnet, saksofon, trompet ve trombon kullanmaya başlamış. Züppeliğe kaçmadan, dalkavukluğa yeltenmeden yorumlamış 10 parçayı.

Albümün sürprizi bir şarkıda vokal yapan komşusu Iggy. Cazla cuzla işi olmayan bu cool herif, çağdışı bir şarkı performansı sergiliyor yine. Ekipte ayrıca misafir sanatçı kontenjanında Farsça vokaliyle İranlı şarkıcı Sussan Deyhim, hareketli söyleyişiyle Zuco 103’ün Brezilyalı şarkıcısı Lilian Vieira, cambaz rock gitarcısı Steve Vai ve ikon Blues şarkıcısı Sharon Jones var. Müdavimler hin kemancı Regina Carter, usta basçı Christian McBride ve davulcu Ahmir Thompson. Eski kulağı kesiklerden perküsyoncu Sue Hadjopoulos ve Vinnie Zummo da eksik değil.

Dinlediğimiz şeyde Joe’nun estetik dokunuşları da var. Tutucu Dük hayranları bundan memnun kalmayabilir. Modern yaşama has bir gerilim ve koşturmaca efekti yerleştirilerek renklendirilmiş. Saf müzikal kozmopolitlik eklenmiş. Onun için müzikten müziğe geçişte bir mantık hattı tarif edilecekse bağlantı noktalarının yüce şarkı sanatı ve sürekli değişen estetik düzey endişesi olduğu söylenebilir.

***

Gerçi punçıyken de takım elbise giyerdi, delikanlı raconları keserdi, doğru. Yetmişlerin punk sahnesinden cazın steril dünyasına sıçradığı da inkar edilmez Joe’nun. Ama 30 yılı David Bowie’den farklı bir bukalemun gibi geçiren, yetmişli yıllarda sözde öfkeli genç erkekler imajından gelen bastıbacak, kılkuyruk bir tip, neresinden bakarsanız bakın, Elvis Costello’nun yolunda değil.

[email protected]