Direnişin partisyonları

Yan yana görmeye alışık olmadığımız sayısız kesimi bir araya getirdi ve fotoğraflarını çekti Gezi Direnişi sosyalisti anarşisti, Kemalist’i sivil toplumcusu, Ermeni’si Kürdü, geyi lezbiyeni ve futbol taraftar grupları...

Bırakın yan yana gelişi, diyaloga girmeyi bile gurur meselesi haline getiren, ayrıca buldukları her fırsatta birbirlerini kıyasıya eleştiren, hatta hakarete varan suçlamalarla itham eden, alenen küfreden kesimler bile var bunlar arasında.

Türk Bayrağı ile BDP flaması taşıyan iki gencin el ele polis gazından kaçışı, bir Fenerbahçeli ile Çarşı mensubunun avazları çıktığı kadar aynı sloganı atış anı ya da kalkanına saklanan polise kitap okuyan bir genç gibi sayısız örnek var, insanlığın fotoğraf sergisinde.

Bir de dikkatlerden kaçan bir ayrıntı vardı, bu beş benzemezleri aynı kadraja sokan fotoğraflar sergisinde ki, bu alanda hiçbir şekilde birbirleriyle aynı mekânlarda buluşmamış müzik dinleyicileri de tek vücut olmuştu cazcısından türkücüsüne, regicisinden dubstepcisine, hip-hopçusundan klasik müzik severine, Pink Floyd’cüsünden Motörhead’cisine… Bu sergide onların fotoğraflarını da unutmamalıyız…

***

Müzik direniş başladığından beri hep oradaydı, hiç ayrılmadı. Müsaade aldığı zamanları klip yaparak değerlendirdi. Kardeş Türküler “Tencere Tava Havası”yla mizah dolu müzikal bir sivil itaatsizlik başlatırken, Duman olana bitene “Eyvallah” edilemeyeceğini haykırdı. Politik mizahın boyutu giderek arttı, Boğaziçi Caz Korosu çok sesli yorumlarıyla halk şarkılarını “Çapulcular”a uyarladı. Çorap söküğü gibi geldi gerisi Marsis, Hakan Vreskala, Ceylan Ertem, Renan Bilek ve daha onlarcası katıldı koroya.

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi etrafında hazırlanan “Boyun Eğmeyenler” şarkısına, klibine Genco Erkal, Tülay Günal, Nejat Yavaşoğulları, Burhan Şeşen, Emin İgüs, Sibel Köse, Akın Eldes’in yanı sıra, katılım adeta kitleseldi.

Gaz maskesiyle piyano çalan kızın klibinden sonra, Davide Martello piyanosunu canlı solo konserler için Taksim Anıtı önünde taşıdığında işin çıtası zaten hayli yükselmişti. Türküler, marşlar eşliğindeki halaylarla başlayan direniş festivali repertuarı, Mozart ve Ray Charles’a kadar genişlemişti. Şimdi artık netleşti direnişin sayısız kazanımlarından biri de, ilerde sayıları çığ gibi büyüyecek olan şarkılarımız olacak belli ki. Bu direnişin en romantik çıktıları bundan sonra müzikten gelirse şaşırmayalım.

***

Çiçek Çocukları değiller şüphesiz. Tüketmemeye yönelik çağrıları tüm kapitalizme değil, haklı olarak hükümete yakın sermaye topluluklarına ve AVM’lere yönelik olsa da, ortak paydaları da hiç de az değil. Bunun ilk akla gelenlerinden biri müzik, ancak bununla beraber Hippi olmadıkları da kesin.

İşin meraklıları ile sosyologlar, 1981 ile 1999 arasını parantez içine alıyor ve Y Kuşağı diyor onlara. İçini de hızlı düşünen, hızlı tüketen, tahammülü az ve apolitik gibi ifadelerle dolduruyorlar. Oldukça acımasız ve son derece genellemeci değil mi? Pek çok genelleme gibi daraltıcı ve diyalektiği dışlayıcı…

İşte bu yüzden de, Gezi Direnişi onların kafasını karıştırıyor, ezberlerini bozuyor, genellemelerini boşa çıkarıyor. Masa başında yapılan çıkarsamaların bazen hayata nasıl uymadığını gösteriyor. Şimdi en azından bu genellemeye karşı öne sürülmesi gereken çok güçlü kanıtlarımız var, değil mi? Artık onların ortak talepler için sokağa çıkmadıklarını, aşırı bireycilikleri yüzünden kolektif davranamayacaklarını iddia edemeyiz, değil mi? AKP gericiliğine karşı sokağa dökülerek gazı, copu, dayağı, yaralanmayı hatta ölümü göze alanları apolitik olarak değerlendiremeyiz, değil mi?

***

Bir de isterseniz kuşak genellemeleri meraklıları için, (1946 ile 1964 arası doğanlara verilen adıyla) Baby Boomers kuşağının müziği ve kültürü için neler denmişti zamanında, hem de sevdiklerimiz tarafından, hafıza tazeleyelim…

Acılarımızın usta kalemi Susan Sontag “inanılmaz saçmalıklarının ve gürültücü müziklerinin her şeyi inkârdan başka hiçbir fikir geliştirmediğini” söylerken, endüstri sonrası toplumlar uzmanı Daniel Bell, Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri kitabında “bütün çalkantılarına rağmen 1960’li yıllar estetikte en küçük bir devrimi dahi gerçekleştirememiştir” diye yazar. The Who topluluğunun gitarcısı Pete Townshend ise aynı konu için “zaman geçtikçe 1960’lar insanların perspektif eksikliği, gerçeklik hissinden yoksunlukları ve bir şeyleri sisteme rağmen nasıl değiştirebileceklerini anlama yeteneksizliklerinden dolayı en komik çağlardan birisi olarak değerlendirilecektir” demekten kendini alamayacaktı.

Politik açıdan bazı haklılıklarına karşın, bu kuşağın bıraktığı kültürel (ve müzikal) miras düşünüldüğünde ve bugünden geçmişe bakıldığında bunlar da oldukça acımasız, değil mi?

***

Fotoğrafla başlamıştık. Bazen her şeyin en iyi yanıtı bir fotoğraf o fotoğraf, bu yazıya eşlik eden fotoğraf olabilir. Saldırıya geçmiş polisler arasındaki bir Toma’nın önüne gitarıyla geçen genç müzisyenin, Woodstock’taki Jimi Hendrix’ten, Central Park’taki Simon & Garfunkel’dan, Madison Square Garden’daki Led Zeppelin’den, Wembley’deki Dire Straits’ten daha etkileyici bir fon bulduğu fotoğraf.

Direnişin fiyakasını, meşruiyetini ve moral değerlerini yükselten bir yardımcı olarak müzik, tarihin yeniden yazılmasına ve değiştirilmesine teşvik ediyor. Müzik yeni partisyonlarla dönecek yakılmış, yıkılmış meydanlara yeniden merhaba diyecek. Müziğini de alıp gelenlere, sokaklarda meydanlarda bu insanları müziksiz bırakmayanlara selam olsun...

[email protected]