Borusan’ın kapısında hüzün Sıdıka Göztok’un ardından…

Tanışıklığımız ilk telefon vasıtasıyla gerçekleşmişti, Borusan’ın sezon açılış konserine davet etmek için aramıştı. Ertesi gün İstiklal Caddesinde bulunan mekânın kapısının önünde karşılandım, elinde bir davetli listesi, yüzünde sıcacık bir gülümseme vardı. Binanın zahmetli şeffaf merdivenlerini tırmanmama gönlü razı gelmemişti, konser günleri kullanılması yasak olan asansörü görevliye açtırdı ve konser salonuna kadar refakat ederek önlerden bir masa gösterdi ve oturttu.

Konserin başlamasına dakikalar kala tekrar geldi, bu kez elinde iki şişe buz gibi bira vardı. Birini benim, diğerini birlikte geldiğim arkadaşımın önüne sürerek jestte son noktayı koydu. Alelade bir konser akşamını olağanüstü misafirperverliği ile sıra dışı bir mutluluğa çevirmişti ki, çıkışta yaklaşarak konseri beğenip beğenmediğimi sormayı ve her zaman beklediğini söylemeyi de ihmal etmedi.

Borusan onun içtenliği sayesinde o sezon en çok gittiğim mekânların biri olmuştu. Orada Markus Stockhausen, Louis Sclavis, Tortoise, Eivind Aarset, Marc Ribot gibi birbirinden güzel konserler izledim ve kaleme aldım.

Acı bir maille öğrendim Borusan Kültür Sanat Medya İlişkileri Sorumlusu Sıdıka Göztok, 3 Eylül 2013 gecesi aniden rahatsızlanmış ve yaşama veda etmişti.

***

1984 İstanbul doğumluydu, sadece 29 yıl yaşadı bu dünyada. Babayı yıllar önce kaybetmişler evinin direğiydi, Kocamustafapaşa semtinde oturuyordu, anne, bir kardeş ve bir abiyle birlikte. Çalıştığı makamın, muhatap olduğu kişilerin yanılsamasına kapılmayan, geldiği yeri unutmayanlardan biriydi Sıdıka.

Marmara Sinema Televizyon mezunu, işini severek yapan, insana hayatı kolaylaştıran harika birisiydi. İstediğinizin yanı sıra istemediğiniz işleri de yapardı, ama işgüzar değildi. Uzaktan hissederdi, bakışlarınızdan anlardı neye ihtiyacınız olduğunu. Sezgileri güçlüydü, zekiydi. Bir mimiğiniz yeterliydi onun için, yani siz leb demeden işiniz hallolmuştu.

Mesleğinde genellikle kibrine yenik, yükselme arzusuyla yanıp tutuşan suni insanların arasından kalın bir çizgiyle ayrılıyordu Sıdıka. Güler yüzlüğü, yardımseverliği, alçak gönüllüğü ve cömertliği öğretiyordu duruşuyla camianın insanlarına adeta.

İnandığı şeylerin arkasından yürüyordu. Gezi Direnişine de inanmıştı, son aylarda attığı twitlerin çoğunu bu konu meşgul ediyordu. Selen Gülün’ün piar işlerini yapıyordu, hiçbir menfaat gözetmeksizin gönüllü olarak sadece onun müziğine duyduğu inanç nedeniyle.

Tatlı bir panik içinde yapardı işlerini. Kimseden olumsuz bir bahis duyamazsınız hakkında, adının tatsız bir konuya adı karışmışlığı vaki değildi. İçkisi, sigarası yoktu, limiti bir biraydı, o da ayda yılda, eş dost ısrarı üzerine. Kalp krizine yenik düşmüştü Sıdıka.

***
Her gördüğünde “mahcubum” diyerek bebek sevmeye geleceğine dair verdiği sözü yinelerdi. Gelemedi, zamanı yetmedi…

Romalılar bu dünyadan göçen insanlar için “öldü” demezlermiş ölümü değil, yaşamı kutsamak için “vixit”, yani “yaşadı” sözcüğünü kullanırlarmış. Ben de Sıdıka için öldü değil, yaşadı demek istiyorum 29 yıl da olsa, 100 yıl yaşamış kadar büyük bir olgunluk içinde…

Murat Beşer ([email protected])