Bir ustanın ardından: Cedar Walton

Eğer caz müziğine, özellikle altmışlı, yetmişli yılların hard-bop akımına meraklı değilseniz, Cedar Walton adı size bir şey ifade etmeyebilir. O halde size onu anımsatabileceğimiz en net fotoğraf, ünlü Round Midnight filminden alınmış bir kare. Sahne New York’un caz kulüplerinden birinde geçer. Sahnede iki dev çalıyor, saksofoncu Dexter Gordon ile trompetçi Freddie Hubbart. İkilinin solunda da efendi görünüşlü siyah bir piyanist oturur, işte tuşların üzerine iştahla eğilen bu adamın ta kendisidir, Cedar Walton.

Mesleğinde gerçek bir üstat olarak kabul gören emektar piyanist, 19 Ağustos 2013 tarihinde 79 yaşında iken yaşama veda etti.

***

Klasik müzik eğitimli annesinden almıştı ilk derslerini, Teksaslı küçük Cedar. Sanat sepet işlerine ve caza pek meraklı olan anne, onu kolundan tutup loş bir salonun içine çektiğinde, artık Art Tatum ve Thelonious Monk’u konserde canlı izlemiş biriydi.

Denver Üniversitesi’nde kompozisyon okurken, kendine ait bir üçlü oluşturarak ufaktan yerel kulüplerde çalmaya başladı. O esnada bulundukları yere takılan Dizzy Gillespie ve genç John Coltrane’e kendini göstermek için bu büyük bir fırsattı. Fırsatı iyi kullandı ve önünde saygı ile eğildiği müzisyenlere birlikte takılma ve solist olarak çalma şerefine nail oldu. John Coltrane’in efsane “Giant Steps” oturumlarında yer alan üç piyanistten biriydi Cedar.

1955 yılında New York’a taşındığında artık Duke Ellington ile tanışmasının önünde hiçbir engel kalmamıştı. İlk adının geniş kalabalıklar tarafından duyulmaya başlaması, 1961 yılında Jazz Messengers’a katılmasıyla gerçekleşti. Lider davulcu Art Blakey ile genç yetenekler saksofoncu Wayne Shorter ve trompetçi Freddie Hubbard ile yaptığı kayıtlar, onun repertuarında halen bazıları için doruk noktası olarak kabul edilir. Bir de J.J. Johnson ile çaldığı günleri saymalıyız mutlaka.

Üç yıllık rüya gibi geçen maceranın ardından en iyi plak şirketlerinin kapıları açılmıştı Cedar’a Prestige, Blue Note, Riverside gibi…

***

50 yılı aşan müzikal kariyeri boyunca hiç vites küçültmedi Cedar. Hem çevresindeki müzisyenler için (müzisyenler kıraathanesinin sahibi misali) bir merkez, hem de ilham kaynağı olarak görüldü.

Lider ve orkestra kurucusu vasfının yanında, bir eşlikçi olarak da aranan birisiydi. Onu özgün kılan şeylerden biri armonilerinin çok özel oluşuydu. Eşlik ettiği isimlerin, ona açtığı özgürlük alanı, gelişimine büyük katkı sağlamış, kişiliğinin oturmasına hız kazandırmıştı. Çalıştığı müzisyenler için vazgeçilmez oluşunun belirgin nedenleri arasında sayılabilir bu özellik.

Cedar geride bıraktığı repertuarla kendinden sonraki müzisyenleri hayli etkiledi. Ellerinden çıkan “Firm Roots”, “Bolivia” ve “Cedar’s Blues”, artık büyük birer caz standardıydı. Özellikle seksenli yıllarda (funk dahil) birbirinden çok farklı tarzlarda ve farklı kuşaklara mensup müzisyenlerle çok keyifli projelere imza attı. Zengin bir ürün yelpazesinde gezdirdi parmaklarını.

***

Bir dönem bestelerinin müzisyenlere arasında paylaşılamadığı bilinir, halen anlatılır. En ünlüsü yetmişlerin başında Freddie Hubbard ile Wayne Shorter’ın “Fantasy in D” adlı parçasını albümlerine alma tartışmasında birbirlerine kısa süre için de olsa küsmeleri. Münakaşanın kazananı bilindiği üzere Freddie olmuş, parça Grammy ödüllü “First Light” albümünün kapanışını süslemişti.

Çaldığı davulcularla Art Blakey yıllarından sonra hep derin bir ilişkisi oldu çalarken davula daha fazla odaklandı. Bunlar ustadan kalan mirasın parçalarıydı kendisine. Özellikle de Elvin Jones ve Billy Higgins’e düşkündü. Genç yaşta karşısına çıkan büyük ustalar için kendisini çok şanslı gördüğünü her fırsatta dile getirirdi, o yüzden.

***

Yenilikçi bir müzisyen değildi, ama yenilik peşinde koşacağım diye saçmalayan pek çok müzisyene, geçmişin alacakaranlık fotoğrafları arasında gezinen tumturaklı tarzıyla ders veren bir müzisyendi. Müzik camiasından iyi bir usta daha eksildi.

[email protected]