Bir saygı belgeseli: Mama Africa

Bizdeki kültür sanat organizasyonlarına yüksek yüzdeyle imza atanlardan biri olan İKSV, bu yıl 40 yaşına basıyor. Bünyesindeki Film Festivali ise 31. 31 Mart ve 15 Nisan arasında gerçekleşecek Film festivalinin, bu yıl belki de en önemli teması müzik.

40. yıl şerefine düzenlenen “Sinema ve Müzik” adını taşıyan bölümdeki 10 yıllık zaman dilimlerini temsil eden beş film dahil, bu yıl doğrudan müziği ve müzisyenleri kendine konu edinen filmlerin sayısı 11.

Neredeyse Caz Festivali gibi müzik meraklılarını koşturmaya aday programda, seçmeye meraklı, zamanı ve biraz da ekonomisi kısıtlı olanlar için en ilginç filmlerden biri şüphesiz Finlandiyalı yönetmen Mika Kaurismaki tarafından yapılan Mama Africa belgeseli. Belgesel sadece büyüleyici sesiyle değil, politik tarafıyla da, 50 yıl boyunca Afrika kıtasının baş tacı ettiği bir isim hakkında: Miriam Makeba.

Miriam Makeba’nın sıfatı neredeyse kendinden daha ünlü: Mama Africa olarak tanıyor onu tüm dünya. 1966 yılında aldığı Grammy ise, onu Güney Afrika’nın en iyi seslerinden biri yapmaya yetmişti.

1932 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg kentinde doğdu. Çağdaşlarına göre daha zor hayatı vardı Makeba’nın genç yaşta yitirilmiş bir baba ve kapı kapı iş arayan hizmetçi bir ana, bu hayatın ilk simaları oldu. Şansı, herkesin Sarah Vaughan ve Billie Holiday şarkıları söyleyerek ünlenmeyi hayal ettiği bir ortamda, kendi halk şarkılarını yorumlayarak yükselmesiydi.

Bu şans onu Amerikalı yönetmen Lionel Logosin’in belgeselinde de yakalayınca, 1959’da ünü ülke sınırlarının dışına taştı. Aldığı davetlerde yaptığı konuşmalar nedeniyle ülkesinde “tehlikeli” bulunarak, 1959’da yurt dışındayken vatandaşlıktan çıkarıldı ve hayatının çok uzun bir kısmını sürgünde geçirdi. Bu yıllardaki koruyucu meleği ise, sonradan kocası olan Hugh Masekela oldu. Dokuz ülkeden pasaport alan ve 10 ülkede fahri vatandaşlık payesi verilen Makeba, ülkesine ancak 30 yıl sonra dönebilecekti.

Bunun üzerine Amerika’ya yerleşiyor ve albümler yayınlamaya, konserler vermeye başlıyor Makeba. Anavatanında seslendirmiş olduğu Pata Pata’yı Amerika’da yayınlıyor ve şarkı büyük bir hit oluyor Makeba popüler bir figüre dönüşüyor. Ancak bu durum pek uzun sürmüyor. Zira, Amerika’da ırkçılıkla mücadele eden radikal siyah hareketlere katılınca, hatta 1968’de Kara Panterlerin liderlerinden Stokely Carmichael’le evlenince, Amerika’daki konser ve albüm çalışmaları iptal ediliyor.

Bu gelişmenin ardından Makeba Gine Cumhurbaşkanının davetiyle bu ülkeye taşınmaya karar veriyor. 1973’de Carmichael’den ayrılıyor ve kızının ölümüyle sarsılarak, bu acıyla 1985 yılına dek üç albüm yayınlıyor. Aynı Brüksel’e taşınıyor. Nelson Mandela, uzun uğraşlar sonucunda Makeba’yı 1990’da anavatanına dönmeye razı ediyor.

Makeba, ileri derecede politize biri değildi sınıf bilinci, ırk kavramının gerisindeydi. Deneyimlerinden çıkardığı dersler ve politik yılların üflediği yeller, onu uluslararası ırkçılık karşıtı bir simge haline getiriyordu.

Mandela’nın tutuklandığı yıl, 1962’de umutlarını John F. Kennedy’ye bağlamış, Amerika başkanının Afrika için kurtuluş olacağına inanacak kadar yalpalamıştı. Bu tuhaflığın yarattığı yakınlık Makeba’yı, bir çeşit Amerikan kültür-sanat diplomatı haline getirdi. Amerika ve yandaş örgütlerinin tüm lüks gecelerinin sahnesinde artık o vardı bir vicdan özrü gibi adeta.

Mama Afrika, sanatından, sesinden ve şarkılarından aldığı karşı konulamaz gücü, bazen şaşırtıcı, bazen de irkiltici bir biçimde kullanabiliyordu. 1987 yılında, insan haklarını rant malzemesi olarak kullanması konusunda tartışmalı olan Paul Simon turnesine destek vermesi, Afrika müziğine batıda açılan büyük pazarı göz önünde bulunduran ticari bir hamleydi.

Makeba 2008 yılında İtalya’da mafya tarafından tehdit edilen yazar Roberto Saviano’ya destek için düzenlenen bir konserde şarkı söylemesinin ardından geçirdiği kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdi.

Yukarıda kısaca özetlenen bu eleştiri, maalesef Kaurismaki filminde yok. Yönetmen belgeselin çekilmesinden kısa bir süre önce Makeba’nın ölmesiyle hayli zor durumda kalmış ve sanatçıdan geriye kalan arşiv görüntülerine ağırlık vermiş. Arşiv görüntüleri, konser kayıtları ve yeni röportajları bir araya getiren belgesel, sadece ve sadece bir saygı çalışması. Yine de bu durum Mama Africa’yı görülmesi gereken bir belgesel olmaktan geri bırakmıyor.

[email protected]