Bir Demiryolu Çocuğu Kemal X

İlk defa Narmanlı Han’da karşılaşmıştık daha önce tanıdığım astığı astık kestiği kestik müzikler dinleyen uzun saçlı, maço tavırlı abilere benzemiyordu.

Fıldır fıldır cin gibi bakan parlak iki zeytin gözden, iki karakaştan ve sıcak bir yarım gülümsemeden oluşan ufak tefek bir tipti.

Meraklı ve şüpheci bir karakter olmasına karşın, yardımsever ve paylaşımcı tarafı daha ağır basıyordu.

Onu her görüşümüzde bu cennetsi handa toplanmış, yeni müziklere aç müdavimler olarak çok heyecanlanırdık zira Kemal Aydemir ya da bizim ona hitap ettiğimiz haliyle Kemal X, her ziyaretinde mutlaka bilmediğimiz birkaç plağı koltuğunun altına kıstırmış bulunurdu.

***

1952 İstanbul doğumlu, Zeytinburnu – Bakırköy hattından… Trenleri hep sevmiş hem sevmiş, hem taşlamış çocukluğu boyunca. Eski bir Rashit şarkısındaki gibi ya da Edith Nesbit’in The Railway Children kitabındaki…

Üç kardeşin ortancası, tam boy solak, sigaraya hayır demez, ama alkole mesafeli…

Kendini bildi bileli irili ufaklı desenler çiziyor, o yüzden de 1977 yılında grafik okuma sevdasıyla tutmuş Londra’nın yolunu tabii biraz da daha özgür yaşayabileceği bir dünyanın hayaliyle. Okumanın bu kadar pahalı, işgücünün de neredeyse bedava olduğunu nereden bilecekti ki o zamanlar?
Bahtına okumak yerine çalışmak düşüyor üç paraya berbat yerlerde. Sabahlara kadar patates soğan soyuyordu, ama anlaşılmaz bir biçimde kendini mutlu hissediyordu. Hatta sanırsınız ki George Orwell “Paris ve Londra’da Beş Parasız” adlı kitabında Kemal X’in bu dünyaya geleceğini önceden sezmiş ve kaleme almış.

Kim bilir, belki de, kendisini çevreleyen alternatif yaşamın cazibesi yüzünden. İngiltere’de işsizliğin arttığı, buna bağlı olarak Punk akımının patladığı zamanlar… Aşk bitmiş, yerini öfke almış O da hippi olarak gittiği Londra’da kısa sürede bir punka dönüşmüştü. İngilizceyi kısa sürede kapmıştı Cockney aksanıyla konuşuyor, sokak ağzını iyi beceriyordu. Bu yüzden bazı çevrelerde İngiliz Kemal olarak biliniyordu, ünlü Türk casusunun İngilizceyi çeşitli aksanlarda konuşmasına istinaden.

***

Punk patlaması için tüm şartlar olgunlaşmış, tanrı Kemal’i doğru yerde doğru zamanda bulunmakla mükâfatlandırmıştı. Hemen hemen her mahallede bir işgal evi (squad) vardı ki, bunlardan birinde yaşamak, komüne katılmak onun için başlı başına büyük bir maceraydı. Evet, camları kırık, elektriği kesik bir evde kalıyordu, yemeklerini çöpten topladığı mutfak eşyalarında pişiriyordu ama dostlarıyla arasındaki adil paylaşım, her türden fiziki eksikliği fazlasıyla kapatıyordu. Kapitalizmde sosyalizmi yaşamak ne kadar mümkünse, bunu sonuna kadar hissederek soluk almak onu tarifsiz derecede mutlu etmeye yetiyordu.

Zaten çoğunlukla konserler parasız, paralı olanlar da işsizlik kartıyla girilebilen gösteriler haline gelmişti.

İzlediği topluluklar arasında The Sex Pistols, Siouxsie & The Banshees, 999, The Lurkers, Selecters, Frank Zappa & The Mothers, Jethro Tull, Eyeless In Gaza, The B52’s, Lene Lovich bulunuyordu. Henüz ünlü olmamış Madness üyeleri ise, aynı pub’ta birlikte bira içtiği kafa dengi mahalle arkadaşlarıydı.

Bir gece afişte Jimi Hendrix adını görünce daldı sinemaya, sağına soluna dikkat etmeden. Arada ışıklar yandığında etrafındaki herkes ayağa kalkmış ona bakıyordu, nefret dolu gözlerle. Siyahlara ait bir sinemaydı burası ve beyazların girmesi yasaktı. Dayak yemekten son anda kurtuldu, Türk olduğu için, bu yasak sadece ırkçı İngilizleri kapsıyordu…

Yanlışlıkla katıldığı bir Voodoo ayininden canını güçlükle kurtarmış, keza bir kızın gözü çıktığı için ulusal basına yansıyan bir punk konserinden yaka paça sıvışmıştı.

Güzel, güzel olduğu kadar zor zamanlar çabuk geçti vizesi bitince bir türlü yeniden oturma ve çalışma izni alamadı ve sınır dışı edildi.

***

1982 yılının karanlık günlerinden birinde döndü memlekete askeri darbe günleriydi ve gece yarısından sonra sokağa çıkmak yasaktı.

Ufak tefek işler tuttu çaresiz sigortasız, güvencesiz… Uzun süren yalnızlık dönemleri, kasvetli, bunalımlı zamanlar eşlik etti bu kurşun gibi ağır günlere.

Bakırköy’de Eloy Hakan’ın tezgâhına takılıyor oraya götürdüğü kasetleri zorla da olsa çaldırarak, metale yeni sevdalanmış ergenlere Punk müziğini öğretmeye çalışıyor bir de döneminin iyi topluluklarından Poseidon, Kramp ile mızıka çalıyordu, Caravan, Bilsak ve Gitane gibi yerlerde…

İstiklal Caddesine çıktığında adres kaçınılmaz olarak Narmanlı Han oluyordu. Aşağı yukarı onu tanıdığım zamanlara denk geliyor bu. 500 civarı plakla gelmişti Londra’dan punk, new-wave, endüstriyel ve gotik türde.

Ara sıra plaklardan bazılarını dinlememiz için Narmanlı’ya getirirdi. O zamanlar hiç birimizin haberdar olmadığı, hakkında en ufak bir fikrimizin olmadığı topluluklar ve plaklar. Sonradan hepsini Deniz’e sattı, “bunların bana kaydını yap” şartıyla…


Kemal X ve Lydia Lunch

Aralarından Lydia Lunch’ın “Queen Of Siam” ve Eyeless in Gaza’nın “Photographs As Memories” albümlerini edinmek nasip olmuştu bana, Deniz’in aybaşında kapatılmak üzere veresiye defterinde açtığı sayfa sayesinde…

Stüdyo İmge dergisinin editörlüğünü yaptığım günlerde ondan da yazı istiyordum. O (ve Mondo Trasho Esat) olmasaydı, Stüdyo İmge’nin Sex Pistols kapaklı dokuzuncu (Punk özel) sayısı çıkmazdı belki de...

2000’lerin ortasından itibaren Beyazıt’ta bir sahafta çalışan Kemal X, şimdi evrakı metruke alıp satıyor elden, ama bana sorarsanız O halen iyi kalpli bir demiryolu çocuğu…

Murat Beşer ([email protected])