Babalar ve Oğulları: Müslüm Gürses

Eskiden toplaşırdık, o gün kimin ailesi gezmeye gidiyorsa, yani kimin evi boşsa onun evinde. Ekseriya nüfusu az ailenin müstakil oda sahibi ferdi olurdu bu kişi hani öyle annesinin ya da ablasının gelip bize bulaşmayacağı, “bu ne gürültü”, “bu dumanda nasıl oturuyorsunuz?” demeyeceği. Amaç bir iki bira ya da köpek öldüren refakatinde kenarı köşeli kolay kolay patlamayan poşetlere taşıdığımız gürültülü plakları birlikte dinlemek.

İstisnasız, her zaman yeni bir şeyler keşfedilirdi hiç olmadı toplama bir plaktan yakası açılmadık bir müzisyen adı bulup dilimize dolar, başlardık plaklarını aramaya. Beğendiğimizi ve beğenmediğimizi ne kadar da acımasız, ama bir o kadar da özgün fikirlerle birbirimizle paylaşırken çok şey öğrendiğimizin farkında bile olmazdık. Tamam, öncelikle eğleniyorduk, ama eğitim denen şeyin okullardan daha ciddi bir şekilde bu duruşmalarda gerçekleştiğini çok sonradan fark ettim.

Abilerimiz hayat okulunun rock felsefesi bölümünden doktoralı. Deep Purple’ları, üyelerinin solo albümlerini çalmakla yetinmeyip, şarkıları farklı tonlardan okuyan, Kraut-Rock dünyasının dalağını yaran, Jimi Page’in öksürdüğü sesleri dahil bootleglerini yılanın deliğinden bulup getiren, Jimi Hendrix dinlerken gitarını çıkarıp eşlik eden, yüze yakın Frank Zappa plağı ile tanıştırarak dünya görüşüme katkı yapan o güzel insanlara çok şey borçluyum. Şimdiki, kendini pazarlamakla albümü pazarlamak arasında yalpalayan gazete, dergi yazarlarını kendine asistan bile yapmaya tenezzül etmeyecek kadar donanımlı, entelektüel plak satıcılarından bahsetmiyorum bile.

Vefatı üzerine düşündüm de, bizler rakçılar koğuşunda müebbet yatarken, hiç kimse Müslüm Gürses plağı getirmemiş, tavsiye etmemiş, hatta laf arasında bile adı geçmemişti. Tanıdığım doğru insanlar listesi mi eksikti? Yok, o kadar da edilgen değilim, hiç Müslüm Gürses plağı satın almasam da, uzak tanışlarım vasıtasıyla onlarla çaktırmadan ilgilendim. Dinlemek için çok çaba gerekmiyordu o yıllarda, zaten her kasetçinin önünde uzun saçlarınıza ve gözlüklerinize rağmen sadece 3 dakikanızı vererek bir şarkı dinleyebiliyordunuz. Taşıdığımız kimlik münasebetiyle en çok da sosyolojik incelemelerden izliyordum ya da genel olarak arabesk hakkında dışardan malumat topluyordum... Bu eşeleme merakım nüksetti. Sosyolojik dilin kuruluğuna, sıkıcılığına tahammül edemememe rağmen, son sortiden sonra ortaya çıkan kırık dökük birkaç tespitin Ekşi Sözlük formatındaki dökümü şunlar oldu:

Arabesk, sadece bir dönem devlet kanallarında yasaklandığı için, şimdi birilerine sempatik geliyor olabilir mi? Acaba bir zaman mağduru oynayan (işine geldiğinde iktidarda bile mağdur rolü kesen) siyasi bir iktidarla ilişkilendirilebilir mi? En azından onların içinde intikam duygusu yok. Örneğin şu yukarıdaki sosyologlar: arabeske elit yaklaşanları eleştireyim derken eleştirdiği kesimlerden daha az elit olduklarını iddia etmek ne mümkün?

Şüphesiz arabesk dünyasındaki en özgün taraf Müslüm Babacılar. Marjinal içinde marjinal, dışlanmış içinde savrulmuş, sahipsizin önde gideni… Diğer arabeskçiler gibi heterojen bir hüviyet değil, “zencilerin birbirine benzediği” gibi. Eğer zorlar, köşeye kıstırır, sineğin yağını hesap ederseniz politik bir alt-metin okuyabilirsiniz hallerinden. Tanju Okan’ın “Ben Artık Parkta Yaşıyorum” cümlesine benzer anarşizan bir tavır. Zira Müslüm Babacılık, tüm karakteristik özellikleriyle sapına kadar bir alt-kültür doğrudan işçi sınıfına, kazanın en dibindekilere ve şehir berduşlarının yüreklerine dokunan bıyıklı kavruk adam da kült bir figür.

Diğer arabeskçilerin yanında ona takılan sıfat gelişigüzel bir hitap değil. Orhan Gencebay “Kral”, Ferdi Tayfur “Ferdi”, Emrah “Küçük Emrah”, İbrahim Tatlıses “İbo”, ama Müslüm Gürses “Baba”. Yani, delikanlılığın kitabına göre, içlerinde en fazla güven beslenilen. Ne sonradan poptu, raktı söylemesi ne de kolalı içecekmiş, bankaymış, kılmış tüymüş reklamlarda oynaması hiç biri ocağa ateş düşürmeye yetmedi, kol kırıldı mı? Bilmiyoruz, çünkü yen içinde kaldı. Ne olacak, Kadir İnanır da etek giydi reklam uğruna Kadirizme bir zeval mi geldi? Bozuk düzen bu, geçim uğruna neler yaptırmıyor insana. Onlar sonuna kadar damardan derin arabeskçi kardeşim, fantezi popçularla falan karıştırılmasın.

Dini-bütün çevrelerde hoş karşılanmaz öyle isyanmış, misyanmış! Zaten dünyaya yoksul olarak gelmek Kapitalizmin suçu değil mi? Bitmeyen çile ise proleterlik, zaten eğitimden ve bölüşümden de nasiplenememişler. Zararları kendilerine, öyle devrim falan kurtarmaz, ölümüne bağlanacak bir aşk lazım. İçleri temiz, şarkıları gibi onları bozan kahpe felek. Oylar aşk, ekmek ve şarap partisine. Simgeleri jilet, ona da Müslüm Baba kızıyor.

İlk rahmetli arabesk ikonu hiç çocuğu yok, ama milyonların Babası, Müslüm Baba. Cenazesi, bir kere bile sahnesinde şarkı söylemediği CRR salonundan kalktı. Bunu iade-i itibar olarak göremeyiz, ama devlet erkânının politik yüzsüzlüğü olabilir. Şayet Baba yaşasaydı, Neşet Ertaş’ın devlet sanatçılığı teklifine verdiğine benzer bir cevap verebilirdi. Şaka, şaka Baba o kadar karıncaezmez biriydi ki, kibarlığından, efendiliğinden gıkını çıkarmaz, itiraz etmezdi.

Sonun başlangıcıydı ölmeye yatmak üzere hastaneye kaldırıldığı günün ertesinde, doktorunun açıklamasında kullandığı ifade Müslüm Baba’nın hayat hikâyesinin özeti gibiydi: “kötü kullanılmış bir beden”. Bir metre uzaklıktan tanık olmuştum, sahnedeyken kendisine bir kadeh viski uzatarak “çek baba çek” diyen genç hayranına, “ömür boyu çektim, yeter çektirmeyin bana artık yahu!” diyerek hayatının özetini teyit etmişti. Bu hikâyeyi kendisine sorduğunuzda “ilkokulu bitirdim, gerisi yok. Adana’da damda yatarken uzun hava okudum. Arkadaşım halkevine gidiyordu, ben de gittim derken Çukurova Radyosu’nda sanatçı oldum” diye başlıyordu…

Yorumcuydu, büyük yorumcuydu içli sesiyle bir Arabesk figürü olarak önemi, sadık bir koca olarak iyi eşliği, yumuşak kalpli bir insan olarak kıymeti bir yana, ülkemizin sayılı yorumcularından biriydi. Dillere yüzlerce şarkısının nakaratı takılsa da, kaset toplatan “açılsın meyhaneler yıkılsın minareler” satırı unutulmadı. Sözlerini de vereyim tam olsun:

Açılsın Meyhaneler Yıkılsın Minareler
Allahsan Allahlığını Bil Yeter
Çektiğim Çileler Yıkayın Beni Musalla Taşında
Adımı Yazın Kanımla Cami Duvarlarına
Ölürcesine Sevmek Tek Günahımsa
Kapatın Cennetin Kapılarını Bana
Sararsın Yapraklar Sönsün Işıklar
Artık Güneş Doğsa Neye Yarar
Benim Gönlüm Hep Sonbahar
Gömün Beni Meyhanenin Tam Ortasına
Sarhoş Kardeşlerim Gelsin Yanı Başıma...

[email protected]