Ayı Murat (1)

İlkokulda bandoya girmek istedi, hayali trampeti çalmaktı, almadılar. Rontçu olmasını münasip gördüler, kıyafet giydirip yeşilbiber kılığına soktular, Barış Manço’nun “Domates Biber Patlıcan” şarkısı eşliğinde sahneye sürdüler. Moralini bozmadı, ortaokulda boru takımına girmek istedi, oraya da almadılar. Tek çalabildiği şey blok flüttü, onu de hem berbat çalıyor, hem de kuşağımızın her ferdi gibi müzik hocasının kafasına vurarak üçe ayırdığı bu çalgıdan nefret ediyordu. 

Tam ümidini kesmek üzereydi ki doksanların ortası gelmiş geçiyor, başta Nirvana şarkıları olmak üzere üç akorlu parçalar dünyayı kasıp kavuruyordu. O da zaten İzmir Fatih Fen Lisesi’ne başlamış ve orada elektrikli gitarlarına haşince vuran üst sınıftan çocukları tanımıştı. Çok ilginç şeyler oluyordu. Michael Jackson’ı Madonna’yı hatta (kendisi gibi Manisalı olan Kabus Kerim’in içinde bulunduğu) Cartel’i anlıyor, seviyordu da; şu Hacettepe Alman Dili ve Edebiyatı’nda okuyan ablasının getirdiği kasetleri pek çözemese de çok önemli değildi, yine de Faith No More, New Model Army, Sex Pistols ve Exploited’a özeniyordu. 

Sonunda dediler ki, bak sen özendiğin tarzla, saç şeklinle, kısa pantolonun ve cebinden sarkan zincirle falan şu Athena denen gruptaki çocuklara çok benziyorsun. Havaya girmişti artık. Zaten yatılıda beraber kaldığı o rock topluluğunun elemanlarıyla da sıkı fıkıydı. Özellikle gitarcısı kankaydı; ondan birkaç akor öğrenince aklı kesmişti müzik yapabileceğini. Onun verdiği dandik bir gitarla işe başladı, ne ders aldı, ne de yılgınlığa kapıldı. O çocuk gün geldi müziği bıraktı, ticarete atıldı, ama bizimki yani yıllar sonra kuracağı topluluktan alacağı sıfatla Ayı Murat, işi güzel melodiler yazıp, hararetli sololar atmaya kadar vardırdı. 

***

Tabi biraz da müdavimi olduğu Yücel Plak’ın suçu vardı, bu olan bitende. Oradan aldığı çekme kasetlerle punk-rock ve black metal’e sardırdı. Hatta Ankaralı Satanic Verses adlı bir topluluğun demo kaseti okul dolabında bulunduğu için okuldan atılmanın eşiğine geldi, hafif bir disiplin cezasıyla son anda yırttı. Zira o sıralar “satanizm cinayetleri” okul müdürlerinin itibar ettiği medyanın pek bir sevdiği konulardı. 

Bu arada Skinhead ya da dazlak kültürüyle tanışması ise komediyle travma karışımı bir hikayenin ürünüydü. O zamanlar Titanic filmiyle ortalığı kasıp kavuran Leonardo DiCaprio’ya hayran herkes gibi; saçlarını öyle şekil yapmak için Alaşehir’in en afili berber salonunun yolunu tutuyor. Ne var ki aksi bir amcaya çatıyor burada. Palmiye benzeri bir tıraş isterken çıkan münakaşa sonucu bir numaraya vurularak dönüyor eve. Malum bitlenenlerin ya da deli teşhisi konanların maruz kaldığı bir durumdu bu, ama aslında farkında olmadan Skinhead kültürüne attığı ilk adımdı. 

Lisede tarih ve coğrafya kitaplarından daha çok L’Manyak okuyan Ayı Murat tam bir Bülent Üstün hayranı olmuştu. Kavgayı, içmeyi, sarhoşluğu ve başka bir yaşam tarzını ilk defa Kötü Kedi Şerafettin’den öğreniyor; kim bilir belki de İstanbul’a onu götüren sebeplerin bilinçaltını besliyordu.   

***

2000 yılında Yeditepe Üniversitesi’nin Mimarlık bölümünü kazandı, ama paralı okul çok zordu. Hem ona göre değildi. Tekrar sınava girdi, bu kez İstanbul Üniversitesi Su Ürünlerini kazandı. Belki inanmayacaksınız ama hem kazandı hem bitirdi. Ne var ki iki okul bu haytanın tam 13 yılına mal olmuştu. 

Derslerle pek alakadar olmayan bu genç adam ilk geldiği okulda Bed Lamites adında bir topluluk kurdu. O da öyle ulvi hedefler arzulayarak falan değil; Akmar Pasajı’nda garip bir herifle karşılaştı: kırmızı-yeşil saçlı kafa Mohawk, altta ekose etek, yüzünde de sekiz tane piercing. Birbirlerini görünce aynaya bakıyor sandılar. Al sana tam sokak punk’ı… Vokal yapan bu çocuğun ona uzattığı gitar, grup kurma teklifinin ta kendisiydi. 

Gittiler, Lost Stüdyo’da Gökhan Tunçişler ile tanıştılar. Yani aranan davulcu da bulunmuştu. Bas mı? Tampon Özge’den daha iyisini mi bulacaklar!

Stüdyoda çok tıngırdattılar, ama ne yazık ki hiç kayıt yapmadılar, konser vermediler. Oysa bizimkinin birikimini açığa vuracağı bir şeye ihtiyacı vardı. O da The Ayılar oldu. 

***

Aslında onlara başlangıçta en fazla ilham veren kişi Cemiyette Pişiyorum üyesi Tolga idi. İlk parçayı onun teşvikiyle, Beşiktaş’ta Zibidiler’den At Kerem ile kaldıkları evin stüdyoya çevrilmiş alt katında, o an orada kim varsa onların katılımıyla çalmışlar, kaydetmişler, demoyu da tanıtması için Güven Erkin Erkal’a göndermişlerdi. Gönderildiği haliyle şarkının adı “Ayı S….m”, sahibi ise Murat & The Anarko Bootboy idi.  

Güven parçayı beğenip çalmakla yetinmemiş, bir de KemancıZine’de Top10’e almıştı. Memlekette iken bu haberi alan Ayı Murat gereken gazı almış, kendini müzikal açıdan yetiştirmeye karar vermişti. Hepsinin ötesinde artık ne yapacağını çok iyi biliyordu: tabi ki grup kuracaktı!

İsimleri önce Ayılar idi. Ne var ki, kendilerine bu adı uygun gören kıllı, bıyıklı, sakallı, iriyarı gay kamyon şoförleri ile karıştırılıyor, onlardan zannediliyorlardı. İsimlerini değiştirdiler, önlerine The takısını aldılar. 

Yaptıkları iş müzikal açıdan aslında çok basit ve anlaşılabilir bir şeydi. Oi ve Punk seviyorlar; bu müziğin çiğ soundunu hedefliyorlar, şarklarında da bolca anonim melodi ve askeri ritimler, marşlar, keskin trampetler kullanıyorlardı. 

Ayı Murat buna alışıktı; neredeyse tüm çocukluğu bu seslerle yoğrulmuştu, zira Alaşehir’deki çiftliklerinin yanında bulunan taburun şoför alayından miras kalmıştı bu sesler. Tüm geçmişi bunlarla özdeşleşmişti. Onun da kökleri bu olmuştu adeta. 

İlk şarkıları “Bugün Pazar” adında bir şeydi ve topluluğun adı da bu şarkının nakaratından çıkmıştı. 

***

Sokakta birlikte takıldığı çok eski arkadaşı Poster-iti Can sağolsun, grup elemanı olarak Can ve Furkan isimli iki tanıdığını önermişti ona. Hatta tanışmak için gittiklerinde Galatasaray Hamamı’nın önünde kusarken buldular iki kafadarı. Kusmaları bitince onlara iki bira ısmarlayarak tavlamıştı, bir grup kurmak için. 

Üç kişi sıvadılar paçaları: Sid Vicious’a benzeyen Aydınlı basçı Can, İbrahim Sadri’nin oğlu davulcu Furkan ve kendisi. Bir de solist lazımdı, o da Not Made In China’dan tanıdığımız Göksu oldu. İlk konserlerini Pin-Up ile verdiler, Balo Sokakta ikinci katta uyduruk bir yerde. Bahtsız bedevi diye buna denir, polis basmaz mı o gece mekânı? Yaşı tutmayan Furkan’ı barın altına saklayarak kurtardılar. Aynı gece “Artık” adlı fanzini çıkaran Can’ın sahneye fırlayarak mikrofonu kapıp “Fuck You Güven” diye böğürmesi, kalabalık tarafından bir çeşit boyalı medya eleştirisi olarak algılanmıştı. Ekip çeşitli sebeplerden dolayı çalkalandı, bir süre sonra yeni bir basçıları oldu, adı Korhan Özbudak. Oysa onu bir gün önce İstiklal Caddesi’nde Superman kıyafetiyle görmüş ve “bu ne lan” diye sataşmıştı. Ertesi gün herif basçılarıydı.   

Bir gün ekip toplanmış konsere gidecekler. Tünel’de Lay Lay Lom Concert Hall diye bir yer. Üç grup birden çalacak: 100 Derece, Rashit ve Ssst. Bizimkilerde kılık kıyafet malum; içlerinden biri ekose etekli ve kafa Mohawk, diğerinde dikenli deri ceket, ayrıca tamamında piercing var. Taksim’e geldiler, siviller çevirdi: 

- Ne yapıyorsunuz siz burada, bu kıyafetlerle?

- Abi konsere gidiyoruz.

- Oğlum alın şu parayı da, etek giyeceğinize kendinize bi pantolon alın! 

Parayı aldılar tabi, ama pantolonu asla. Onu bir güzel alanın girişinde pilav-ayran satan seyyar abiye yatırdılar. Tamam, karınları da doymuştu, zaten aç ayı oynamaz ki!    

***

The Hall’un paralelindeki Büyük Bayram Sokak’ta kalıyordu bir dönem Ayı Murat. Burası The Ayılar topluluğunun kurulduğu yerdi ve tam bir hayat kadını ve travesti cumhuriyeti idi.  “Rambo Pamela” adlı şarkıları ise bu günleri çok iyi ifade ediyordu. Dramatik bir dünyayı her gece televizyon gibi penceresinden canlı izliyor; sayısız kavga, bıçaklama ve gasp olayına tanıklık ediyordu. 

Uyuşturucu satıcısı, otopark mafyası, hırsızı, iti uğursuzu hepsi burada cirit atıyor; racon kesiyordu. Onlar da bu senaryonun parçası olmaktan kaçamadı; giysileri, saçları, takıları, dövmeleri; her şeyleriyle ilgi çekiyorlar ve toplumun dışına itilen tüm marjinaller gibi aynı kaderi paylaşıyorlardı buradaki travestilerle. Durdukları yerde bela onları buluyor, neredeyse kavgasız bir gün geçiremiyorlardı. 

Ayı Murat kendine bulaşan uğursuz heriflerin dayağından (belki de cinayetinden) travestiler tarafından kurtarılmıştı. Onları bir an püskürtmeyi başarmış, tam kaçacakken ayağı takılarak yere kapaklanmıştı, ama neyse ki komşuları yetişmişti imdadına. Travestilerle arası iyiydi, çünkü iyi komşulardı. Ayı Murat artık emindi; onlar sanıldığının ve toplumun tarif ettiğinin aksine benim diyen delikanlılardan çok daha güvenilirlerdi. Onlardan ödemesi geciken üniversite harcını halletmek için borç para aldığını, bazen yemek için patates soğan istediğini, sabahları kahvaltılarına misafir olduklarını bile halen dün gibi anımsıyor. 

Oysa bu sokakta sabahın köründe ne müşteriler; kat-kravat, iyi giyimli, statülü, mevki makam ve iş sahibi, kurumsal hayatta yönetici nice yavşak görmüştü. Travestilere olan ilgilerini gizli tutuyor, karga bokunu yemeden gelip on dakika sonra mekândan işini bitirip ayrılıyor ve toplumun kendilerine ayırdığı yüksek mevkide deri koltuklarına kuruluyorlardı.  

***

“Rambo Pamela” gibi tüm şarkıları basit, kısa ve buna benzer yaşanmış hikâyelerin dışavurumundan ibaretti The Ayılar’ın. Bir de onları moda nesnesi olarak algılayan, kullanan, onlar üzerinden “fashion life” yaratıp çıkar sağlayan birileri vardı. Medyanın punk ajansı gibi çalışan Selin Tokyay’ın ID çakması “İkide Bir” dergisinin fotoğraf malzemesiydiler; tabi ki bila bedel, ısmarlanan bira ve döner dışında. “Balans ve Manevra” filminin figüranları filme kendilerini rakı mezesi yapanlardan çok daha harbiydi. Bir sonraki aşamada Athena’nın “Bak Takılmana” adlı klibi için buldular bunları, yine parasız pulsuz oynattıklarını söylemeye hacet var mı bilmiyorum! 

Bu şenlikli sokaktaki kiracılığı ev sahibini dövmesiyle noktalandı Ayı Murat’ın. Herkes “ellerin dert görmesin” dedi arkasından, bu sapık, ispiyoncu pornocuyu döven adamı mahalleden uğurlarken... 

(Devam edecek)

Murat Beşer ([email protected])