Ufuk Uras solculuğu, üçüncü yolculuk ve apolitikliğin teorisi...

AKP'nin anayasa değişiklik paketinin Meclis'te görüşülmesi sırasında, bu ülkenin siyasal tarihinden hiç silinmeyecek görüntülere tanık olduk. Örneğin sosyalistleri temsil etme iddiasıyla TBMM'ye giren Ufuk Uras, AKP'lilerin alkışları arasında "evet" oyu kullandı. Şaşırmadık...

Çünkü Uras, "Ergenekoncuları sevindirmemek için anayasa değişiklik önerilerine 330'un üzerinde oy çıkması gerektiğini" daha önce ilan etmişti. Uras'ın sözünü ettiği anayasa değişiklik paketi, AKP'nin tek başına hazırladığı, sistem içi güçlerle bile uzlaşma aramadığı, dolayısıyla bir burjuva kliğinin siyasal rejim modelinin bütün bir topluma dayatıldığı değişitlik taslağıydı. Uras, solla giderek zayıflayan bağlarını da böylece koparmış oluyordu.

Ancak, toplumu ve entelektüel ortamı terörize eden liberal-muhafazakar şirretlik öyle bir raddeye ulaşmış durumda ki, Uras anayasa değişikliğine ilişkin tavrını açıkça ilan etmesine karşın yine de bazı yol arkadaşlarının saldırılarından kurtulamadı.

Bilindiği gibi Uras, DTP'nin kapatılması ve iki milletvekilliğinin düşürülmesi üzerine Kürt siyasal hareketinin Meclis'te grup kurabilmesi için Barış ve Demokrasi Partisi'ne (BDP) "özerk" bir statüyle katılmıştı. Anlamlı ve önemli bir dayanışma örneği... Gelgelelim, değşiklik taslağı konsunda AKP ile anlaşamayan BDP'nin -ki BDP parti kapatma hukukunun yeniden düzenlenmesini öngören maddenin oylanması sırasında AKP'yi destekledi- aldığı grup kararı nedeniyle Ufuk Uras daha önceki bazı oturumlara katılmadı. İşte o zaman liberal mahfillerde kıyamet koptu. Uras'ın bazı liberal yol arkadaşları kendisini hemen "kara koalisyoncu" ve "statükocu" diye suçlanmaya başlandı. Daha da trajikomik olanı, Uras'ı neredeyse Ergenekoncu ilan ettiler.

Örneğin Ahmet İnsel, geçen hafta sonu (2 Mayıs 2010) Radikal gazetesinin pazar eki olan "Radikal İki" de yazdığı yazıda, Uras'ın "hesapçı ve ilkesiz siyasete" alet olduğunu ileri sürdü. Ahmet İnsel böyle demişse ne olmuş diye düşünmeyin... Ahmet İnsel Birikimcidir, yani günümüzün her soydan liberalinin peygamber ocağındandır. Gündelik işlerle pek uğraşmayan liberal tekke şeyhlerinden biridir. Günümüzün egemen gücü olan muhafazakarların gözdelerindendir. AB'cilerin sevgililerinden biridir. Yani tehlikelidir. Bu nedenle bir şey yazdı mı, şöyle bir toparlanmak gereklidir!

Herhalde bu nedenle olsa gerek Ufuk Uras, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısını değiştirerek zaten sınırlı olan yargı bağımsızlığını neredeyse ortadan kaldıran ve bu "kuvvet"i yürütmenin denetimine sokan anayasa değişiklik önerisine, üyesi olduğu BDP'den hiçbir milletvekili katılmadığı halde, AKP'lilerin alkışları arasında "evet" oyu verdi. Uras böylece sermayenin bir kliğini temsil eden bir partinin rejimi değiştirme operasyonuna paha biçilmez bir meşruiyet kazandırdı.

Bu tutumu ile Uras, hem marjinal bir liberal meczup olduğunu gösterdi hem de bir tür siyasal intihar girişiminde bulundu. Ne diyelim, üzülmemek elde değil, yolu açık olsun!

Uras'ın da aralarında bulunduğu liberal cemaat öyle bir atmosfer oluşturmaya çalışıyor ki, ya AKP'nin anayasa değişikliği önerilerini destekleyeceksiniz ya da Ergenekoncu olacaksınız. Kabus gibi...

Üçüncü yol arayışı kutarır mı?
Bu tavrın dışında bir "üçüncü yol" önerisi de kimi sol yayın organlarında sık sık gündeme getiriliyor. Geleneksel iktidar bloku içinde ortaya çıkan yön ve program farklılaşması karşısında, her iki eğilime ya da güç odağına da itiraz eden bir "üçüncü kutup" oluşturulması öneriliyor. İlk bakışta doğru görünen bu öneriye biraz yakından bakmakta yarar var.

Evet, son çözümlemede iki sermaye fraksiyonları arasında devam eden çatışma karşısında birini ya da diğerini desteklemek yerine solun yapması gereken şey kendi bağımsız sınıf politikasını geliştirmektir. Ancak sorulması gereken soru şudur her tarihsel durak ve dönemeçte bu tavır doğru mudur?

Değildir!

Değildir, çünkü, teorik bakımından doğru olan bir tutum, politik olarak doğru olmayabilir. Örneğin, biz bütün olup bitenlere bakarak güncel her kötülüğün kaynağının kapitalizm olduğunu, kurtuluşun sosyalizmle gerçekleşeceğini, dolayısıyla gerisinin hikaye olduğunu söylediğimizde bu tutum tarihsel ve teorik bakımdan doğru, ve fakat politik olarak yanlış olacaktır. Çünkü bu yaklaşım, bize teorik bakımdan doğru bir şey söylemiş olmasına karşın güncel politik ihtiyaçları karşılamak anlamında hiçbir şey söylememiş olacaktır.

Çünkü, siyasal mücadeledeye kitleleri kazanmak, güç biriktirmek ve toplumu politikleştirerek büyük kurtuluşa hazırlamak için güncel dolayımlara ihtiyaç vardır.

Örneğin kapitalizme karşı mücadele güncel olarak özelleştirmelere, adaletsizliklere, gelir dağılımındaki büyük dengesizliğe, eğitimde fırsat eşitsizliğine, işsizliğe, pahalılığa, yoksulluğa, hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına, kent yağmasına vb. karşı savaşılarak gerçekleştirilir. Tekel işçilerinin mücadelesi gibi...

Tekel işçilerine -son çözümlemede doğru olsa bile- "4/C'ye boş verin, önemli olan kapitalizmi yıkmak" diyebilir miyiz?

Bugün insanlığın ilerici birikimine, aydınlanmanın ve Cumhuriyet'in kazanımlarına (ne kadarsa) ve laikliğe yönelik saldırılar karşısında gönül rahatlığıyla bir "üçüncü yol" önerebilir miyiz? Bu ülke gerçek anlamda ve yeterince laik olmasa bile, gericilikle insan aklının özgürlüşmesi arasında süren bir çarpışmada sosyalizm adına tarafsız kalınabilir mi?

Bana göre hayır!

Solun da üzerinde yükseldiği zemini yok edecek böyle bir saldırı karşısında tarafsız kalınamaz. Çünkü burjuvazinin gerici kanadına karşı yürütülecek mücadele, aynı zamanda kendi geleneklerine ve devrimine ihanet eden sermaye kliğine karşı da esaslı bir savaş olacaktır. Tıpkı ikili iktidar döneminde Kerenski iktidarına karşı ayaklanan Çar yanlısı gerici güçlere karşı Bolşeviklerin savaşması gibi...

İnsan aklının özgürlüşmesine yönelik gerici saldırıyı "demokratik bir eleştiri" olarak kabul etmek için, siyasal ve felsefi bakımdan salak olmak gerekir. Devrimci sosyalistler salak değildir. Olmamalıdır. Salaklık, eğer varsa "samimi sol liberal" arkadaşlara özgü bir özellik olarak kalmalıdır.

Liberal-muhafazakar güruhun moda haline getirdiği bir deyim/denklem olan ve kimi sosyalist arkadaşlarımızın da sorgulamadan kabullendikleri "laik-anti laik" çatışması, güncel bakımdan sahte bir bölünme değil, bu ülkenin bütün emekçileri için sahici ve yakıcı bir mücadele alanıdır. Çünkü laiklik artık işçi sınıfının, emekçilerin ve bütün çalışanların davasıdır.

Çağımızın dünya ölçeğinde en önemli marksist iktisatçılarından Prof. Dr. Korkut Boratav Hoca bu konuda şunları söylüyor:

"(...) Önce askeri rejimin, sonra da neoliberal politikalarla emperyalizmin (başarısı) Türkiye’nin emekçileri ile sosyalizm arasındaki bağları koparmaları olmuştur... Halkımıza özgü dindarlığın, halk İslamının köktendinci bazlara göre ‘Vahabi’ bir dönüşüme uğramasına özel çaba sarf edilmiş böylece halkın İslami duyarlılıkları ile siyasi İslam bütünleştirilmiştir. Bu nedenle bence AKP’ye karşı laiklik sorunsalı etrafında başlatılan mücadele, orta sınıfların hayat tarzlarını savunma gündemiyle sınırlı değildir. Halk sınıfları nezdinde sürdürülen kritik bir ideolojik mücadeledir. Çok önemli sınıfsal işlevi vardır. Halkın İslami duyarlılıklarının bugün aldığı biçimi bir veri kabul etmemek de bu nedenle gereklidir." (Şükran Soner'in Prof. K. Boratav'la söyleşisi, Cumhuriyet gazetesi, 2 Mayıs 2010)

Dinsel aidiyetlerine göre hareket eden insanlar, sınıfsal konumlarına göre davranmazlar. Cemaatlere biat edenler, sosyo-ekonomik konumlarına göre tutum almazlar. Tersine her önerme, bu tarihsel kesitte ve bu ülkede palavradır.

Kurulu düzene yönelik her türden gerici, post-modernist ve neo-liberal eleştiri ile devrimci eleştirinin birbirine karıştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Oysa, verili düzeni yıkarak aşacak biricik eleştiri marksist itirazdır. Dolayısıyla bu alanda bir sadeleştirmeye ve alan temizliğine şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. Deyim uygunsa, bu alanda "ideolojik bir öncü savaş" yürütülmelidir.

Bu günlerde bazı arkadaşlarımla "mavra" yaparak da olsa sık sık bir gerçeğe işaret ettiğimiz gibi, tarihin tanık olduğu ilk ve gerçek post-modernist K. Marks, ilk ve tek post-modernist akım da marksizmdir.

Çare yok yeni olan ne bin yıllık muhafazakarlık ne de liberalizmdir. Yeni olan sosyalizmdir.