Türkiye’nin rolü ve AKP’nin açmazı

Suriye’ye müdahale ya da işgal girişiminde ihale, içeride yükselen toplumsal muhalefetin sarsmaya başladığı AKP hükümetinin üzerinde kalmış görünüyor. Son olarak NATO’dan yapılan açıklamada, Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale girişiminde yer alınmayacağının belirtilmesi tabloyu daha da netleştirdi. Türkiye, ABD ve İngiltere’nin vadleri ve baskısı sonucu kendisini güney sınırında Suriye ile başbaşa bulmuş durumda.

Rusya’nın Suriye’ye yapılacak askeri bir müdahaleye karşı aldığı sert tutum ve nükleer savaş uyarısı, İran’ın bölgesel savaşa yol açılır şeklindeki açıklamaları ve bu iki ülke ile Türkiye’nin başta doğalgaz olmak üzere büyük hacimli ticari ilişkileri, durumu daha da karmaşık hale getiriyor.

AKP’nin kendisini iktidara getiren ve orada tutan güçlere bu diyeti ödemekten başka çaresi olmadığı da ortada. Çünkü ABD ve koalisyon ortaklarının destekleri olmasaydı AKP hükümetinin 10 yıl iktidarda kalması ve rejimi dönüştürmesi imkansızdı.

Bu nedenle AKP’nin, kendi dar “ideolojik” hedeflerine ulaşmak, geri dönüş eşiğini kalıcı şekilde aşmak, böylece hile ve entrika yoluyla rejimi değiştirirken işlediği suçların yarattığı öfke dalgasının altında ezilmekten kurtulmak için ABD’nin stratejik çıkarlarına hizmet etmekten başka çaresi yoktur.

***

Amerikan dış politikasının oluşturulmasında halen etkinliğini koruyan Neo-Con hareket, Soğuk Savaş sonrasında laik ve cumhuriyetçi Türkiye'nin İslam alemini etkileyemeyecek ka dar bu dünyadan uzaklaştığını düşünüyordu. Dolayısıyla Müslüman toplumlara bir model oluş turabilmek için "İslamla demokrasiyi birleştirecek" bir ılımlı İslam ülkesi yaratmak gerektiği tezini de sıkca işliyorlardı.

Bu görüş Amerikan entellektüelleri ve politikacıları arasında çok yayılmış ve neredeyse resmi siyaset haline gelmişti. New York Times gazetesinin uzun süre Ankara merkezli olarak Türkiye ve Ortadoğu temsilciliğini yapan Stephen Kinzer, geçen yıl yayınlanan kitabında, şunları yazıyor:

“Türkiye’nin modern tarihinin büyük bir bölümünde Müslüman dünya onu bir dönek olarak görmüştü. Atatürk’ün reformları Türkiye’yi İslam’ın o kadar uzağına taşımıştı ki dini meşruiyeti kaybolmuş gibi göründü.
Türkiye yeni arzusuna karşı hemen hiç direnişle karşılaşmadı. (...) Osmanlı geçmişi ona büyük bir tarihi ağırlık vermektedir. Sadece göreli refahından dolayı değil ama aynı zamanda toplumun bu kadar özgür olmasından dolayı da cazip bir modeldir.” (Stephen Kinzer, Ezber Bozmak / Türkiye İran ve Amerika’nın Geleceği, Çev. Sulhiye Gültekingil, İletişim Yayınları, Mart 2011 İstanbul, S. 217)

Kinzer, “Dindar Müslümanların yönettiği” yeni Türkiye’nin (ılımlı islam cumhuriyeti olarak) ABD’ye yapacağı katkılar konusunda da şunları söylüyor:

“Türkiye’nin yeni rolü Birleşik Devletler’e önemli şeyler vaadediyor. Müslüman bir ülke olarak etrafındaki bölgeye yakından aşina olan Türkiye, Amerika’nın gidemediği yerlere gidip ortaklıklar kurabilir, anlaşmalar yapabilir. (...) Türkiye’nin dış politikası bağımsız olmakla birlikte Amerika’yı güçlendirmektedir. İki ülkenin ana stratejik hedefleri aynıdır.” (Stephan Kinzer, a.g.e, S. 218)

Tablo bu kadar nettir. Ayrıca Amerikan siyaset yapıcılarının yaklaşımına gore İslam dünyasına model olacak ve bu dünyaya liderlik yapacak, “dindar Müslümanların yönettiği” bir Türkiye, Batı’nın (yeni emperyalizmin) çıkarlarını tehdit eden radikal islama karşı da etkili bir seçenek oluşturacaktır.

***

AKP’nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) stratejik bir ürünü olduğu sadece analizle varılan bir sonuç değildir. Artık bu bir olgudur. AKP esas olarak iç dinamiklere dayalı bir siyasal hareket olsa da, bir parti olarak doğum sürecinde ABD tarafından projelendirildiği her geçen gün yeni kanıt ve tanıklıklarla teyit ediliyor. Böyle olması da kaçınılmaz. Çünkü AKP, ABD ve Batı ile çatışarak değil, ancak uzlaşarak iktidar olunabileceğini gören islamcıların partisidir. AKP’yi oluşturan kadrolar bu nedenle Milli Görüş hareketini ve Necmettin Erbakan’ı terketti.

Eski Anavatan Partisi (ANAP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) hükümetlerinde bakanlık yapan MHP kökenli Namık Kemal Zeybek, son derece çarpıcı bir tanıklığını şöyle anlatıyor:

"Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi kurucusu ve başkanı olarak görevimin başındayken, ABD büyükelçiliği siyasi müsteşarı beni ziyarete gelmek istediğini söyledi. Yanında heyetle geldi. Bana üniversiteyle ilgili sorular sordu, cevaplar verdim ama asıl geliş sebepleri başkaymış. O zaman AKP diye bir hükümet yoktu, 57. koalisyon hükümeti vardı. ‘AKP diye bir parti kurulursa nasıl olur’ dedi. ‘İyi olmaz’ dedim. ‘Biz onu destekleyeceğiz, siz de içinde var olur musunuz’ diye sordu. (…) Ben bu sırrı açıklamak için çok düşündüm. ABD ve yandaşları tarafından verilen bu görevle AKP iktidara getirildi. " (Cumhuriyet ve Vatan gazeteleri, 9 Mayıs 2011)

NATO gibi savaş örgütlerinin ve ABD’nin artık demokrasileri desteklediğini ileri süren, liberaller ne der bilinmez ama, Zeybek’in tanıklığı böyle.

***

Bütün iktidarı isteyen, ılımlı da olsa Batı'nm ve ABD'nin desteğinde Islami bir rejim kurmaya yönelen AKP, Birinci Cumhuriyet’i sonlandırmış durumda. Liberallerin ürkmeye başladığı ve olup biteni şaşkınlıkla izlediği bir dönemden geçiyoruz.

Toplumun dinselleşmesi, totaliter eğilimlerin güç kazanması ve devletin laikliği koruma refleksinin ortadan kalkması, sadece AKP ve Cemaat’in yarattığı bir sonuç değildir. Bu sonucun yapatılmasında ABD, AB ve liberallerlerin verdiği destek belirleyici bir rol oynamıştır.

Liberallerin fark etmediği gerçek şuydu Türkiye iddia edildiği gibi “katı laik” bir ülke değildi. Bu iddia, entellektüel ortamı terörize eden islamcıların hiçbir temele dayanmayan ve fakat sürekli tekrarlayarak genel bir kabule dönüştürmek istedikleri bir palavradan ibaretti.

Türkiye zaten ılımlı bir İslam ülkesiydi. Bundan sonra da (kapitalizmin sınırları içinde) ancak ya daha demokratik, halkçı ve laik bir ülke olabilirdi ya da daha islami bir devlet ve dinselleşmiş bir toplum... İkincisi oldu.

Personel sayısı 200 bine yaklaşan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olduğu, cami sayısının okul sayısını geçtiği, kadınlarının yüzde 70’nin kapandığı, zorunlu din derslerinin bulunduğu bir ülke, bırakın “katı laik” olmayı, tam olarak laik bir ülke bile değildi. Ancak yine de kararsız da olsa kendi içinde bir denge kurmuş ve bu alanda toplumsal bir uzlaşma sağlamış durumdaydı.

İşte AKP-Cemaat darbesiyle bu kimya bozuldu. Kamusal hayat bütünüyle dinsel referanslara dayalı olarak düzenlenmeye başlandı. Eğitim sistemi dinselleştirilirek imam hatip mdeli egemen hale getirildi. Okullara Kuran dersleri konuldu vs.

Türkiye, ucu işsavaşa kadar gidebilecek yeni bir çözülme ve çatışma döneminin eşiğinde durmaktadır.

Umut, çıkış ve çözüm 1 Mayıs’la başlayan, 6 Mayıs’la devam eden, 19 Mayıs’la cumhuriyetçi kesimleri de içine alarak genişleyen ve nihayet kamu emekçilerinin 23 Mayıs büyük genel greviyle doruğa çıkan toplumsal muhalefetin devrimci sol bir siyasal önderlikle buluşmasındadır.