Seçim sonuçlarının analizi

Haziran 2011 seçim sonuçları –Kürt hareketi dışında tutulursa eğer- genel olarak sol çevrelerde belli bir şaşkınlık yaratmış görünüyor. Öyle ki, seçim tahminlerinde yanılmayan hemen hemen yok gibi. Kimse iktidardaki yıpranmışlığına karşın AKP oylarının yüzde 50’ye ulaşabileceğini öngöremedi. Üstelik kamuoyu araştırmalarının büyük bölümü bu rakamları işaret ettiği halde...

Çünkü AKP’nin yükselişi eylemli olarak sokağa yansımamıştı. Gündelik hayatta baskın ve görünür bir gelişme değildi. En azından büyük kentler için durum böyleydi. Bu arada AKP oylarının en çok yüzde 45 olabileceğini öngörmeme ve CHP oylarının düzeyini aşağı yukarı tutturmama karşın, seçim tahmininde yanılanlardan biri de benim.

Seçimlerin ilk bakışta saptanması gereken sonucu şudur AKP 9 yıllık iktidar dönemine karşın bu yarışı açık ara önde bitirdi. İkinci ve önemli diğer sonuç ise şöyle özetlenebilir genel olarak sol ciddi bir yükseliş göstermesine karşın seçimlerden yenilgiyle çıkmıştır. Ancak bu bir hezimet değildir.

Bu arada seçimde lokal olarak ciddi şekilde hile yapılmış olmasına karşın, muhalefet partilerinin denetimini arttırması ve bu konudaki kamuoyu duyarlılığı nedeniyle ülke ölçeğinde sonuçları temelden değiştirecek bir müdahalenin (yolsuzluğun) yapıldığını sanmıyorum.

Merkezinde BDP’nin bulunduğu “Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku” görece başarı kazanmış olsa da, hem gerçek durum bir zafere işaret etmiyor hem de bu başarı genel tabloyu değiştirmiyor. Çünkü, Blok’un oylarını geçen seçimlere göre sadece yüzde 1 düzeyinde arttırdığı gözleniyor. Başarıya yol açan ise şudur Kürt seçmenler bağımsız adaylara oy kullanmayı öğrendiler.

Özetle ortada BDP bakımından da bir başarı yoktur. Çünkü ülkenin ve toplumun bütünüyle sağa, dinci-milliyetçi anlayışa kaydığını ve seçmen dokusunun değiştiğini net bir şekilde ortaya çıkaran bir tablo, bütün sol güçler için, bu arada Kürt siyasal hareketi için de bir başarıdan çok başarısızlığa işaret etmektedir.

***

Anlaşıldı ki, AKP’nin yükselişi bu ülkedeki herhangi bir merkez sağ partinin yükselişi anlamına gelmiyor. Toplum muhafazakarlaşıyor. İki yüz yıllık Türk modernleşmesi yenilgiye uğruyor. Yeni bir rejim kuruluyor. Bu nedenle Kürt hareketi ve onunla ittifak yapan sosyalist çevreler eğer sadece kendi dünyalarından hareketle siyasete bakmıyor ve kendi ihtiyaçlarından yola çıkarak seçimleri yorumlamıyorlarsa ortadaki tabloyu “başarı” diye yorumlamaları mümkün değildir.

Çünkü ülkenin bir bütün olarak sağa kayması, toplumun gericileşmesi ve modernitenin yenilgiye uğraması, Kürt sorununun da ancak olsa olsa aşiretçi bir zeminde çözülebileceği anlamına gelir. Böyle gerici bir çözüm ise gerçek anlamda çözüm olmaktan çok uzaktadır. Ve böyle bir çözüme sosyalistlerin, devrimcilerin, işçi sınıfının destek vermesi beklenmemelidir.

Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı en önemli durum ve/veya olgu ise şudur Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının sosyo-ekonomik konumlarıyla seçmen davranışları arasındaki pozitif ilişki büyük ölçüde kopmuştur. Başka bir anlatımla, insanların sosyal konumlarıyla siyasal tercihleri arasında artık negatif bir ilişki söz konusudur.

Bu durum atipiktir. Kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu sınıflı, modern toplumlara özgü bir durum değldir. Çünkü halkın çok büyük bir kesiminin sınıfsal konumlarından hareketle, dolayısıyla akıl ve bilinçleriyle değil, inançlarıyla oy verdiği ortaya çıkmıştır.

***

Türkiye’de ezilen, sömrülen, dışlanan, haksızlığa uğrayan kesimler, yıllardır içinde yaşadıkları hayatın sorumlusu olan partilere oy vermektedirler. Sınıfsal bakımdan ücretli çalışanların bileşenleri olan işçiler, kamu emekçileri, işsizler, kent ve kır yoksulları ile küçük ensaf ve üreticilerin sınıfsal/sosyal konumlarıyla siyasal tercihleri arasındaki zaten zayıf olan pozitif ilişki artık tamamıyla kopmuş görünmüktedir.

Örneğin geleneksel olarak birer sanayi ve işçi havzası olan Kocaeli’nde (İzmit), Bursa’da, Karabük’te ve İstanbul’da AKP yüzde 60’ın üzerinde oy almıştır. Yeni sanayi bölgeleri olan Kayseri, Denizli, Manisa, Gaziantep, Maraş gibi illerde ise durum daha da vahimdir. Bu illerde gerici-faşizan AKP’nin oy oranı, geleneksel Orta ve Doğu Anadolu sağcılığının merkezleri olan Erzurum, Erzincan, Yozgat, Nevşehir gibi illerden neredeyse daha fazla çıkmıştır.

Fındık üreticileri tarihlerinde hiç olmadıkları kadar ağır bir sömürü ve vurgun düzeninin içinde geçiyor olmalarına karşın, birer fındık üretim havzası olan Ordu ve Girasun’da insanlar yaşadıkları hayatın sorumlusu olan iktidar partisine yüzde 70’lere ulaşan oranda oy verdiler. Bu seçmen davranışında sınıfsal/sosyal konum, akıl ve bilinç değil, inançların ve diğer teolojik faktörlerin rol oynadığı açıktır.

Elbette bu durum sadece Türkiye’ye özgü değildir. Batılı kapitalist ülkelerde de zaman zaman karşılaştığımız bir tablodur. Ancak söz konusu ülkelerde kısa vadeli dalgalanmalar olsa bile orta ya da uzun vadede seçmen davranışlarını ve siyasal tercihleri genellikle sınıfsal refleks ve tepkiler belirlemektedir.

Dolayısıyla bu seçimler, laikliğin “sahte” bir gündem ve tartışma/mücadele alanı olduğuna dair liberal-gerici eleştirinin büyük bir yalan olduğunu ortaya çıkarmıştır. İnsan aklının özgürleşmesi anlamına gelen laikliğin insanların sınıf bilincine ulaşmalarının ilk koşulu olduğu gerçeği, dramatik olarak kanıtlanmıştır.

***

İslamcı-faşist hareket ulaşabileceği en yüksek toplumsal desteği elde etmiştir. Bilinmelidir ki, en has gericilik ve faşizm, ancak geniş kitlelerin desteği, işbirliği ve katılımıyla gerçekleştirilebilir. Yine bilinmelidir ki, gerçek ve saf faşist ya da gerici rejimler öyle sanıldığı gibi askeri darbelerle filan değil, aşağıdan yukarıya iktidarı ve devleti fethederek, genellikle seçimler yoluyla kurulur. İtalya ve Almanya örnekleri bu durumu fazlasıyla açık şekilde ortaya koymuştur.

Öte yandan AKP ve Türkiye sağının/gericiliğinin 12 Haziran 2011 seçim başarısı abartılacak bir durum da değildir. Bu seçim başarısı karşı devrim sürecinin, gerici-faşizan darbenin en zayıf alanıdır.

Çünkü, tıpkı 1965 ve 1969 yıllarında Süleyman Demirel’in liderliğindeki sağcı-muhafazakar Adalet Partisi‘nin (AP) seçimleri önce yüzde 51, sonra da yaklaşık yüzde 50 oranında oy alarak kazanmasından sonra, siyasal süreci tayin eden Türkiye sağı ve gericilik olmadı. Tarihe damgasını vuran ve hayata yön veren Türkiye solu, TİP, Dev-Genç, DİSK oldu.

Bu nedenle herhangi bir karamsarlığa ve bir bozgun duygusuna kapılmak siyaseten olabilecek en kötü ruh halidir. CHP’de iç iktidar hesaplarıyla başlayan tartışma, TKP’nin öngörülenden çok düşük oranda oy alması vb. gibi nedenlerle yaşanacak bu yenilgi duygusu asıl bozguna yol açacak durumdur. Merkezinde BDP’nin olduğu ittifakın göreceli başarısı bile bu durumu telafi etmeye yetmeyecektir.

Oysa tıpkı 1965 ve 1969 seçimlerinden sonra olduğu gibi tarihin akışına yine sol yön verebilir. Devrimci hareketin yükselişinin sandığa yansımasının 1973 ve 1977 seçimleri olduğu hatırlanmalıdır. Üstelik 12 Mart 1971 faşist darbesinin bütün yakıcı sonuçlarına karşın bu yükseliş gerçekleştirilmiştir.

Bugün solun yeniden tarihsel inisiyatifi ele geçirmesinin bütün nesnel koşulları mevcuttur. Üstelik AKP’nin yüzde 50’ye ulaşan başarısına ve artık siyasal bir alçaklığa dönüşen liberallerin insana yönelik bütün yıkıcı etkinliklerine karşın başarmak mümkündür. Bu topraklarda insan ve umut tükenmeyecektir.