Riskli bir seçim değerlendirmesi

Bu hafta seçim sonuçlarına yönelik bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum. İşe seçim sonuçlarının tahminine yönelik olarak yapılan kamuoyu araştırmaları konusunda bir tespitle başlamak gerekli. Elbette bu araştırmalar bilimsel ölçülere göre yapıldıkları taktirde insanlara bir fikir verebilirler. Ancak Türkiye’de sözkonusu araştırmalar bir-iki istisna dışında bırakılırsa eğer bilimsel olmaktan uzaktır. Daha çok seçmen davranışlarını belirlemeyi ya da yönlendirmeyi amaçlayan siyasi müdahalelerin bir aracı olarak bu araştırmalar yapılmaktadır.

Son on yıldır Türkiye’de gerçekleştirilen bu araştırmaların bir başka işlevi daha vardır devletin bütün kurumlarını ele geçiren iktidar partisine seçimlerde hile yapması için imkan sunmak! Çünkü, anketlerde çıkan partilerin oy oranları ile açıklanan seçim sonuçları arasında büyük bir uyum bulunmaktadır. Ancak bu uyum genellikle sokağın, hayatın ve genel olarak toplumun eğilimlerini yansıtmaktan uzaktır. Üstelik, hile yapıldığına ilişkin çok ciddi olan iddialar ise soruşturulmamıştır.

Elbette, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ülkede başlatılan gericileştirme ve toplumu dinselleştirme operasyonlarının bir sonucu olarak, insanların sosyo-ekonomik konumları ile seçmen davranışları arasındaki pozitif ilişki kopmuş durumda. Başka bir anlatımla, 2000’ler Türkiyesi’nde insanlar sınıfsal konumlarından hareketle ve bilinçleriyle değil, inançlarıyla oy kullanmaktadır. Böylece, sosyal olarak işçi sınıfına mensup olan, ezilen ve sömürülen yoksul bir işçi, yaşadığı sefil hayatın sorumlusu olan iktidar partisine sırf Müslüman olduğu için oy vermeyi sürdürmektedir.

Bu nedenle islamcıların, muhafazakarların ve liberallerin iddia ettiklerinin aksine ‘laiklik’ sahte bir gerilim alanı değil, sahici ve insan hayatlarını yakından ilgilendiren bir demokrasi ve modernleşme sorunudur. Dahası sınıfsal bir karaktere sahiptir. İnsanlığının ilerici birikiminin, tarihsel kazanımlarının köşe taşlarından biridir. Özgürleşmektir. İnsanlığın binlerce yıllık özgürlük mücadelesinde çok önemli bir kilometre taşıdır. Burjuva devrimlerinin bir kazanımı olan, sosyalizme ideolojik ve maddi bir zemin hazırlayan laiklik ihanete uğramıştır.

Çünkü çağımızda bir sınıf olarak burjuvazi, milyarlarca insanının hayatları ve sefaleti pahasına edindiği refahını ve akıl almaz zenginliğini açıklayabilecek ahlaki, felsefi, siyasal ve hukuksal gerekçelerini tümüyle yitirmiştir. Bu nedenle, tıpkı Ortaçağ kiliseleri ve uzayan Ortaçağını yaşayan “İslamın ruhbanları” gibi insan aklını yeniden teslim almak istemektedirler. Din geri dönmektedir. Çünkü, insanlar arası eşitsizliği onaylayan, bilime ve insan aklına değil, kutsal metinlere ve inançlara dayanan dinler, burjuvazinin egemenliğine yeni bir toplumsal onay üretecek tek sistemdir.

İnsanları akıllarıyla değil, inançlarıyla hareket eden mahluklara çevrilmektedir.

***

Kendi hayatlarına ihanet ettiklerinin farkında bile olmayan, laikliği inanılmaz bir cahillikle “anti-demokratik” bir ilke/durum sanan, dahası özgürlük kavramını etnik ve dinsel kimliklerin ve kesimlerin mistik serbestisine indirgeyen aptal liberaller, tarihsel ve kategorik olarak gerici, anti-demokratik, bilim karşıtı ve akıldışı olan teolojik söylemin güncellenmesinde büyük rol oynamaktadırlar.

Değilse, Banu Güven gibi “alık” televizyon spikerlerinin insanlığın ilerici birikimini savunmak yerine, Ortaçağ artığı, totaliter, anti-demokratik ve şeriatçı kafaları/eğilimleri ekranlarda parlatmasını anlamak mümkün olamazdı. Bu nedenle, ihanetin ve saflığın yer yer içiçe geçtiği bu dönemde, demokrasi mücadelesi verdiğini zanneden bazı kesimler ve kişiler, bu nedenle islamo-faşist rejimin kendisini tahkim etmesine büyük katkıda bulunuyorlar.

Medyanın neredeyse tamamını ele geçiren ya da rehin alan AKP-Cemaat iktidarının elindeki bütün araçlarla kamuoyunu yönlendirmeye çalıştığını ve liberallerin büyük katkısıyla çoğu kez başarılı olduklarını biliyoruz. Ancak, iktidarın bütün ideolojik aygıtlarıyla oluşturmaya çalıştığı havanın aksine seçimler AKP’nin ezici zaferiyle sonuçlanmayacaktır.

Eğer seçimlerde hile yapılması önlenir ve sandıklara sahip çıkılabilirse –ki yaptığım tahminde bu koşul hayati bir öneme sahiptir- AKP birinci parti olarak çıksa bile önemli bir yenilgi alacaktır. AKP oylarının yüzde 40’ın altına düşmesi, örneğin yüzde 38 civarında bir sonuç (geçen yerel seçimlerde AKP’nin oy oranı da yüzde 38’di) elde etmesi ciddi bir olasılıktır. Buna karşılık CHP’nin yüzde 30’un üzerine çıkması sürpriz olmayacaktır. MHP ise bir baraj sorunu yaşamayacaktır.

***

Seçimlere iki hafta kala böyle bir tahmin yapmanın riskli olduğunu biliyorum. Ancak bir siyasal gözlemci ve gazeteci olarak edindiğim izlenim, elimdeki verilerden hareketle yaptığım analiz bana bu sonuçları veriyor. Yanılma olasılığım elbette var. Ancak AKP’nin yüzde 45 oy alması da beni şaşırtmayacak. Çünkü bu seçimler, örtülü bir darbe sonucu kurulan yeni düzenin, ılımlı İslam cumhuriyetinin, polise dayalı islamo-faşist rejimin toplum tarafından nasıl karşılandığının da ölçüsünü verecektir.

Diğer taraftan, devleti ele geçiren AKP-Cemaat koalisyonu bir “Pirus zaferi” kazanmış görünüyor. Yani yenilgiden beter bir zafer! Hile, sahtekarlık, imzasız ihbar mektupları, yatak odalarından alınan kayıtlar, şifreli sınavlar, düzmece darbe davaları vb. ile rejimi değiştirmeye çalışanların sergilediği sefalet aynı zamanda büyük bir güçsüzlüğe de işaret etmektedir. Çünkü siyasal rejimler gerçek güçler mücadele etmeden, çatışmadan, böyle değişmez.

Egemenlikleri kararsız ve zayıf dengelere dayalıdır. Çünkü her an yenilgiye ve bozguna dönüşebilecek bir üstünlük sağlamış durumdalar, o kadar. Bu nedenle bir dönem daha tek başlarına iktidar istiyorlar. Yeni rejimi tahkim etmek ve geri dönüş kapılarını kapatmak için buna ihtiyaçları var.

Bu nedenle seçimler, eğer AKP’ye yeni anayasayı tek başına yapacak bir çoğunluk sağlarsa dönüşüm süreci tamamlanmış olacak. Bu durum toplumun büyük ölçüde yeni rejimin yedeğine düşürüldüğü anlamına da gelecektir.

Ve fakat, toplumsal muhalefetin seyri ve halkın çeşitli nedenlerle ortaya koyduğu refleks, ekonomik göstergeler, yoksulluk, işsizlik vb. sorunlar nedeniyle AKP-Cemaat koalisyonunun toplumdan tazelenmiş bir iktidar onayı alacağını sanmıyorum. Mevcut tablo anayasanın referandumsuz değiştirilmesine olanak verecek 367 milletvekilliğini AKP’nin kazanamayacağını gösteriyor. Bu durum AKP için seçimlerdeki yenilginin de ölçüsüdür.

Bu arada belirtmeliyim ki, BDP odaklı Özgürlük ve Demokrasi Bloğu ile bu seçimlerde fiilen sosyalist solu temsil eden TKP’nin, alacakları oy oranlarından bağımsız olarak, siyasal bakımdan başarıyla çıkacaklarını düşünüyorum. İşçi Partisi odaklı Cumhuriyet Güçbirliği adaylarının da kendi ölçüleri içinde bir varlık göstereceklerini tahmin ediyorum.