Palavrayı bitiren belge ve Savcı Öz olayı!

Bilindiği gibi, ABD’ye ait gizli belgeleri açıklamasıyla tanınan “Wikileaks” isimli internet sitesinin 2010 yılının son aylarından itibaren başlattığı yayınlar dünyada büyük olay oldu. ABD diplomatlarının ve istihbarat görevlilerinin rapor ve yazışmalarına yer verilen bu yayınlar, Washington’un bütün çabalarına karşın önlenemedi. Wikileaks’in yayımladığı belgeler arasında Türkiye’deki “Ergenekon” ve “Balyoz” davalarına da ışık tutacak çok çarpıcı bilgiler yer alıyordu. Ayrıca bu belgeler, ABD’nin AKP’ye verdiği ve herkes tarafından bilinen siyasal desteği ve utanç verici işbirlikçiliği de hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde gözler önüne seriyordu.

Wikileaks’in yayımladığı belgeler arasında, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’un 22 Mart 2003 tarihinde Washington’a çektiği 7 sayfalık kripto da (gizli ve şifreli yazışma) vardı. Bu kripto Türkiye’ye ilişkin belgelerin en çarpıcı bölümünü oluşturuyordu. Türkiye’nin yakın siyasal tarihinin önemli dökümanları içinde yer alacağı kesin olan bu belgede, daha sonra “Ergenekon” ve “Balyoz” davalarında tutuklanacak subaylar hakkında ilginç değerlendirmeler yapılıyordu. Bu değerlendirmeler, adı geçen subayların Kontrgerilla faaliyetleri ya da darbe hazırlıkları nedeniyle değil, ABD’nin bölge siyasetlerine ve AKP’ye karşı aldıkları tavır nedeniyle yargılandıklarını bütün açıklığıyla ortaya koyuyordu.

Yeni Gladyo’nun bülteninden sansür!
Söz konusu belgenin ortaya çıkış öyküsü de ilginçti. Bilindiği gibi, Wikileaks belgelerinin Türkiye’deki yayın hakkını Taraf gazetesi almıştı. Ancak Taraf gazetesi Wikileaks belgeleri arasından çıkan bu önemli kriptonun (telgrafın) bazı bölümlerini sansürleyerek yayımlayacaktı. Artık sakınmasız şekilde “Yeni Gladyo”nun yayın organı gibi davranan Taraf’ın insanın kanını donduran bu sansürünü günlük Aydınlık gazetesi ortaya çıkardı.

İşte, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’un 22 Mart 2003 tarihinde Washington’a çektiği 7 sayfalık telgrafta Taraf gazetesinin sansürlediği, tarihi belge niteliğindeki çarpıcı bölüm:

“... (Türk generaller) AKP’den seçilmiş Tayyip Erdoğan’ın davranışlarından büyük rahatsızlık duymaktadır. Erdoğan güçlü bir müttefiğimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan menfaatlerinin korunması açısından engelleyicidir.

“Orgeneral Hilmi Özkök’ün sadakatli duruşu sahiplenilmelidir.
 Muhalif orgeneraller, Orgeneral Hilmi Özkök’ün çizgisine itiraz etmektedirler... Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiği olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demir yolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir...

“Ancak Türk ordusundaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz.
 Amerikan menfaatlerine karşı çıkan Org. Aytaç Yalman, Org. Şener Eruygur, Org. Çetin Doğan, Org. Hurşit Tolon, Org. Fevzi Türkeri, Org. Tuncer Kılıç, Org. Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün emir ve talimatlarına uymadıkları gibi her an muhtıra verebilirler. Bu bakımdan değerlendirildiğinde güçlü bir medya grubunun oluşturulmasına acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşılmış olup gereğinin değerlendirileceği hakkında olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır.” (Bkz. Aydınlık gazetesi, 24 Mart 2011 / Melih Aşık, Milliyet gazetesi, 25 Mart 2011)

ABD-AKP-Cemaat projesi
Yukarıda da işaret ettiğim gibi bu Wikileaks belgesi üç gerçeği bütün açıklğıyla ortaya koyuyor:

Birincisi ABD, kirli bir pazarlık sonucu AKP iktidarına stratejik destek vermektedir. Ergenekon soruşturmasının bir ABD-AKP-Cemaat projesi olarak örtülü bir darbe süreci olduğu bu yazışma sonucu belgelenmektedir.

İkincisi Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan subaylar, darbe hazırlıkları ya da Kontrgerilla faaliyetleri nedeniyle değil, ABD’ye ve AKP siyasetlerine çeşitli konularda muhalefet ettikleri için soruşturma kapsamına alınmıştır. Belgede adı geçenlerin tek istisnası Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tır. Büyükanıt’ın soruşturma dışında kalmasının nedeni ise, hiç kuşkusuz Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile 4 Mayıs 2007 tarihinde yaptıkları kapalı görüşmede sağlanan anlaşmadır. TSK komuta kademesi bu görüşmede AKP iktidarına teslim olmuştur. Bir NATO ordusunda, NATO karşıtı tutum ve görüşlere izin verilmemiştir.

Üçüncüsü AKP ve ABD yanlısı “güçlü bir medya grubu” oluşturulması yönündeki taleptir. Belgede açıkça ifade edilen bu arzu, medyanın hızla değişen sermaye bileşimini, yandaş, muhafazakâr ve islami basın yayın organlarının kazandığı olağanüstü gücü, Doğan Grubu’nun rehin alınmasını, başta Sabah-ATV ve Uzan Grupları olmak üzere büyük medya gruplarının iktidar gücü kullanılarak ele geçirilişini ve dağıtılmasını açıklamaktadır. Belgede yer alan bu talebin, 2011 Türkiye’sinde medya ortamına bakıldığında büyük ölçüde gerçekleştirildiği görülecektir.

Yukarıda yeniden yayımladığım belge, Ergenekon ve Balyoz davalarına ilişkin gerçek durumu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Bu davalarda yargılanan kişiler arasında, çok az sayıda olsa da Jitem ve Kontrgerilla’nın bazı eski mensuplarının bulunduğu bir gerçektir. Ancak bu kişiler asıl suçlarından dolayı yargılanmadıkları gibi sorgulanmamışlar da... sayıları birkaç kişiyi geçmeyen söz konusu isimlerin Ergenekon davalarına inandırıcılık kazandırmak için dahil edildikleri artık tartışmasız bir gerçektir.

Diğer taraftan, kamuoyunda oluşan havaya bakılırsa Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının bir kırılma noktası oluşturduğu anlaşılmaktadır. Oysa daha önce de gazeteciler, yazarlar, akademisyenler gözaltına alınmış ya da tutuklanmıştı. O günlerde bu operasyonlara gerekli tepkiyi göstermeyenler, hatta bilimsel kuşku ilkesini bir yana bırakıp “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diyenler, bugün “bu kadar da olmaz” diye tepki gösteriyorlar. Oysa bu kişiler, olan biten karşısındaki tutumları, AKP-Cemaat operasyonlarına verdikleri aptalca destek nedeniyle bugün olan bitenlerin suç ortaklarıdırlar.

Çünkü ortada bir yanlışlık yoktur, Ergenekon soruşturması öngörüldüğü gibi “sonuna kadar” gitmektedir.

Yılmazer’den sonra Savcı Öz neden görevden alındı?
Polisteki Fethullahçı yapılanmanın önde gelen isimlerinden İstihbarattan sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer’in görevden alınmasından sonra, Ergenekon operasyonlarını hazırlayan Özel Yetkili Savcı Zekeriya Öz ve ekibinin terfi ettirilerek davadan çekilmesi ilginç bir gelişme olarak kaydedilmelidir. Bu soruşturma sırasında hukuku ve insan haklarını ağır şekilde ihlal eden ve çok yıpranan bu ekibin uygulamalarının Ergenekon davalarının “inandırıcılığını” sarstığı bir gerçektir. İslamcı-faşizan yeni rejimin, bir tür polis devletinin (buna İkinci Cumhuriyet de diyebiliriz) inşaasının bir aracı haline gelen Ergenekon davalarını yer yer Cemaatin intikam aracı haline getirmekten kaçınmayan bu ekibin kendilerine tanınan yetki alanlarını ihlal ettikleri anlaşılıyor.

Avrupa ülkeleri ve ABD’de, Türkiye’nin öngörülenden daha fazla islami bir renk kazandığına dair eleştirilerin giderek artmasının da söz konusu görevden almalarda etkili olduğu düşünülebilir. Hem de Arap devletlerinde rejimler birer birer değişirilirken “model” diye sunulan bir ülkenin ölçüyü kaçırması belli ki, bir rahatsızlık yaratmaktadır.

Metropol Araştırma Şirketi’nin bir anketine göre toplumda Ergenekon soruşturmasının gerçeklere dayandığına, adil ve hukuk kurallarına göre yürütüldüğüne inananların oranı yüzde 31 gibi bir orana düşmüş durumda. Ankete katılanların yüzde 46’sı ise Ergenekon davalarının gerçeklere dayanmadığına, adil bir yargılama yapılmadığına ve bu davalarda hukuk ilkelerinin çiğnendiğine inanıyor. Bu kesim, söz konusu davaların AKP-Cemaat iktidarının denetiminde yürütüldüğünü düşünüyor ve karşı çıkıyor. Geriye kalanlar ise kendilerini “kararsız” olarak tanımlıyorlar.

Metropol’ün araştırmasına göre, kendilerini “tarafsız” olarak nitelendiren yaklaşık yüzde 33’lük kesimin bu davaya ilişkin ciddi kuşkularının olduğu düşünülürse, Ergenekon soruşturmalarının ciddi bir toplumsal bir desteğinin kalmadığını belirtebiliriz. Tam tersine halkın büyük kesiminin bu davalardan rahatsız olduğunu saptamak sanırım yanlış olmayacaktır.

Emniyet Müdürü Ali Fuat Yılmazer’den sonra Savcı Zekeriya Öz ve ekibinin görevden alınmasında, itibarı yerlerde sürünen ve kitle desteğini yitiren Ergenekon davalarına yeniden inandırıcılık kazandırmak gibi bir tutumun etkili olduğunu söyleyebiliriz.