Bu toprakların ilerici birikiminden kopmak...

Türkiye'nin siyasal ve entelektüel ortamında giderek netleşen tuhaf bir durum yaşanıyor uzunca denilebilecek bir süredir Kürt siyasal hareketini oluşturan bileşenlerin önemli bir kesimi, sağlı-sollu liberaller ve kendilerini hala solda sayan kimi aydın çevreler bu toprakların kadim sorunlarından birinin, Kürt sorununun, Soğuk Savaş artığı sağcılar, islamcılar ve muhafazakar çevrelerle birlikte çözüleceğine inanmış görünüyorlar.

Dahası, bütün bir modern tarih boyunca, özellikle İkinci Savaş sonrası, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının en büyük düşmanı olan (başta ABD olmak üzere) emperyalistlerin himmeti ve desteği ile Kürt sorununun çözülebileceği inancı da (Irak Kürdistanı modelinden hareketle) örtük şekilde yaygınlaşıyor.

Bu gelişmenin yarattığı vahim siyasal ve toplumsal sonuçlardan biri şudur Kürt hareketinin kimi bileşenleri ve liberaller bu ülkenin aydınlanma geleneğinden ve ilerici birikiminden kopma sürecine giriyor ve gericileşiyor.

Öyle bir akıl tutulması yaşanıyor ki, Kürt açılımı siyasetinin, DTP'yi PKK'den arındırma ve terbiye etme girişiminin başarısızlığa uğraması üzerine çökmesi ardından DTP'nin kapatlarak KCK-TM'ye yönelik kapsamlı bir operasyon yapılması, aralarından belediye başkanları, eski mlletvekilleri ve parti yönetcilerinin de olduğu yüzlerce politikacının gözaltına alınması ve bir kısmının tutuklanması bile olan bitenin anlaşılmasını sağlamaya yetmiyor.

Çünkü demokrasiyi toplumsal ve ekonomik bağlamından kopararak ele alan, neo-liberalizmin ve post-modernizmin ağır ideolojik etkisi altında etnik ve dinsel aidiyetlerin uzlaşması ya da koalisyonunu "demokrasi" olarak anlayan tutum entellektüel etkinliğini sürdürüyor.

Türkiye solunun ve Kürt hareketinin önemli bir kesiminin özellikle 1990 sonrasında belirginlik kazanan bir tutumla Türkiye'nin ve bölgenin ilerici tarihsel birkiminden ve aydınlanma geleneğinden kopma sürecine girişi ağır sonuçlar yaratıyor. Solun ve kürt hareketinin söz konusu eğilimi, bu ülkenin çoğunluğunu oluşturan kesimleri, örneğin Türkleri (dolayısıyla Türk emekçilerini, aydınlarını, alt/orta sınıflarını) ve sunni inanışlı kesimlerini büyük bir aymazlık ve sorumsuzlukla sağcılara ve muhafazakarlara bırakıyor.

Bu tutum, etnik ve dinsel kimliklere özel bir vurgu yapan aktüel felsefi ve siyasal anlayışlarla birleştiğinde son derece ağır tarihsel sorunlar yaratıyor. Modern toplumsal sınıfları esas alan, ulusal sorunu ya da sorunları bu bağlamada değerlendiren ve sınıf mücadeleleri üzerinden tarihi açıklayan ve nihayet politik mücadeleyi bu perspektiften hareketle kurgulayan sol/sosyalist siyasal/felsefi tutum yerini ayrıştırıcı etnik ve dinsel kimlik mücadelesine bırakınca, insan aklının yeniden teslim alındığı, bilimin yerine teolojinin geçirildiği gerici bir toplumsal dönüşüm projesine örneği görülmemiş değerde bir katkı sunuluyor.

Bu ortamda sınıf mücadelesinden söz etmek, örneğin Kürt burjuvalarına ve ortaçağ artığı feodallerine karşı da mücadele edlmesi gerektiğini hatırlatmak bile neredeyse milliyetçilik suçlaması için yeterli olabiliyor.

Devrimci eleştirinin yerini gerici eleştiri alıyor
Sanrım bıkmadan tekrarlamak gerekiyor post-modernistlerin, liberallerin ve muhafazakârların aydınlanma ve modernite eleştirisi, tarihselciliğin ve toplumsal ilerleme fikrinin reddine dayandığı için, bu tarihsel (kapitalizmi-moderniteyi) dönemi aşma ve sanıldığı gibi "demokratikleşme" dinamiği taşımıyor. Tam tersine, mevcut olana, kurulu düzenin mutlaklığına insanlığı ikna etmek ve bir önceki çağın zihniyet dünyasını devralarak kapitalizmi tahkim etmek amacını taşıdığı için ilerici değil gerici bir karakter taşıyor.

Bu nedenle, serbest piyasa düzenini açık ya da örtük şekilde uygarlığın son aşaması olarak kabul ettikleri için, kapitalizmi aşmaya yönelik her girişimi de bu anlayışın mantıki bir sonucu olarak "totaliter projeler" diye mahkûm etmeye çalışıyorlar.

Açıkca saptanmalı ki, 1980'lerden itibaren yeryüzünde yıkıcı bir rüzgâr gibi esen neo-liberal ekonomi politikalar ile post-modern, liberal, muhafazakâr ve her türden dinci düşüncenin suç ortaklığı giderek bir kutsal ittifaka dönüşüyor. İktisadi planda ultra liberal bir tutuma, siyasal ve felsefi planda radikal ve gerici bir modernite ve aydınlanma eleştirisi eşlik ediyor. Bu kutsal ittifak, Türkiye'de hızla 'gerici bir tarihsel blok'a dönüşüyor. Diğer bir anlatımla geleneksel iktidar bloku dağılıyor ve yeni bir iktidar bloku oluşuyor.

Arınç'a suikast hikayesinin anlamı
Bu nedenle Ankara'da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a suikast düzenlenmek istendiğine dair saçma bir iddianın arkasından Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu Bölge Başkanlığı'nda arama yapılması, sanıldığı ve empoze edilmeye çalışıldığı gibi hiçbir şekilde Kontrgerilla'nın dağıtılması anlamına gelmiyor. Tam tersine, Ergin Yıldızoğlu'nun "pasif devrim" diye kavramsallaştırdığı Türkiye'nin gerici dönüşümü (karşı devrim) projesinin önemli bir kilometre taşını oluşturuyor. İslami ilkelere dayalı neo-faşist bir polis devletinin kurulması ve buna uygun yen bir "derin devlet" inşaasının stratejik etabını oluşturuyor.

Soğuk Savaş döneminin kontrgerilla operasyonlarında sokak gücü olarak kullanılan her soydan gerici, islamcı, muhafazakar, milliyetçi ve faşist güçler Türk Gladyo'sunu dağıtamazlar. Böyle birşey "eşyanın tabiatına" aykırıdır. Tam tersine, liberal entelijensyanın desteğini alan Cemaat-AKP ittifakı üzerinden yeni bir kontrgerilla kuruluyor. Bu operasyon, ABD emperyalizminin bölgesel siyasetlerine de son derece uygun düşüyor.

Örneğin gözaltına alınan askerlerin, suikast iddiası yerine "mevcut anayasal düzeni değiştirmeye kalkışmak, seçilmiş hükümete karşı silahlı isyana hazırlanmak" gibi çok başka suçlamalarla hakim karşısına çıkarılması, ancak bu suçlamalara dair maddi bir kanıt bulunamadığı için serbest bırakılmaları, olan bitenin polis istihbaratına dayalı yeni derin devletin bir operasyonu olduğu izlenimini güçlendiriyor.