Zizek ve onun neoütopik sosyalizmi

Marksizm uygarlığımızın son iki yüzyılına damgasını vurdu. Ama şöyle, ama böyle ve kim ne derse desin!

Marksizm gökten zembille inmedi. Bir dahiyane buluş da değildi. Toplumsal hareket içinde, bilimin gelişmesi içinde, aklın evrimi içinde dayanakları, kökleri kaynakları vardı.

Bu kaynaklardan birisi “ütopik sosyalizm” ya da ilk sosyalist ütopyalar olarak tarif edilir.

Bazı akıllı insanların, akılcı ve soylu toplum projeleri yani.

Marksizm bu toplum projelerini kendi dayanakları arasında görür.

Şöyle diyebiliriz, ütopyacı sosyalistler kapitalizmin kilidini açtığı ama önünde durduğu kapıdan geçilecek yeni akıl çağının ilk eskizlerini oluşturmuştur.

Uygarlığımızın geldiği noktada mümkün, mantıklı, ahlaklı ve mutluluk verici olan bir düzen aklın gösterdiği yoldan kurulabilir. Bu aklın özü de bellidir: Paylaşmacılık, ortaklaşma ve toplumsal dayanışma. Ütopyacılara bu cümleye inandıkları ve savundukları için borçluyuz.

Ama Marksizm onlarla hesaplaşmış, hatta mahkum etmiştir.

Marksizm, hesaplaştığı hatta mahkum ettiği bu kaynağının kıymetini bilir.

Toplumların, insan uygarlığının geleceğine ilişkin fikirlerimizi aydınlatan bir akıldır. Soylu insanlık projeleridir bunlar.

Ve dediğimiz gibi hesaplaşır, mahkum eder.

Çünkü ütopyacılar, yeni dünyanın onu çiziktiren aklın kabul görmesiyle doğacağını düşünmekte, en azından başka bir patika, başka bir mücadele düşünememektedir.

Marksistler, bu soylu aklın ürettiği yeni toplum tasavvurunun doğru ve akılcı olmasının, onun hayat bulması için yeterli olmadığını ortaya koyar.

Doğru ve akılcı olan bu gelecek tasavvurunu kendi kurtuluş yolu olarak görecek bir toplumsal özne vardır.

Ama daha akıllı olduğu için, aklı temsil ettiği için değil.

Kapitalizmin içinde ezilen, sömürülen, kendi yarattıkları kendisine karşı kullanılan, yükselttikçe kendisi alçalan ve giderek toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan sınıf olduğu için, işçi sınıfı.

Ve doğru ve akılcı olan bu gelecek tasavvurunun önündeki engel akılsızlık değildir.

Soysuz ve giderek akıldışı olan bir düzenin içinde varlık bulan, kendini onunla özdeşleştirmiş ve bu soysuzluk ve akılsızlıkta beslenen bir sınıf, patron sınıfı.

İnsanlığın soylu ve akılcı bir yeni uygarlığı kurması, aklın hakim olmasıyla değil, işçi sınıfının aklın silahlarıyla donanmış olarak patron sınıfını teslim alıp ortadan kaldırmasıyla gerçekleşecektir.

Yeni düzenin, sosyalizmin, komünizmin daha akılcı, daha soylu, daha insancıl olması şüphesiz önemli bir güç kaynağıdır. Fakat bu güç kaynağı ancak onu kullanacak sınıfın tarihsel hareketi içinde anlam kazanır.

Zizek, Koronavirüs salgını üzerine yazdığı bir yazıyla yine gündeme girdi.

Hiç de yeni bir şey söylemiyordu. Liberal mankafalar dışında herkesin gördüğüne işaret ediyordu: Salgın kapitalizmin akıldışı, giderek sürdürülemez yanlarını bir kez daha ve bu sefer ölümcül bir biçimde sergiliyor.

Salgın, akılcı ve toplumcu bir toplum organizasyonunun (evet bu komünizm!) avantajlarını bir kez daha inkar edilemez bir şekilde ortaya çıkarıyor.

Zizek’e göre salgın, “bizi” hep beraber bunlar üzerine düşünmeye davet ediyor.

Böyle mi?

Zizek “biz” derken insanlığı ayırarak, kendi safını belirlediği bir kesim adına bunu söylüyor olsaydı, “doğru” olurdu.

Bir kez daha Zizek’ten allah razı olsun diyebiliriz. Komünizm’in, akılcı ve toplumcu bir toplum organizasyonunun ne kadar hayati olduğuna, ne kadar sağaltıcı, kurtarıcı ve mutluluk verici olacağına şehadet ediyor!

Ve bizden uzak olsun çünkü komünizme giden yolun insanlığın ortak (soyut değil somut olarak ortak) aklıyla oluşturulacağı hayalini pompalıyor.

Tıpkı ütopyacılar gibi.

Bu söylediklerimin, soyut, kitabi ve doktriner bir laf salatası olduğunu mu düşünüyorsunuz?

O zaman şunu dinleyin.

Koronavirüs, insanlığın bir bölümünü daha da zalimleşmesi, daha da kalleşleşmesi, daha da alçaklaşması gerektiğine ikna ediyor şu anda.

Devlet iktidarını kontrol eden, her yıl elli çeşit zirve toplayıp insanlık için hayırlı projeler geliştirdiğini sanan zenginler, “fakirler” caddelerde, otobüslerde ve işçi servislerinde birbirlerine bulaştırdıkları hastalıklarla geberirken kendilerine bir ada satın alıp, yaklaşanı vuracak silahlarla donatmaya başladı. Düşünüyorlar değil! Başladılar.

Çin’in (nedenleri çeşitli olabilir, komünist geçmişinden çok binlerce yıllık tarihinden çıkmış da olabilir) akılcı ve toplumcu bir organizasyonla hastalığı nasıl kontrol altına aldığı üzerinde düşünmek ve bunun uyarlamalarını planlamak yerine, Çin hakkında yalanlar uyduruyorlar, onu karalıyorlar ve kendi akıldışılıklarını “hür dünyanın yüce değerleri” olarak yutturmak için çalışıyorlar.

Zizek haksız.

Koronavirüs bütün bir insanlık olarak yeni bir komünizm tasavvuru geliştirmek için bizi zorluyor filan değil. Bazılarının hiç tındığı yok ve tınmayacaklar.

Koronavirüs “büyük insanlığı” patron sınıfını ezip geçerek, şu bizim bildik komünist tasavvurumuzun yolunu açmaya zorluyor.

Yeni güzel dünyayı kuracak sınıfı, görevini yapmaya, görevini bilen ve yapan çürümüşleri gömmeye çağırıyor.

Zizek haksız.

Çünkü ilk ütopyacılar naifti. Aydınlanmanın akıl çağı vaadine çocukça bir güvenle inanmışlar, insana inanmış, onun aklına, akla olan yatkınlığına güvenmişlerdi.

Zizekse belli ki tekellerin kavga etmeyen akla tanıdığı krediye güveniyor.

Ne demişti büyük ustalar?

İlkinde trajedi…

İkincide şaklabanlık olarak!