Abdülmecid diyorum; bakıyorum da neler çekmiş karılarından, kızlarından, damat takımından. Yazılanlara göre kız çocuklarının çoğu bebekken öldüğünden ancak dokuz adedinin mürüvvetini görebilmiş ama bazıları boşanıp yeniden evlendiğinden damat sayısı bir hayli fazla ve müsriflikte birbirleriyle yarışıyorlar. Kızlar alışveriş için Beyoğlu’na çıktıklarında Galata’nın Yahudi bankerleri ellerinde boş senetler koşturmacasına arkalarında!
Abdülmecid Avrupalı prensler gibi eğitilmiş yeniliklere açık bir padişahımız. Hepimizin bildiği gibi Müslim- gayrimüslim bütün Osmanlıları kanun önünde “eşit” kılan; vergide adalet, ibadette özgürlük vadeden, kötü muameleyi yasaklayan, azınlık haklarını koruyan Tanzimat (1839), Islahat(1856) fermanlarının imzacısıdır. Ayrıca; fermanların sonuna ; “ Heman Rabbimiz Te’alâ Hazretleri,cümlemizi muvaffak buyursun ve bu kavanin-i müessesenin hilafına hareket edenler, Allahü Te’alâ hazretlerinin lanetine mazhar olsunlar ve ilelebet felâh bulmasınlar.Amin”, bedduasını da samimiyetinin karinesi olarak ilave emiştir. Hiç kuşkusuz babası İkinci Mahmut’un açtığı yolda giden yenilikçi biridir. Modern anlamda okullar,hastaneler,imaretler yaptırıyor.Kendinden öncekilerden farklı olarak kamusal alana çıkmaktan çekinmeden açılış törenlerine falan katılıyor, Büyükelçiliklere ziyarete gidiyor, balolara katılıyor; bazı kaynaklarda vals yaptığını bile okuyabiliyoruz. Ve beni en çok şaşırtan, ilk kez “yurt gezisi” ne çıkan padişah olması. Evet, padişah olduktan sonra ”yurt gezisi”ne çıkıyor. Tamam, gittiği yer şurası, İzmit, hadi bilemedin az biraz ötesi ama, öncekilerin Üsküdar’a geçmelerinin bile “ yorucu yurt gezisi” sınıfından sayıldığı düşünüldüğünde bizimkine “basbayağı seyyahmış yahu” demenin sakıncası yokmuş gibi geliyor bana! Bir de çoğunluk;“incelikli, alçakgönüllü, erdemli” biri olarak yazıyor Abdülmecid’i. Bir de körkütük oluncaya kadar içkiye olan düşkünlüğünü ilave ediyorlar ki bu ölçüde içmeyi bir padişaha yakıştıramayanların sayısı bir hayli fazla… İçeride,İstanbul’da iklimi şöyle özetlemek mümkün görülüyor: Padişahın kendisi,ikballeri,sair kadınları,damatları; saray harcamaları, sultan kızların düğünleri, şehzadelerin sünnetleri, gayet “müsrifane” bir yaşam; yaptırılan saraylar,köşkler,yalılar bunların “frenkvari” bir tarzda döşenmeleri akıtılan paralar. Daha beteri, bu harcamaların Kırım Savaşı nedeniyle ilk kez yapılan dış borçlanmadan karşılanıyor olmasıdır. Yazının henüz giriş bölümündeyiz ve uzadıkça uzuyor ama devam etmek istiyorum zira yazarken bile sinirleniyorum ve kendimi tutamıyorum. Yani şu bildiğiniz Dolmabahçe Sarayı, halen ayakta olup olmadığını bilmediğim Adile Sultan Sarayı, bildiğiniz Çırağan Sarayı,kızları Cemile ve Münire için Fındıklı’da yaptırdığı Çiftesaraylar ve benzerleri Abdülmecid döneminde alınan borç paralarla yaptırılmıştır. Meşhur Düyun-u Umumiye’nin başlangıcı olan bu borçlar hangi tarihte kapatıldı dersiniz: 1954…Yani 100 yıl boyunca bu sevimli adamın karıları,kızları,damatları için yapılan harcamalar ödeye ödeye ancak 1954 yılında bitirilebilmiştir. Yani şimdikilerin saray merakı eskiye dayanmaktadır!
Her neyse bu içerisi…Bir de dışarısı var: Kırım Savaşı…Şimdi Kırım Savaşı’nın gidişatına değil; Rusya’nın Osmanlı topraklarında nufuzunun artmasından endişe duyan ve Osmanlının imdat çağrısıyla İstanbul’a doluşan ve burayı üç yıl boyunca merkez üst olarak kullanan Fransız,İngiliz,İtalyan subayları ile bunların peşi sıra gelen yaban tüccarların, gazetecilerin, diplomatların,bunların eşlerinin İstanbul’un yaşantısında meydana getirdiği muazzam değişikliğe dikkat çekmek istiyorum. Dönemin tarihçisi Cevdet Paşa’dan yararlanarak yazmış Necdet Sakaoğlu ve şunları okuyoruz:
“Kırım Savaşı yıllarında İstanbul’a gelen İngiliz,Fransız,İtalyan birlikleriyle subay ve diplomatlarının getirdikleri alafranga görenekler,orta halli aileleri bile tüketiciliğe ve lükse yöneltti(…)
Padişah kızları,kız kardeşleri de hiçbirinden geri kalmamak için hesapsız harcamalara Yönelmeleri aynı sıradadır.Saray kadınları dış dünyaya açılmakla kalmayarak alışveriş tutkusuna kapıldılar. Abdülmecid’in kadınefendileri, ikballeri,kızları arabalarla piyasaya çıkıp Beyoğlu kuyumcularında,mağazalarında alışveriş yapacak kadar özgürlüğe sahipti. Vezir
Eşlerinin,yüksek sınıf ailelerinin de onlardan kalır yanı yoktu.Abdülmecid’in saray Masraflarının dışarıya yansıyan üç yıllık borcu üç milyon keseyi geçmişti…”(Bu Mülkün
Sultanları,1999) Abdülmecid’,in şu sözlerine bakar mısınız: “Avrupalı kadınların kıyafetlerini pek cazibeli buluyorum. Bizim kadınlarınkine pek ziyade tercih ediyorum…” Bu sözü duyan sultan
hanımları,kadınefendileri,ikballeri tut bakalım tutabilirsen! Tutamıyorlar.Abdülmecid’in onlarca karısından biri, Serfiraz Hanım, Beyoğlu mağazalarına 125 bin kese borca giriyor!
Ve birilerinin burasına geldiği anlaşılıyor. 14 Eylül 1859 tarihinde, yani Kırım Savaşı’nın bitiminden üç yıl sonra, İstanbul gazeteleri
“ihlâl-i asayiş” manşetiyle çıkıyor. Gazeteler,”suikast” sözcüğünü kullanamıyor çünkü bu sözcüğün insanlarda uğursuz bazı fikirler uyandırabileceği düşünülüyor.
Gazeteler bir yana, “suikast” sözcüğüne kanun metninde dahi rastlayamıyoruz. Cevdet Paşa Kanunname’nin hazırlayıcısı ve şunları yazıyor: “Meclis-i Tanzimat azasından merhum Şevket Paşa ‘Padişah hakkında suikast kimsenin hatırına gelmemelidir. Bunu kanuna yazıp ilan etmek münasip olmaz’ demekle kanunda hükümdara mahsus maddeleri tayy (çıkarmak) ettirmişti”. Yazmaya cüret edilemiyor ancak Suikast yapmak için örgüt kurmaya cüret edenlerin olduğu anlaşılıyor. Şeyh Ahmet, Çerkes Hüseyin
Daim Paşa,Cafer Dem Paşa, Arif Bey,Binbaşı Rasim Bey hükümeti devirmek padişaha suikast yapmak üzere bazı tarihçilere göre adı Fedailer Cemiyeti, bazılarına göre Muhafaza-i Şeriat olan gizli bir örgüt kuruyorlar. İhbar ediliyorlar. Toplantı halinde iken yakalanıyorlar.
Yargılamalar Kuleli kışlasında yapıldığından tarihçiler bu olay tarih kitaplarına Kuleli Vakası adıyla kayıt altına alıyor. Kendi payıma söyleyecek olursam heyecan veren bir örgüt.
Ne ki hakkında yazılanlar pek az ve pek dağınık.
Bilgi Yayınevi’nce basıldı Petrosyan’ın kitabı : Sovyet Gözüyle Jontürkler( Birinci Basım,1974).
Petrosyan, Kuleli Vakasını “ Türk memurları ortamında meşrutiyet fikrinin,çekirdek halinde de olsa bulunduğunu kabul edebiliriz” diyerek Jön Türk hareketini bilegeldiğimiz Namık Kemallerden öncesine taşıyorsa da (s.46), bu görüşün Türk tarihçileri ve araştırmacıları Arasında itibar gördüğü söylenemez. Ahmet Bedevi Kuran benim de aklımı çelen şu görüşleri ileri sürüyor:
“Gerçekten bu cemiyetin takip ettiği amaç,hâlâ açık şekilde tespit edilememiş ve bu konuyu İnceleyenler, cemiyetin amacını kanıtlara dayanarak henüz aydınlatamamışlardır.Bununla beraber,olay hakkında yayımlanan resmi beyannamelerde ileri sürülen fikirlerden alınan izlenim ve sanıkların ifadelerinden çıkan anlam,bu oluşumun Sultan Abdülmecid’in gereksiz harcamalarını önlemek amacıyla kurulduğu ve bu uğurda, gerekirse memlekette ihtilal yapmak amacı güttüğü merkezindedir (İnkılap Tarihimiz ve Jöntürkler Kaynak Y.2000,s.17). “Vaka”nın bence üzerinde durulması gereken yanlarından biri de suikastın zamanı ve yeri tartışılırken cemiyet yönetiminin Abdülmecid’in öldürülmesinin “kalabalığın arasında ve milletin gözünün önünde yapılması” hususundaki ısrarı. Bunu teknik bir sorun olarak ele almıyorlar. Sarayın pervasızlığına karşı ahalinin nefreti o kadar yüksek bir düzeyde ki ahalinin bunu onaylayacağından zerre kadar kuşku duymuyorlar. Bu yanıyla da yeniçeri marifetiyle yapılan saray darbelerinden farklı olduğu çok açık.
Olmuyor. Tutuklanıyorlar. Kuleli Kışlasında yapılan yargılamaların sonucunda , önce idam dahil çeşitli cezalar veriliyor sonrasında sürgün ve kalebentlikte karar kılınıyor. Yöneticilerden ve kuruculardan Arnavut Cafer Dem Paşa Kuleli’ye götürülürken denize atlayarak intihar ediyor. Dava böylece kapanıyor.
Abdülmecid mi?
“Kadınların derdi beni verem etti” diyerek ve sahiden verem olarak genç yaşta göçüp gidiyor. Tam olarak “Vaka”nın mahiyetinin açığa çıkarılamadığı hususunda tarihçilerin ortaklaştıkları yazıladursun, benim fikrim cemiyetin niyetinin Abdülmecid’in başına sarayları yıkmak olduğu yönündedir
Yıl Eylül 1859’ dur…Şimdi Eylül 2015…