Hamidiye Alayları

Tam adı Hamidiye Hafif Süvari Alayları. Abdülhamit’in saltanatında bir yıllık hazırlık döneminden sonra 1891’de kuruldu. Bir de müştemilatı var: Aşiret Mektepleri. Abdülhamit’in bu türden düzenekleri kurmakta pek usta olduğu bilinmekteyse de sultana bu defa aklı bir Çerkes veriyor: Mehmet Zeki Paşa. Kafkas Savaşları sırasında Çarlığın Çerkes savunmasını kırmak için kullandığı Kazak birliklerinin kuruluş şemasını gözüne kestiren Mehmet Zeki Paşa’nın önerisini yerinde bulan Sultan Abdülhamit, Kürt aşiret reislerinin komutasında milis birliklerinin kurulmasına karar veriyor.

Bir yıllık hazırlık dönemi dedim, Abdül gibi vesveseli birinin bütün parlaklığına rağmen öneriye dört elle sarılıp sabahına işe girişmesi beklenemez elbet. İlkin istihbarat yapılıyor. Ardından saray gözüne kestirdiği aşiret reislerini, elbette Alevi olanlar hariç, İstanbul’a davet ediyor. Kürt Reisleri mensup oldukları aşiretin alameti farikaları ve parlak sırmalı kıyafetlerinin içinde "alayiş ve nümayişle” karşılanıyorlar. Neşeli ve heyecanlı olduklarını söylemek gerekiyor. Örnek olsun, Janet Klein’in “Hamidiye Alayları” adlı kitabından (Renan Akman çevirisi, İletişim 2013) reislerin iki ay kadar İstanbul’da misafir edildiklerini ve çok iyi ağırlandıklarını öğreniyoruz. Halife sultanla aynı sofraya oturup oturmadıklarını bilemiyoruz ama şereflerine şenlikler, merasimler düzenlendiğini okuyabiliyoruz.

Abdülhamit’in bu konuda gani yürekli olduğunu bilmez değilsiniz; her merasimin sonunda nişanlar, payeler dağıtılıyor. Janet Klein, reislerin “uzak memleketlerine farklı insanlar olarak döndüklerini” yazıyor. Askerlik yapmadıkları kuvvetle muhtemel, adlarını bile yazıp yazamadıkları kuşkulu aşiret reisleri albay, general rütbeleri ve bu rütbelere uygun maaş cetvelleri ile keselerinde “hamid” altınları; atlarının terkisinde bir yüzü Kur'an ayetli diğer yüzü Padişah Tuğralı atlastan sancak ve beyaz ipek kumaşa nakşedilmiş ferman… Dönüyorlar…  Abdülhamit o gün “Bave Kurda” oluyor, Kürtlerin babası…  “Bugün, bir gün bizim boğazımızı kesecek kılıçları biledik!” Bu söz Cibran aşiretinden, Aşiret Mektebi çıkışlı Albay Halit Bey’indir. Başka bir bağlamda sarf etmiştir ama buraya da yakışmıyor değil.

Tüzüğü var. En az 32 en çok 48 neferde oluşan takımlar kuruluyor. Dört takımdan bir bölük, dört bölükten bir alay oluşturuluyor. Atlar ve giysiler kendilerinden, silah, cephane her türlü askeri mühimmat sultandan. Alaylar ancak merkezin emri ve ancak onun denetiminde bir araya gelebiliyorlar. Şunlar da var; her alaydan iki çavuş ordu merkezine gönderilip eğitim alıyor. Ayrıca her alaydan on dört on beş yaşlarında “irilerinden” bir çocuk seçilerek İstanbul’a gönderiliyor orada süvari mekteplerinde tahsil görüyor teğmen rütbesiyle alayına dönüyor. Ancak bunu mektepli subaydan sayamıyoruz. Bu özel orduya “Osmanlı terbiyesiyle” yetişmiş padişahına  bağlı subaylar gerekiyor. Aşiret mektepleri bu türden subaylar yetiştirmek için açılıyor: Mekteb-i Aşiret-i Hümayun… Aşiret reislerinin ve ileri gelenlerinin çocukları kabul ediliyor bu okullara. Yatılı olarak okuyorlar. “Yeniçeri” gibi ama tam değil, çünkü onlar küffar illerinden devşirilen Hıristiyan ailelerin gasp edilmiş çocuklarıydı. Bunlar başka, bunları biraz; şimdi yazacaklarım, bir ihtimal, Çerkeslerin Kabartay kabilesi mensuplarına sevimsiz gelecek ama Kabartay Çerkes Beylerinin çocuklarının eğitilmesi için gönderdikleri Moskova okullarına benzetebiliriz. Şöyle, Moskova bu okullarda  bir yandan kendisine sadık subaylar yetiştirmeyi hedeflerken ki bazıları general rütbesine erişmiştir, öte yandan bu çocukları “lüzumu halinde ailelerine karşı kullanmak” üzere elinde rehin olarak tutmuştur.

Benzeşiyorlar. Kürt feodal beylerin komutasındaki Kürt Alayları ile Kabartay feodal beylerin komutasındaki Kabartay Avcı Birlikleri benzeşiyorlar. Her ikisi de merkezin amaçladığının dışında kabileler arasında güç savaşında bey takımı tarafından  kullanılıyor. Feodal beyler devletin silahlarıyla donatılmış aşiret birlikleri vasıtasıyla  kendi halkını eziyor.

Abdülhamit’in isyan bölgesi Kürdistan’da ileride başına dert olacaklarını bildiği halde bazı aşiretleri ordu düzenine geçirip kendi eliyle donatmasını, vergiden muaf tutmasını, adli suçlarda yargılama yetkisinin dahi aşiret reislerine vererek güçlerinin katbekat artmasının önünü açmasını neye bağlamalıyız.

Şunlar yaygın olarak bilinenler ve ben sadece yinelemiş oluyorum: 

Bir, Doğuda Rusya ve İran’ın muhtemel saldırılarına karşı mevzi oluşturmak. İki, 1887 ‘de kurulan Ermeni Hinçak ve 1890’da kurulan Taşnaksuyan Partilerinin geliştirmeye çalıştığı milliyetçliğe karşı önlem almak. Üç, Başına buyruk konar-göçer Kürt aşiretlerini Pan-İslamist bayrak altında merkeze bağlamak ve onları “ıslah” etmek.

Bu payitahtın niyeti ve elhak doğru ve  Kürt bıçağını devlet bu niyetle biliyor. Örnek olsun, 1894-96 Van ve Bitlis Ermeni ayaklanmalarında Hamidiye Alayları’nın çok sayıda Ermeni kestiği yazılıyor. Ancak bıçağın yöneldiği başka bir “boğaz” daha var. Pek üstünde durulmuyor. O da şu: Kürt Beylerinin Hamidiye Alayları vasıtasıyla el koydukları topraklar ve sair mülkler. Sadece Ermenilere ait olanlar değil, Ermeniler çoğunluk şehir merkezlerinde yaşıyor zaten, tehcirden çok önce Alevisiyle, Sünnisiyle, Kürtler'in; Ezidiler'in, Süryaniler'in topraklarına el konuluyor. Janet Klein’den aktarıyorum:

”Bazı grupların devlet desteği ile güçlendirilmeleri sonunda yerel güç ilişkileri ve kimlikler önemli bir dönüşüm geçirdi; ve daha önce etnik ya da dini olduğu düşünülen şiddetli çatışmalar, en azından kısmen, çok daha büyük bir şeyle, burada maddi kaynak ve imkanları ele geçirme çatışması(yla) ilgiydi….” (s.27)

Büyük aşiretler küçük olanları “hizaya”getiriyor. Aşiretler birbirlerine giriyor. “Toprak çatışması” kızışıyor. Çatışmalarda devlet çoğunluk Hamidiyecilerin yanında ye alıyor. Örnek olsun, 1905’te, Milli (Mıllan) Aşireti, 32 aşiretten oluşan bir federasyon, Reisi İbrahim Bey’in Abdülhamit’in verdiği ”Paşa” rütbesiyle yazalım, İbrahim Paşa’nın işgal gasp ve tecavüzlerinden gına getiren Diyarbakır ahalisi “nümayiş”le telgrafhaneye yürüyor, hem de kimin başkanlığında dersiniz, Ziya Gökalp! Payitahta “imdat” şikâyetleri yağıyor. Yani insanın inanası gelmiyor ama, Ayşe Hür yazmıştı vaktiyle “Taraf”ta, Padişah, İbrahim Paşa’ya nişan ve ödül göndererek gönendiriyor!

Bir son olmalı.

İlkin 1906’da Aşiret Mektebi kapatılıyor. “Hamit” adını duyduklarında başları dönen İttihatçılar, Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra, 1909, “Hamidiye”yi “ıskat” ettiler. Kaldı geriye Aşiret Süvari Alayları… 1913’te alayların tüzüğü ve adı bir kez daha değiştirildi. İhtiyat Süvari Alayları adıyla merkezi Erzurum’da olan Dokuzuncu Kolordu’ya bağlandı. Nizami orduya katılmış oldu.

Öyle ya, bir de “Haşerat” meselesi var. “Bunlar aşiret değil Haşerat” sözü okul müdürü Kâmil Bey’e aittir. Artık ne kadar bizâr olmuşsa!