On beşler cinayeti ve tetikçi Yahya'nın sonu

Öldüreni biliyoruz; Trabzon kayıkçılar kâhyası Yahya… Ancak öldürten tartışmalı ve olasılıklar şöyle sıralanıyor:

Bir, Ankara Hükümeti; iki, İttihatçılar; üç, Kâzım Karabekir; dört Erzurum Valisi Hamit; beş, Trabzon kayıkçılar kâhyası Yahya; altı talihsiz bir deniz kazası; yedi, Lenin… Evet bildiğiniz bizim Vladimir İlyiç…

Hani  biraz daha zorlasalar: On Küçük Zenci!

Lenin’i unutalım. Kemal Tahir’in, Lenin’in yanına Stalin’i de katarak ileri sürdüğü deli saçması bir tez idi. Tez; Lenin ve Stalin’in İslamiyet ile komünizmi bağdaştırmaya çalışan ve Kafkasya/Asya Türk- İslam halkları üzerinde güçlü bir etkisi olan Mir Sultan Galiyef’i öldürttükleri üzerine kurulmuştu. Durum böyle olunca Galiyef’in sekreteri Mustafa Suphi’nin para karşılığında ortadan kaldırılması da aynı ikili tarafından Mustafa Kemal’e havale edilmiş oluyordu. Sonradan, Galiyef’in ölümünün, tam olarak saptanamasa da 40’lı yılların birinde olduğunu öğrenen Kemal Tahir’in dizlerini döverek öz eleştiri yaptığı yazılacaktır. Eklemeliyim, “diz dövmeği” kızgınlığımdan ben uydurdum,”öz eleştiri yaptığını” Mete Tunçay yazmıştır. (Bilineceği Bilmek, Alan Yayıncılık,s.75) 

Kemal Tahir’i yok sayalım. Şöyle başlasak; 1921 yılının Ocak ayında Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin hemen hepsinde ittihatçıların hakim olduğunu söylemek abartı sayılmamalı. Mustafa Suphilerin tuzağa düşürüldüğü Trabzon, Kars’tan başlayan güzergahın Erzurum durağından sonraki çıkış noktası. Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyeti başkanı Barutçuzade Ahmet, Enver Paşa’nın ünlü Teşkilat-ı Mahsusasının Trabzon sorumlusu. Cinayetleri işleyen kayıkçılar kahyası Yahya teşkilat-ı Mahsusa’nın eski bir savaşçısı, Suphi kafilesinin durdurulduğu Erzurum’un valisi Hamit daha iki ay öncesine kadar Trabzon’da valilik koltuğunda oturan bir adam ve o da Teşkilat-ı Mahsusa’nın ileri gelenlerinden biri olup Enverist ve öbür Enverci Barutçuzade ile kardeşten ileri canciğer kuzu sarması.  Bu ilişkilere bakıldığında Mustafa Suphilerin katlinde İttihatçı parmağı arayanların delilleri yabana atılır cinsten değil  ama ipi ucunu tutan ele  de bakmak gerekiyor. İpin ucunda Ankara var ve Ankara deyince de Stalin’in o “hınzır” sözü:  “Bu bir tesadüf mü yoldaşlar?”

Aynı günlerde Ankara’da şunlar yaşanıyordu:

Ankara’da komünistler tutuklanıyor, Halk İştirakiyun Fırkası baskılara dayanamayıp faaliyetlerin durdurmak zorunda kalıyor, solcuların denetimindeki Yeşil Ordu Cemiyeti kapatılıyor, solun silahlı dayanağı Çerkes Ethem asi ilan edilirken gerillaları dağıtılıyordu.

Mustafa Suphilerle ilgili karar Ankara, Kars, Erzurum üçgeninde alınıyor. Ankara’da Mustafa Kemal Paşa, Kars’ta Kazım Karabekir ve Erzurum’da vali Hamit Bey… Artık sır değil, yazışmalar var. Aralarında haberleşiyorlar. Yazışmalardan, Trabzon’da, iskelede buluştukları anlaşılıyor. Cinayeti izlemek üzere bir araya geliyorlar. Kişisel sorumluklar ayrı, sözünü ettiğim orta yerde duran  tarihsel sorumluktur. Kemalcilerle, Enverciler arasındaki çekişmeyi abartmamak gerekiyor. Kadrolarının temsil ettiği zihniyet bir ve aynı. Sadeleştiriyoruz, “sınıf” diyoruz. Burjuvazi hazırladığı  cinayeti iskeleden izliyor! Görüyoruz: Hepsi Orada!

Daha nasıl olsun. Mustafa Kemal Kâzım Karabekir’e, Ankara’da kendi istekleri dışında gelişen komünist cereyanları şikayet ederek, bu cereyanları körükleyeceğini düşündüğü Mustafa Suphi’nin Ankara’ya sokulmaması yolunda talimat veriyor. Bunun üzerine Kemalci Kâzım Karabekir, Erzurum valisi Enverci Halit Bey’i bilgilendirip uyarıyor. Halit Bey, “Mustafa Suphi ve arkadaşlarının çalışmalarına engel olunmak gerektiğini, ancak yapılacak karşı hareketlerin Kars’ta Rus elçilik heyetinin gözleri önünde yapılmasının mahzurlu olduğunu, işin Erzurum’da kendisine bırakılmasını” Karabekir’e  cevaben bildiriyor. Karabekir, Halit’in fikrine katılmakla birlikte Mustafa Suphi ve arkadaşlarının şiddetli şekilde protesto edilerek Erzurum’dan Trabzon’a ve oradan da sınır dışına yollanmalarının münasip olacağını ikinci bir mektupla iletiyor. Mustafa Suphi ve arkadaşları iki eksikle, Süleyman Sami ve Mehmet Emin, şiddetli protestolar ve hakaretlere uğrayarak Erzurum’dan ayrılıyor.

Ve Kayıkçılar Kâhyası Yahya’nın sırası geliyor.

Hangisi daha gaddar?

İskeledekileri “ima” ile  geçtik, sözüm onlara değil. Aşağıdakilerden diyorum, hangisi daha gaddar?

Kayıkçılar Kahyası Yahya, Topal Osman, İsmail Hakkı Tekçe…

Yöntemleri farklı; Kahya Yahya suda boğuyor, Topal Osman gemisini yüzdürmek için Rum tutsakları diri diri ateş kazanına atıyor, İsmail Hakkı kelle kesiyor… Son ikisi Mustafa Kemal Paşa’nın özel muhafızı… Üçünün de yolu Trabzon’da kesişiyor.

Mahmut Goloğlu yazıyor:

“Trabzon’un Maçka ilçesine varan heyet burada da bir eksikliğe uğradı. Heyette bulunanlardan Trabzonlu Veteriner Yüzbaşı Abdülkadir, Kars’tan çektiği bir telgrafla, Trabzon’a gelmekte olduklarını sevinç içinde kardeşi Mehmet Efendi’ye bildirmişti. (Cumhuriyete Doğru, İş Bankası Yayınları.S.,45-46)

Ne var bunda denilebilir. Devamı var. Ve devamında Mehmet Efendi’nin Kayıkçılar Kahyası Yahya’nın arkadaşı olmakla kalmayıp aynı zamanda onun “umum vekili” olduğunu öğreniyoruz. Buna, Mehmet Efendi’nin, uzun zamandır görmediği kardeşinin gelmekte olduğunu Yahya ile paylaştığını da ilave etmeliyiz. Mahmut Goloğlu devam ediyor:

“Yahya Kâhya; Mustafa Suphi ve arkadaşları hakkında emir aldığını Mehmet Efendi’ye bildirmiş, kardeşini kurtarmak istiyorsa, şehre girmesine engel olmasını, yola çıkıp bir yerde kardeşini heyetten ayırıp kaçırmasını tembihlemişti…”(s.46)

Abdülkadir, kardeşinin uyarısıyla heyetten ayrılıyor. Heyet ajan olduğu anlaşılan Süleyman Sami ve Mehmet Emin’den sonra Abdülkadir’i de geride bırakarak 16 kişi olarak Trabzon’a ulaşıyor.

Şimdi 28 Kanunusani’yi 29’a bağlayan gecedir.

Kaynaklarda adı belli değil. Semiramis, Mariya, Meryem olarak geçiyor: Mustafa Suphi’nin karısı…Trabzon’da alıkonuluyor. Kalan 15 kişi karanlık bir gecede 28 Kanunusani’yi 29’a bağlayan gecede iskeleden motora bindiriliyorlar ite kaka.

Motorun hırçın ve karanlık ve sulara açılmasından kısa bir süre sonra kayıkçılar kahyası Yahya daha süratli bir motorla takibe alıyor Suphi ve yoldaşlarını… Sonu biliniyor.

Ebubekir Hazım Tepeyran, yazar Oktay Akbal’ın dedesi olur. Tepeyran 1922 yılında Trabzon valisidir. Hatıralarını yazdı: Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları (Çağdaş Yayınları). Tepeyran, koca Trabzon’da valilik makamının dahi otomobili olmadığını ancak Kayıkçılar Kâhyası Yahya’nın son model kırmızı bir otomobili olduğunu yazıyor. Burası pek önemli olmayabilir ancak şu önemli olmalı:

“Sıvas Bidayet Mahkemesince hayrete mucip bir kararla beraat ettikten sonra Trabzon’a dönen Kayıkçılar Kâhyası Yahya Efendi 3 Temmuz 1922 günü güneş batacağı sıralarda otomobille Soğuksu mevkiindeki yazlık köşküne giderken yolun nispeten tenha bir yerinde pusu kurmuş olan meçhul bir kişi tarafından atılan kurşunlarla katledilmiştir.”(Tepeyran, s.124)

Burada Tepeyran’ı şaşırtan bitmez tükenmez zorbalıkları ve yolsuzlukları nedeniyle hakkında açılan davalardan Yahya’nın bir kez daha beraat etmesidir. Yahya elini kolunu sallayarak ve fevkalade kasılarak Trabzon’a dönüşünde öldürülüyor. Cinayet soruşturulurken Tepeyran devam ediyor:

“Tahkikat ilerledikçe tanıkların ifadelerine göre, dillerinin şivesi ile kıyafetlerinden Giresun taraflarından geldikleri, yani, Topal Osman tarafından gönderildikleri zannı kuvvetleniyordu.”(s.126)

Buyurun… Topal Osman dediğin Mustafa Kemal’in yakın koruması.

Bir yıl geçmeden Ankara başka bir cinayetle sarsılıyor. Nisan 1923 başında Mustafa Kemal Paşa’yla sürekli çekişme halinde olan Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in cesedi Çankaya Köşkü civarında bulunuyor.  Meclis ayağa kalkıyor. Cinayeti Mustafa Kemal aleyhine ileri geri konuşmasına sinirlenen Topal Osman’ın işlediği anlaşılıyor. Topal Osman çatışmada yaralı olarak ele geçiriliyor. Ancak kendisinin Mustafa Kemal Paşa tarafından aldatıldığını ileri sürerek ona ağza alınmayacak küfürler savuran Osman’ın daha fazla konuşmasına izin verilmeden kellesi gövdesinden ayrılıyor.     

Buna da buyurun: öldüren ve öldürdükten sonra kellesini kesen Mustafa Kemal Paşa’nın Muhafız Alayı Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’dir.  

İsmail Hakkı Tekçe yıllar sonra 1977’di de artık emekli generaldir, Milliyet Gazetesine hatıralarını anlatıyor. Kayıkçılar Kahyası Yahya’yı bizzat kendisinin öldürdüğünü itiraf ediyor. Vaktiyle kellesini aldığı Topal Osman’ı aklarken cinayeti itiraf ediyor. Bitse iyiydi ama bitmiyor. Mete Tunçay, “Türkiye’de Sol Akımlar” kitabında Kayıkçı Kahyası Yahya’nın oğlundan gelen bir mektuptan söz ederek şöyle bir not düşüyor:

“Kitabımızın yayımlanmasından kısa bir süre sonra,Yahya Kahya Bey’in oğlu Sayın Osman Kahya’dan 15/12/1967 tarihli bir mektup aldık. Bu mektupta ‘Yahya Bey’in o zamanki faktörlere göre vatani vazifesini’ yaptığını belirtiyor ve ‘asıl katilin bugün tapılan biri olduğunu zaman gösterecektir’ deniliyordu…”(s.240)

Farkındayım, seri cinayetlerin anlatıldığı polisiye öykü gibi oldu ama, kabahat benim değil, 20’li yıllarda siyasi cinayetler vakayi adliyeden sayılıyordu. Öyle olduğu için böyle oldu!  Peki iyi de bunların hepsi tesadüf müdür yoldaşlar?