Başbakan Danışmanı Şeyhülislam Ali Efendi

Solgun yüzlü bir zat.

Yüzünün solgunluğunu üç eşli olmasının getirdiği meşakkatlere bağlayanlar çoksa da, beniz uçukluğunu, içinden geçtiğimiz şu günlerde tutulmasının sevap olduğu söylenen nafile oruçlarının yıpratıcılığına yoranlar da az değil.

Teve’de gördüğüm kadarıyla, buralarda söylemesi ayıp olabilir belki ama bizim oralarda iltifat olarak kullanıldığı için sakınca görmüyorum, yürürken danalıktan yeni kurtulup boyunduruğa koşulan genç öküz gibi yeri depretmesine bakacak olursak, ben de reyimi ikincilerden yana kullanma eyilimindeyim.

Yani bence de solgunluğu “üç” ten değil. Kaldı ki kendisiyle yapılan söyleşide daha “iki”yi telafuz ederken “dört”ün peşinde olduğunun lafzını ediyordu.

Gazetelerin haberine göre çifte koşulma yaşını çoktan geçmiş olmalı, zira torun torba sahibi. Ancak eşlerinden üçüncü olanla yapılan söyleşiden benim anladığım, övendereyi ele almadan başı boş sokağa bırakılmasının pek de hayırlı olmayacağı yönünde.

Aklıma hürmeten dinleyecek olursanız, benim söyleşiden edindiğim intiba sayısı iki. Bunlardan biricisi sevgisinin panoramik ve adeta namütenahi, sonsuz demek istiyorum, olması. İkincisi de bunun Allah’ın sadece sevdiği kullarına bağışı olduğuna büyük bir samimiyetle inanması. Yani kadınları seviyor...

Arkasına Allah’ın desteğini aldığı kendi uydurması değilse, çevresinde fazlaca oyalanmayın derim ben. Her ne kadar çıta “dört” diyorsa da, bende sınırları zorlayabilecek bir tosun izlenim bıraktı çünkü.

Şeker gibi. Tatlı tatlı söyleşiyor. Eşlerini sıraya koyduğunu, her gece birinde olduğunu ve yatmadan önce dua ettiğini söylüyor: “Allahım bu konuda bana haram nasip etme, helalden mahrum etme...”

Edindiğim intiba iki demiştim ya, tövbe, üç.

Tövbe, çünkü “Alırken danıştınız mı, izin aldınız mı?” sorusuna verdiği yanıtın bende bıraktığı intibayı da eklemek gerekiyor. Bu da dini konulardaki yetkinliği oluyor. Müslümanlığın yaşam felsefesini yemiş yutmuş ve sindirmişliğine bakın, üstüne de bazı kimselerin patavatsızlık olarak algıladığı deyişteki şu sadeliği ve içtenliği ekleyin:

“Hayır izin almadım... İzin almak mecburiyetinde de değilim.”

***

Elbette değil. Ayetler var. Hadisler var. Bir de ortada fiillerin faili koskoca şeyhülislam Ali Efendi var...

***

Küçük bir parantez: Okumuş, yazmış yüksek okullar bitirmiş 30 yıllık karıma bunu anlatamadan bu dünyadan göçüp gideceğim ya ona yanarım. Parantezi kapattım.

“Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın yahut da sahip olduğunuz cariyeler ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (Nisa/3)

İster misiniz Şeyhülislam Ali Efendi, ayette geçen “dörder alın”ı her bir kadından “dörder, dörder alın” olarak tefsir etsin de, tıpkısından dört tanesinin peşine düşüp, 16’yı yakalasın!

İşte o zaman çatlarım!

***

Ancak akılda tutulması gerEken sayı arttıkça eşitliğin sağlanmasının zora gireceği meselesidir. “Kadınlar arasında adalet ve müsavat (eşitlik) icra etmenize ne kadar hırs gösterseniz, asla gücünüz yetmez” Hadisi buna dairdir.

Bazı ayetlerde geçen eşitlik sağlamak için dayak atma önermesinin sebeb-i hikmeti bu olmalı.

Burada bir parantez daha açmak için izin istiyorum:

Bizim gibi her gün değil, arada bir dayak yediği için, -“biz” derken muradım çevremdeki çok sayıda benzerimle empati kurmak değil elbette- şen ve şakrak dolaşanların sözü, sazı dinlenmeye değer mi emin değilim ama çok eşlilerin barış içinde birarada yaşamalarının sırrını galiba öğrenmiş bulunuyorum.

Sümbülüzade Vehbi Efendi’nin yazmış olduğu bir risaleden aklımda kalanları aktarıyorum : Hiçbir kavgada, asla belden aşağı vurmayın. Onun kişiliğini yıkacak sözler söylemeyin onun zaflarını kavgada koz olarak kullanıp kalbini kırmayın rencide etmeyin. İlla vuracaksanız normal incelikte, oklava gibi, omuz hizanıza kadar kaldırdığınız bir değnekle, sırtına ve omuzlarına vurun.

Yani vurun dediksek beşe on inşaat kalasıyla yaradana sığınıp girişmeyin!

Aksi takdirde kıyamet gününde bedeninizin yarısının eğik olacağı, dolayısıyla Sırat Köprüsü'nden geçerken bir denge sorunu yaşayabileceğinizi de aklınızda tutun. Bunu diyen de hafızam bana bir oyun oynamıyorsa eğer yine bizim Sümbülüzade’dir.

Günümüzde "Dövmek de nerden çıktı canım, kolbastı oynuyorduk" diyip laikçilerin elinden kurtulmak için insanlığın en güzel icadı olan bu dansı işin içine bulaştırmaya çalışanları örnek olarak almayın derim ben. Sırat Köprüsü'nden geçemezsiniz.

***

Araya sıkıştırdığım ve akıl açıcı olduğunu umduğum fikirler için açtığım parantezi kapatıp Şeyhülislam Ali Efendi’ye tekrar dönüyorum.

Şeyhülislamın din konusunda en çetrefilli işleri çözen, en belalı soruların yanıtını veren fetva makamı olduğunu söylemem fazladan olsa da, hatırlamanız için düştüğüm bu küçük notu mahzurlu bulmadığınızı umarım.

Öyledir. En büyük dini bir makamdır.

Kendilerinin aynı zamanda Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Genel Başkanı ve Deniz Feneri adını taşıyan İslami soygun kuruluşunun da has görevlilerinden biri olduğunu basından okumuşsunuzdur.

Şimdi soruyorum:

Başbakan ne danışacak bu adama?

Danışacağı, oruçlu iken gözlerden şiddetli bir şekilde yaş dökerek -“yaş” derken yanlış anlaşılmasın bu günlerde çok konuşulan o “YAŞ” değil kastım - ağlamak orucu bozar mı, ya da namaz kılarken yellenmek apdesti yok hükmüne düşürür mü türünden şeyler ise eğer, o kadarını Bülent Arınç da bilir zaten, git ona danış demezler mi adama?