23 Ocak 1913 Babıali Baskını

Balyoz harekat Planı’nın altında “Balyoz Sıkıyönetim Komutanı” sıfatıyla imza atan Çetin Doğan, bu planı, Türkiye çapında sıkıyönetim ilanı sağlandıktan sonra ‘AKP hükümetini devirecek bir karar ve eylemler bütünü’ olarak tahayyül etmişti.” (Taraf)

Ordunun “İç düşman” olarak kodlandırdığı “tehlikelere” karşı planlar yapıp stratejiler çizdiği bu plan ve stratejileri değişen koşullara göre güncelleyip geliştirdiği biliniyor. Sır değil.

Muhtemelen yapanların dahi unuttuğu planların ayrıntıları ise yıllar geçtikten sonra Zaman üzerinden Taraf’a iletilerek, bu gazetenin yazarlarının tahayyül gücüne göre zenginleştirilip “pehlivan tefrikası”na dönüştürüldükten sonra öğrenmemiz sağlanıyor. Bu da sır değil.
Dış düşman kuvvetlerine karşı yapılan 81 vilayet, sayısını bilemediğim çoklukta kasaba, nahiye, köy ve mezranın düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümleri için yapılan tatbikatlarda “biz” ve “onlar” olarak ayrılıp sınıflandırılmış zabıta memurları, itfaiyeciler, öğrenciler meydanlarda “kanlı” müsamereler yaparlar. Bunlara da alışık olmalısınız!

Bunlardan birincisinin dehşet vericiliği ikincisinin de en azından yakışıksızlığı ayrı ancak, bunların ortalığa dökülürkenki zamanlaması ve belgeler faş edilirken araya sıkıştırılan değerlendirmeler bana biraz tuhaf geliyor. Yazının başına aldığım işte bu tuhaflıktır.

Son “Sakal”, ”Çarşaf” planlarını yapan Genarallerden Çetin Doğan’nın bu planları yaparken “AKP hükümetini devirmeyi tahayyül etmesini” anlayamadım.

Yani şöyle hani tamam, tahayyül etmiş olabilir de bunun Taraf’çılar tarafından nasıl çözüldüğünü anlayamadım. Tahayyül edilenin ne olduğu, tahayyül eden tarafından faş edilmeden nasıl anlaşılabilir ki!

Temsil, Taraf’ın şeyi Ahmet Altan’ın yazmış olduğu “Sudaki İz” romanının bir yerinde önüne gelen her kadınla sevişen “devrimci” delikanlının karşısına bir defasında seksen yaşlarında filan bir kadın çıkıyor da, okuyanlar hatırlayacaktır Eh, ne çıkarsa bahtımıza diyerek kahramanımız onunla da sevişiyor ve kadın “ölüyorum Tanrım”, derken sahiden de ölüyor ya şimdi ben, hani demem de, temsil Ahmet Altan bunları kurgulayıp bu satırları döşenebildiğine göre, bunları yapmayı da tahayyül eden bir sapıktır desem yakışık olur mu?

Olmaz..

Yakışık olmadığı gibi çok da ayıp olur... Bizzatihi bunu faş etmediği sürece, gözleri kayık vaziyette tavana bakıp dakikalarca sabit vaziyette kalsa bile tahayyül ettiğinin, 80 yaşında ne demek, ebesi yaşında demek, bir kadıncağızla sevişmek olup olmadığını kim bilebilir?

Kimse bilemez!

Peki, General Çetin Doğan’ın ne tahayyül ettiğini bunlar nasıl keşfetmiş, işte benim aklımı kurcalayan bu!

***

Tahayyül edilenin ne olduğunu bilmek için feraset ve marifet sahibi olmanın hiç bir hükmü yoktur. Tahayyül edenin faş etmesi gerekir.

***

Sadede geliyorum...

Geldim: “Şimdi siz bu yazıyı okurken, bir gün önce 23 Ocak’ta Talat ve Enver Babıali’yi basmış olacaklar” cümlesini başlığa uygun olduğunu kurgulayıp yazıya girişeceğim sırada, önüme “Çarşaf” ve “Sarık” düştü. Buna hiç şaşırmadım desem yerindedir. Çünkü her Allah’ın gününe iki darbe planının düştüğü bir yerde tarihsel bir olayın böylesi bir karşılaşmadan kaçınabilmesi bilimsel olarak mümkün değildir. Her tarihsel olay bunu mutlak tadacaktır. Tıpkı her insanın ölümü mutlak olarak bir gün tadacağı gibi. Dileyen mezarlık girişlerine ya da cenaze arabalarına bakabilir. Kaçış yoktur. Bu bir.

Kişisel olarak İttihatçıların yöntemlerini külliyen reddeden biri olmasam da bu denkleşme nedeniyle herhangi bir şey tahayyül ettiysem, Bülent Arınç’la aynı hücrede bir ay kalayım bu da iki.

Benimkisi epeyce eskiden yaptığım “Tarih Sohbetleri”nin 23 Ocak nedeniyle depreşmesi ve sohbet yapasımın gelmesidir. Bu da üç.

***

23 Ocak 1913 günü öğleden sonra başladı harekat. Dünya kurulduğundan beri yapılan darbelerde ilk işin haberleşmeyi kesmek olduğu bilinir. Kara Kemal bunu biliyor ve ilk iş olarak Postahaneye el koyuyor. Talat (sonradan paşa) ve Sapancalı Hakkı elleri ceket altındaki lagant tabancaların kabzalarında Babaıali’ye yakın bir sokağın başında beklemede... Binbaşı Enver (sonradan paşa) beyaz bir atın üstünde, ardında Yakup Cemil, Mithat Şükrü, Mustafa Necip vd. Sonra elbette İttihatçıların “deli” ajitatörü, Mustafa Kemal’in de yakın arkadaşı olup sonradan çok genç yaşta cephede tifüsten ölen Ömer Naci, Babıali’nin önünde bahçe duvarına fırlamış, dehşetli cerzebeli : “ Kardeşler! Edirne’yi düşmana bıraktıklarına dair antlaşma şu benim arkamda gördüğünüz binada imzalanmak üzere!”

Tam olarak böyle mi demiştir, bilemeyiz ancak yağmura rağmen epeyce sayıda kişinin (dikkatinizi çekerim sivil ahali) toplanmasını sağlayacak heyecanlı bir konuşma yaptığı biliniyor. Kapı önündeki askerler şaşkın sepelek vaziyette Enver’i görünce selamlıyorlar...

Sonrasında binanın içinde küçük bir çatışma yaşandığını belitmeliyim. Bir de silah sesleri tam kesilmişken tek el tabanca: Toplantı odasını terkederek “Ne oluyor” diyen Nazım Paşa yerdedir. Baskıncılardan Yakup Cemil “Ne oluyor” cümlesini uzun bulmuştur...

Başbakan Kamil Paşa istifa mektubunu yazmakta biraz çekiniklik gösterince Talat tabancasını dayıyor. Kamil Paşa yerde yatmakta olan Nazım Paşa’nın ölü gözleriyle gözgöze gelince imzalıyor. Tevfik Çavdar, ”Talat Paşa” adını taşıyan harikulade kitabında istifa dilekçesinde geçen “Cihet-i askeriyeden vuku bulan teklif üzerine” deyimini Talat’ın yeterli bulmayıp “ahali” kelimesini de ilave ettirdiğini yazar. Tevfik Hoca belirtmemiş ama bunu hiddetli bir ses tonuyla söylemiş olabileceğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Haklıdır Talat zira bahçenin önünde caddede Ömer Naci şiire geçiş yapmış, ahali alkışa durmuştur.

***

Bugüne kadar görüp yaşayarak ya da okuyup belleyerek fikir sahibi olduğum “darbelerin” en meşru olanı Babıali Baskını’dır.

Bakar mısınız, Meclis’te çoğunluktalar ama iktidar değiller... Bulgarlar İstanbul’un Çatalca’sına dayanmış ama Kamil Paşa Hükümeti büyük bir atalet içinde. Öte yandan İttihatçılardan ne yapsak da tümden kurtulsak düşüncesiyle yaygın tutuklamalara girişmiş... Ordu komutanları yaşlılar kulübüne dönüşmüş ve bütün savaş yeteneklerini yitirmiş... Büyük devletlerin İstanbul’a asker çıkarma kararı hükümet tarafından onanmış İstanbul’un işgali başlamış... Balkanlar ayakta... Azınlıklar tetikte... Kamil Paşacı Halaskaran Zabitan Grubu İttihatçılardan öğrendiler ya dağda... Ve elbette Edirne... Edirne Bulgarlara teslim edilmiş...

Unutuyordum, Başbakan Kamil Paşa yemek yerken üstüne başına döken dişsiz bir ihtiyar ki bana kalırsa tek başına bu bile darbeye meşruiyet kazandırır! İşte Babıali’ye yürüyüş böylesi bir ortamda yapılmıştır.

Sonrası ya devlet başa ya kuzgun leşe!

***

Babıali Baskını sonrasında hükümeti düşüren İttihatçıların, doğrudan iktidara gelmektense Mahmut Şevket Paşa tarafından kurulan hükümeti dışarıdan desteklemeyi tercih etmiş olmaları, onların “İktidar hırsı içinde muhterisler” olmadıklarının da delilidir sanırım. Hani, baskını iktidar hırsıyla yaptıklarını söyleyenlere cevap olsun niyetiyle ilave edeyim dedim. İttihatçıların tam boy iktidara gelmeleri Mahmut Şevket’e Haziran 1913’te yapılan suikast sonrasında olacaktır. Bu da ikinci bir ilave olarak aklımızın bir köşesinde dursun!

***

Başbakanlık binasını basmanın şehvetine, yani, basmalarının demek istiyorum kendimi kaptırmışken en ince ayrıntısına uzattıkça uzatıp anlatmak isterdim. Ancak bunun bir sınırı olmalı ve bitiriyorum.

Bu yazıda hedeflediğim şu üç sonucun çıkartılmasıdır. Şıkları da var:

1.General Çetin Doğan’ın darbe planı yapıp yapmadığını bilebilmemiz için

a) İş üstünde, yani darbe yaparken yakalanması,

b) Tahayyül ettiği her ne ise onu faş etmesi gerekir.

c) Bu şık, General için vardığım sonuç oluyor: Darbeci demek “etik” olmaz.

2.Ahmet Altan’ın sapık olup olmadığının anlaşılabilmesi için

a) Buraya yazamam..

b) Tahayyül ettği her ne ise onu faş etmesi gerekir.

c) Bu şık, Ahmet Altan için vardığım sonuç oluyor: sapık demek “etik” değildir.

3. Babıali Baskını son derce meşrudur.