AB Üyeliğinin Maliyetleri

2008-2009 krizinin sınıfsal yansımalarına karşı en hacimli ve sert tepki Yunanistan’daki son genel grevle gerçekleşti. Bu grevden birkaç gün önce Makroekonomik Politika Enstitüsü adını taşıyan Almanya kökenli bir kuruluş, “Yunan krizi”ne karşı AB’nin ve özellikle Almanya’nın izlediği politikaları eleştiren bir metni internette dolaşıma soktu ve imzaya açtı. Açık mektup, Yunanistan’daki mali çöküntünün nedenlerini inceliyor AB’nin tepkilerini, Almanya’nın sorumluluğuna odaklanarak eleştiriyor. Kısaca gözden geçirmek yararlı olabilir.

***

Açık mektubun yazarları, Yunanistan’daki çöküntüyü dört neden bağlıyorlar: (1) Devletin (özellikle vergi toplamadaki yetersizliğine bağlı ve istatistiklerle oynandığı için uzun süre gizlenen) malî krizi. (2) Rekabet gücünün zayıflaması sonunda cari açığın sürekli artması. (3) Uluslararası krizin kamu maliyesini fazlasıyla sarsması. (4) Spekülatif saldırıların da etkisiyle Yunanistan’ın borçlanma faizlerinin dramatik boyutlarda artması…

IMF istatistikleri, bu saptamaların doğru olduğunu gösteriyor. Örneğin, milli gelire oranla Yunan cari açığı 2004’te yüzde 5.8 iken, her yıl kesintisiz olarak artmış ve 2008’de yüzde 14.6’ya ulaşmış kamu sektörü borçlanmasının milli gelire oranı da 2009’da yüzde 12.9’a tırmanmıştır.

Almanyalı iktisatçılar açık mektuplarında, Yunan hükümetlerinin bu dört etkenden yalnız ilkinde tamamen “suçlu” olduğunu düşünüyorlar. Onlara göre diğer etkenler dışsaldır büyük ölçüde Avrupa-kökenlidir ve bu nedenle çözüm de sadece Yunanistan’da değil, tüm Avrupa’da aranmalıdır.

Mektubun yazarları, özellikle Yunanistan’ın dış açıkları üzerinde duruyorlar. Onlara göre, bu ülkenin (ve benzer biçimde Portekiz, İspanya ve İrlanda’nın) dış açıklarının kriz öncesinde sürekli olarak artmış olması, avro-bloku içinde sürekli olarak dış fazlası artan ülkeler olmasaydı gerçekleşemezdi. Ve bu ikinci grubun başında, blokun en büyük ekonomisi olan Almanya gelmektedir. (Gerçekten de öyledir: Almanya, 2002-2003’te milli gelirinin yüzde 2’sini oluşturan cari işlem açığını sonraki yıllarda kesintisiz artırarak 2007’de yüzde 7.6’ya ulaştırmıştır.) Yunanistan’ı dış açıklara sürükleyen rekabet gücündeki gerileme, verim düşüklüğünden ve “tembellikten” kaynaklanmamıştır. Avro-bölgesinde en uzun yıllık çalışma süreleri Yunanistan’dadır ve son yıllardaki verim artışları Almanya’nın iki misli üzerinde seyretmiştir.

Almanya’lı iktisatçılara göre, Yunanistan’ın sorunu, ücretlerin verim artışlarının üzerinde seyretmesi bu farkın da fazlasıyla fiyatlara yansımasıdır. Avro-bölgesinin üyesi olduğu (yani, ulusal parası olmadığı) için, rekabet gücündeki aşınmayı döviz kurunu ayarlayarak (devalüasyonla) çözememektedir. Almanya ise, ücret hareketlerini, iç talebi sınırlamış deflasyonist bir politikayı hayat tarzı haline getirmiş istikrarın sosyal bedelini işsizliği ihraç ederek avro-bölgesinin zayıf halkalarına ödetmiştir.

Açık mektup, Yunanistan’ı dramatik bir mali daralmaya, küçülmeye ve deflasyona sürükleyen reçetelere karşı çıkmaktadır zira, bunlar avro-bölgesinin diğer ucuna (özellikle Almanya’ya) hiçbir sorumluluk yüklememektedir. Evet, Yunanistan ücret ve fiyat hareketlerini frenlemelidir fakat Almanya’da da ters yönlü bir uyum gerçekleşmeli bu ülke abartılı istikrar saplantılarını terk etmelidir. Avro’nun kabulüyle başlayan para birliği, ülkeler arası politikalarda koordinasyon içermediği için sakattır düzeltilmesi gerekir. Yazarlar, “1920’li yılların Almanyası’nda izlenen ve daha sonra malûm felâketlere de yol açan politikalar” ile bugün “Yunanistan’da uygulamaya konan daraltıcı politikalar arasındaki benzerliklere” dikkat çekiyorlar ve ekliyorlar: “Avrupa’nın tümüne baktığımızda 1929 buhranının hataları tekrarlanmamıştır ama, bu hatalar ulusal düzlemlerde (Yunanistan, Portekiz, İspanya’da) tekrarlanmaktadır.”

***

Almanyalı yazarların eleştirileri sınırlı kalıyor AB sisteminin temel sakatlıklarını göz ardı ediyor. Avrupa’nın siyasi birliğine geçişin en stratejik adımı olarak gösterilen avro’nun kabulünün vahim sonuçları, Yunanistan kriziyle ortaya çıktı. Bir devleti tanımlayan ana öğelerden biri, ulusal bir paraya sahip olmaktır. Para basma yetkisini, uluslar-üstü bir bankaya devrederseniz iç borçlanma, dış borçlara dönüşmüş olur. Üstelik para birliğini oluşturan ekonomilerin (Yunanistan gibi) zayıf halkalarından birini oluşturuyorsanız, borçlanarak büyüyebilirsiniz ama, dış ortam bozulup da alacaklılar kapınıza geldiğinde çaresiz kalırsınız özellikle sistemin patronu (Almanya), sizi sahiplenmezse…

Ulusal bir paranız olsaydı, iç borçlarınızı para basarak (borç senetlerinin değerini bu sayede düşürerek) borçları tek yönlü bir kararla uzun vadeye yayarak yerli alacaklılarınıza bir servet vergisi uygulayarak borç yükünüzü hafifletebilirdiniz. Bütün borçlarınız avro ile olduğu için bu seçeneklerden yoksunsunuz. İflâs bile geçerli bir çözüm değildir zira, başbakanlık binasının elektrik faturalarını ancak Avrupa Merkez Bankası’nın bastığı bir parayla ödemek zorundasınız.

Avro-bölgesi, bir siyasi birlik olmadığı için, “büyük patron Almanya”, Yunanistan’a “sopa” atarak, kendi eyaletlerine ise öz evlâdı gibi davranıyor. Schleswig-Holstein eyaletinin başkenti Kiel’in belediye başkanı Torsten Albig şunları söylüyor: “Benim kentim, Yunanistan kadar borç batağı içindedir. Ne var ki, biz federal devletin itibarına dayandığımız, desteğini aldığımız için yeni baştan ve ucuza borçlanabiliyoruz. Bize Yunanistan muamelesi yapılsaydı, halka açık yüzme havuzlarımızı kapatmamız gerekirdi. Kreşlere, okullara ödeyecek paramız kalmazdı.”

İzzet ve ikballe sonra katılanlardan esirgenen bol kaynak aktarımlarıyla üye yapılan, uzun süre “AB’nin şımarık çocuğu” rolüne soyunan Yunanistan, emperyalist sistemin metropolünde yer almadığını böylece farkediyor. Yunan emekçileri ise, bu algılamanın kendilerine yüklediği ağır maliyetlere karşı direnmeye başlıyorlar ve belki de komşularına, başka halklara örnek oluyorlar.