Bir kez daha darbe

İnanmamızı istiyorlar, bu darbe girişiminin ABD ile bir alakası olmadığına… Bir görüşe göre, bu kalkışma son derece acemi, Fethullahçıların umutsuzluk içinde gerçekleştirdiği bir intihar eylemi. Ya tutarsa diyerek ABD’yi, sermayeyi, diğer bazı güçleri peşlerinden sürükleme umuduyla hareket ediyorlar. Tutmuyor, Erdoğan’a yeni bir hayat öpücüğü vererek fena halde hasar alıyorlar.

Bir diğer görüş ise bu darbe girişiminde iplerin Erdoğan’da olduğu. Başkanlığa ve mutlak diktatörlüğe giden yolda önündeki son engelleri kaldırmak için a’dan z’ye kontrol edilen bir kanlı oyun sahnelendiğini ileri sürenler olduğu gibi, biraz daha insaflı davranıp darbe girişiminin önceden fark edilip, Erdoğan’ın elini güçlendirecek bir fiyaskoya dönüştürüldüğünü söyleyenler de var.

Olgulardan hareketle bu işin içinden çıkılamayacak, çünkü ortada muazzam bir çorba var ve her geçen gün bu çorbaya ek malzeme konuyor.

O halde şu soruyu sorabiliriz? Neden bu darbe girişimiyle ABD’nin ilişkisi koparılmaya çalışılıyor? Ardından darbe girişiminin arkasında Erdoğan’ın bizzat kendisinin durduğunda neden ısrar ediliyor?

İyi niyetle gidelim… Her şeyden önce ABD’ye başarısız darbe yakıştırılmıyor olabilir. Onlar yaptı mı tam yapar! Oysa ABD’nin tarihinde o kadar fazla fiyasko var ki! Başarısızlık demiyorum, fiyasko! Domuzlar Körfezi çıkarması örneğin. Bir tarafta Kübalıların devrimci kararlılığı, bunu kimse inkar edemez, öte tarafta da kibirden önünü göremeyen emperyalist gücün istihbarat saçmalıkları, operasyon gücü diye öne sürdüğü çapulcu sürüsünün zavallılığı… ABD’nin örtülü-açık sayısız fiyaskosu yaşandı ve yaşanmaya devam edecek. Onlar yaptı mı tam yapar diye bir şey yok, sınırsız bir güçleri hiç olmadı, şimdi bunun altını iyice çizebiliriz. Amasını sonraya bırakarak…

İyi niyetten başladık ya, “ABD’nin işi olamaz” demenin bir başka nedeni, Erdoğan’ın uluslararası tekeller açısından bulunmaz hint kumaşı olduğu saplantısıdır. Buna göre, Erdoğan’dan daha iyisini bulamazlar, Erdoğan’dan hoşnut olmadıklarına ilişkin rivayet ya da haberlerin kendisi bile Erdoğan’ı güçlendirme amacı taşımaktadır. Bu bir saplantıdır çünkü emperyalist sistem içindeki çelişkileri yok saymaktadır, ABD’nin bizzat içinde tırmanmakta olan gerilimi önemsememektedir, Erdoğan’ın özgül hesapları ile şu ya da bu emperyalist güç arasında mutlak uyum olamayabileceğini hesaba katmamaktadır, Türkiye’de sermaye sınıfının piyasayı giderek Erdoğan’a daralan bir “düzenleyici”nin insafına bırakmayacağı gerçeği önemsenmemektedir. Defalarca tekrarladık, yine söyleyelim: Erdoğan uluslararası tekellere büyük hizmetlerde bulunmuştur ancak ondan hoşnut olmamaları için sayısız neden vardır.

Bir de kendi adamlarını harcamazlar diye bir efsane var ki bu emperyalist dünyaya bayağı gelişkin bir ahlak yakıştırmak demektir. 

Peki, darbe girişiminin Erdoğan’ın marifeti olduğunu ileri sürenler, eğer iyi niyetle hareket ediyorlarsa bu görüşte neden ısrarlılar? Çok basit, en büyük ve hatta tek tehlikenin Erdoğan olduğuna inanmış durumdalar. Erdoğan’ı her geçen gün daha da güçlenen, benzersiz ve giderek “yenilmez” bir siyasetçi olarak görüyorlar. Ve o her şeyi yapabilir, hatta kendi kendine darbe bile yapabilir.

Erdoğan’ın tehlikeli olmadığını söylemiyorum, onun bunca yıl içinde her atlattığı badireden sonra bazı açılardan daha da güçlendiğini kabul ediyorum, tarihte bu tür provokasyonlarla “tehdit” yaratıp üste çıkılmasına birçok örnek olduğunu biliyorum. Erdoğan böyle şeylere tenezzül etmez türü bir kanaatim ise asla olmaz.

Ancak.

Bu girişimin arkasında Erdoğan yok. Bu girişim ABD ile bağlantılı.

Bu girişim 15 Temmuz’da erkene alınmış bir biçimde 21’de başlayıp ertesi gün sonlanmadı. Bu girişim, öncesi ve sonrasıyla, hiçbir biçimde nihayete ermiş değil. Örneğin 12 Eylül 1980 darbesinin öncesi yok muydu? Darbe meşruiyeti, darbe havası yaratmak için epey bir uğraşıldı. Karşılaştırmıyorum, tamamen farklı bunlar ama  darbelerin gökten zembille inmediğini hatırlayalım.

Bir darbede ABD parmağının olup olmadığı, dar anlamıyla darbenin ABD’den yönetilip yönetilmediğine bakarak anlaşılmaz. Darbenin ayrıntılı bir biçimde CIA ofislerinde planlanması da gerekmez.

Bu örnekte darbecilere yakından baktığımızda Fethullah Gülen cemaatini görüyoruz. Yoksa görmüyor muyuz? Arada başkaları da var. Güzel, darbe sırasında hiziplere bölünmüş devlet aygıtında bir sürü pazarlığın döndüğünü biliyoruz. Bazı komutanlar ilk hamledeki başarısızlık üzerine vazgeçti, bazıları AKP’den taviz koparıp anlaştı, bazıları başarılı darbeden elde edebileceği pozisyondan daha fazlasını darbenin başarısızlığından elde edebileceğini gördü. Kimin Gülenci olup olmadığı belli değil, bu da işi iyice karıştırıyor.

Ancak karıştır karıştır, bu darbe girişiminden cemaati silemezseniz. 

Peki Fethullah Gülen kendi başına hareket edecek durumda mıdır? Tarihinde böyle bir şey yok. Zaten adamın ikamet ettiği yere bakın, bağlantılarına bakın, şebekesine bakın, Clinton ailesiyle ilişkisine bakın, onu kimlerin himaye ettiğine bakın, bunlar önemsizse yıllarca hep birlikte bağırdığımız “Tayyip Amerika’ya, Fethullah’ın yanına” sloganını hatırlayın.

Şu mudur? Çılgın imam Feto, ABD’yi de peşinden sürükleyecek bir maceraya atıldı! 

Yok böyle değil. ABD ve İngiltere’de güçlü bir odak, bu hamleyi cesaretlendirdi, her durumda kazanacaklarını düşündüler.

Girişimin başarısı Erdoğansız AKP anlamına gelecekti. Bu bildiğimiz, açık edilen bir hedeftir. Başarısızlık durumunda ise Erdoğan’ın sınırsız güç kazanmasını engelleyecek araçları vardı. Ordusu dağılmış, en yakınındakilere güvenmeyen Erdoğan ya panik içinde önüne geleni yıkmaya kalkıp kendisini iyice sıkıntıya sokacaktı ya da tutunduğunu gösterdikten sonra “ılımlı”, “kontrol edilebilir” bir lider olmayı kabullenecekti. 

Şu anda iki seçenek de masada. Erdoğan’ın gönlü ilkinden yana. Ancak emin değil, dolayısıyla daha temkinli olmayı, hatta ulusal mutabakata yatırım yapmayı öneren Binali Yıldırım gibilerinin önünü fazla kesmiyor.

Bu anlamda darbe girişiminin başarısız olduğunu söylemek için çok erken.

Ve artık iyi niyetlileri bir kenara koyuyorum. Uyarmalıyız.

Darbeyi Erdoğan kendi tezgahladı görüşü, yavaş yavaş uluslararası alana taşınıyor. Erdoğancılar hem öfkeyle hem de pazarlık yapmak için öne sürdükleri “ABD parmağı var” iddiasında ileri gidemez. Bu iddiayı Rusya güçlü bir şekilde dillendirmeye devam ediyor ama Erdoğan Avrasya seçeneğini bir retoriğin ötesine taşımaya kalktığında tabanının hızla daralacağını biliyor. Bunun karşısında ABD ve başka batılı ülkelerin elinde “darbe Erdoğan’ın işi” tezini sonuna kadar götürecek enstrümanlar var. Bir kere, bunu kendi ellerini kirletmeden yapacak bir medya ağına ve örtülü-açık işbirlikçilere sahipler. İki, bu doğrultuda “sağlam” kanıtlar ortaya çıkabilir çünkü cemaatla AKP hiçbir düzeyde ayrıştırılamıyor. 

Ayrıştırılamıyor ve AKP’yi cemaat konusunda uyarmıştık diyenler saçmalıyor. AKP bir iktidar projesi olduğu andan itibaren Erdoğan ve ekibi kadar aynı zamanda cemaattir de. Cemaat olmadan AKP iktidar olamazdı. Dolayısıyla “Erdoğan cemaati kullandı”, “cemaat AKP’ye ve devlete sızdı” tezleri hikayedir. Refah’ın içinden bir iktidar projesi olarak AKP çıkarken cemaat o projenin asli sahiplerindendir. Bunun en güzel kanıtlarından biri başlarken Erdoğan’la neredeyse eşit ağırlığı olan Gül ve Arınç’ın cemaatten kopamamalarıdır.

Bu nedenle doğrusu şudur; AKP blokunda çatlama olmuştur. Bu çatlamayla emperyalist dünyada Erdoğan ile ilgili rahatsızlıklar arasında bir ilişki olmadığını düşünmek… Söyleyeyim, bu düşüncede iyi niyet olamaz.

Tam da bu noktada ordudaki Atatürkçü unsurlardan söz etmek gerekiyor. TSK’da yurtsever, anti-emperyalist, yüzünü sola dönen subaylar hep var oldu. Bunlar belli dönemeçlerde acımasızca bastırıldı, tasfiye edildi. Önemli bir bölümü Atatürkçüydü ya da kendini öyle adlandırıyordu. Ancak TSK’da Atatürkçü kimliğe sahip subayların önemli kısmı NATO’cudur. Şimdi kemalistler denince akla hemen Avrasyacılar gelmeye başladı, darbe girişimindeki “kimlik” karmaşasını azıcık da olsa netleştirmek gerek, kim gerçek Atatürkçüdür tartışmasına girmeden şunu söyleyelim: Cemaatle birlikte davranacak epey bir “laik” unsur var Türkiye’de. Bağlantıyı sermaye ve emperyalist merkezler sağlıyor.

Bakın Türkiye siyasetine, bakın medyaya…

Biz cadı avının parçası olmayız ama aptal yerine koydurmayız kendimizi.

Dün Taksim’de darbeye karşı ve demokrasi için bir miting yapıldı. Bu mitinge katılanların ortalama niyeti asla sorgulanamaz. Darbe girişimine karşılar ama Erdoğan’a da karşılar. Bu duygu beni de kapsıyor.

Ancak… Dün mitingde bir manifesto yayınlanıyor ve orada (doğal olarak) ne NATO var ne ABD var. Hatta cemaat de yok.

İşin bu kısmı “büyük oyun”.

Buradan devam edilecek. Türkiye’de liberalizm batıdan uzaklaşma olasılığından fena halde korkar. Solun bir kesimi de özgürlüklerin batıdan gelebileceğine ilişkin bir düşünceyi yıllar içinde  kabullendi. Biz Türkiye’nin NATO ekseninden Rusya eksenine kaymasının bu koşullarda neredeyse imkansız olduğunu söylediğimiz gibi bunun gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin emekçi halkının ihya olmayacağını da biliyoruz. NATO’dan çıkılması, AB’den kopulması için verdiğimiz mücadele Türkiye’deki düzenle hesaplaşmanın bir parçasıdır. Yoksa bu düzen Avrasya’ya adapte edilecek, işçi sınıfı bu kez başka bir eksende sömürülecek biz de “yaşasın” diyeceğiz. Bu olmaz.

Ancak şu anda gelişmekte olan, güçlenen düpedüz bir sermaye operasyonudur. Milli mutabakat ya da başka kavramlar; çoğulculuk, parlamenter demokrasi ve benzerleri, önümüzdeki günlerde yoğunlaşacak bir biçim verme planına yerleşmiştir.

Bu saatten sonra “bu işin içinde ABD yok” ve “Erdoğan kendi kendini darbe yapıp üste çıktı” tezlerinde iyi niyet aranamaz.

Türkiye’de ne dolapların döndüğü komplo teorileriyle değil sınıfsal bir bakışla anlaşılabilir. Hiç çekinmeden şunu söylemeliyiz: Türkiye özgün bir darbe-renkli devrim sürecinde salınmaktadır. Hangi araçların devreye sokulacağını tahmin edebiliriz, yeterince deney birikti dünyada ve yeterince ipucu var Türkiye’de.

Böyle bir ortamda sınıf bakış açısı yitirildiği takdirde büyük günahlar kapıdadır. Ve madem Erdoğan çok önemseniyor, bu günahlar arasında Erdoğan’a, normalleşme adı altında yeni bir can simidi uzatmak da vardır.