Kapitalizm dünyayı yemeye başladı!

Kadir Sev'in “Kapitalizm dünyayı yemeye başladı!” başlıklı yazısı 22 Şubat 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Kapitalizm “dünya nimetlerinden” beslenir. Gelişip gürbüzleştikçe, daha çok besine gereksinme duyuyor. Gelinen noktada dünyayı tüketme hızı, dünyanın kendini yenileme hızını çok aştı. Bu nedenle de “kapitalizm dünyayı yemeye başladı” sözü hiç abartı değil.

Sermayenin anavatanı ülkeler, çevre sorununa yol açacak yatırımlarını dünyanın geri kalanına kaydırarak kendi yaşama alanlarını koruyabileceklerini sanıyorlar. Oysa bu hiç gerçekçi değil. Doğa yasaları sınır tanımıyor. Küresel ısınmayı dünyanın belirli kesimleri ile sınırlayabilmek olanaksız. Hava ve su, pasaport kullanmıyor.

AKP, sermayenin bugünkü besin tedarikçisi. Türkiye coğrafyasındaki zenginlikleri engelsiz biçimde emperyalizmin iştahına sunmakla görevli ve bu görevini başarıyla yürütüyor. Yasa ve yönetmeliklerle hukuksal ortamı hazırlıyor. Çıkardığı yasaları “sermayenin isterlerine duyarlı” bürokratları uyguluyor. Toplum medya, sermayenin oluşturduğu “sivil toplum örgütleri” ve organik aydınları aracılığıyla yapılanların kaçınılmaz bir gerçeklik olduğuna inandırılıyor. Direnen kalmışsa, devletin kolluk gücü kullanılarak ezilmeye çalışılıyor. Kendilerini “milliyetçi” ya da “Müslüman” olarak adlandıran bir kesim ise bu tür görevler için hazırda bekletiliyor. Zamanı geldi görevlendirilmeye başladılar bile.

Bugüne değin kentleri, kırları, meraları, suyu, tarihi ve kültürü sermayenin hizmetine sunmak amacıyla çok sayıda yasa ya da KHK çıkarıldı. Ama AKP artık, parçacı yöntemlerle yetinemiyor. Yağmayı gereken hızda ve hiçbir engelle karşılaşmaksızın yürütebileceği çok daha sağlam bir zemine gereksinme duyuyor.

TBMM’de bugünlerde görüşülecek olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasası, doğanın yok edilmesi sürecinde bir dönemeç noktası olarak tarihe geçecek özellikler taşıyor.

AKP, bu tasarıyı 2010 yılında hazırlamış, o dönemdeki yoğun tepkiler üzerine tasarı Meclis’te görüşülememiş, kadük olmuştu. Meclis gündemine yeniden getirildiğine göre zamanının geldiğini düşünüyor olmalılar.

TMMOB ve Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, bu tasarıya karşı yoğun bir kampanya yürütüyor. Toplum kendi sorunlarına yabancılaştırıldığı için ne yazık ki hak ettiği ilgiyi göremiyor.

Tasarının gerekçeleri bildik AKP söylemiyle dolu: AB uyum yasalarına uyum, katılımcı bir anlayış, insan odaklı, etkin koruma gibi bir dizi söz, tasarıda yer alıyor.

Bu sözlerin içinde hiç doğru olanı yok.

Kimi AB ülkelerinde doğal korunan alanlar yüzde 15’lere ulaşıyorken Türkiye’de yüzde 2’ler düzeyinde ve bu alanların da “sürdürülebilir kullanım” sihirli sözcükleriyle sanayi, maden, turizm ve her türlü yapılaşmaya açılması öngörülüyor. Sadece koruma hedefli bir anlayış, kalkınmayı geri planda bırakıyormuş. Biliyorsunuz Orman Yasası da bu anlayışla 2011 yılında değiştirilmiş, Orman Genel Müdürlüğü’nün ormanları koruma görevi, orman kaynaklarını koruma olarak değiştirilmişti. AKP’nin sevdiği terminoloji ile söylersek, Müdürlüğün “orman odaklı” değil, “kaynak odaklı” çalışması öngörülmüştü.

Tasarıyla, HES’lere ve maden aramalarına karşı yürütülen mücadelede önemli bir yeri olan Milli Park statüsü ortadan kaldırılıyor. Ekolojik ve biyolojik çeşitliliğin çoğu kez tarihi çevre değerleriyle üst üste çakışması çok önemli bir özellik iken, yetki kargaşasına yol açtığı öne sürülerek yakınılıyor ve yalnızca birinin tercih edilmesi öngörülüyor.

Tasarıda çok tehlikeli düzenlemeler var. Korunan alanların, stratejik ve ülke kalkınması için büyük öneme sahip olduğuna Bakanlıkça karar verilen alanlar, üstün kamu yararı gibi tanımlanmamış ve her yöne çekilebilecek bir kavram kullanılarak yasanın gerekçesindeki sözlerle: “Bakanlık izni ile güvence altına…” alınarak belediyelerin, özel idarelerin, vakıfların, derneklerin ve şirketlerin kullanımına açılıyor.

Koruma kurullarınca alınmış olan SİT kararlarının kaldırılması, şimdi artık çok daha kolay. Biliyorsunuz, Koruma Kurulları KHK’lerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bir genel müdürlüğüne dönüştürülerek emir komuta zinciri içinde yeniden biçimlendirilmişti. Bunun yetmediği anlaşılıyor. Türkiye’de yaklaşık 1200 doğal SİT statüsü ile korunan alan, özel kişi ya da şirketlerin isteği ile yeniden değerlendirilebilecek ve “üstün kamu yararı” öne sürülerek sanayi, maden, turizm ve her türlü yapılaşmaya açılabilecek.

Tasarı yasalaşırsa yöre halkı dağdan ot bile toplayıp pazarda satamayacak. Çünkü tasarının 16. ve 22. maddeleriyle Bakanlığa, bitki ve hayvan türlerini listelemek, içlerinden bir bölümünün toplanması ve kullanılmasının esaslarını belirlemek yetkisi tanınıyor.

Tasarının gerekçesindeki katılım sözcüğü de bir aldatmacadan ibaret. Katılımcılıktan, o bölgede yaşayan insanların bilgilendirilmesini anlıyorlar. Bakanlık dışında kimseye söz hakkı tanınmıyor.

Dileyen herkes internet aracılığıyla hem TMMOB’nin raporlarına, hem de Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’nin yürüttüğü çalışmalara kolaylıkla ulaşabilir ve gereken desteği verebilir.

Ülkemizin sorunlarına yabancı kalmayalım. Vatandaşlık konusunu, kimlik sorununa indirgemeyelim. Vatandaş olmanın keyfine varalım. Ne dersiniz?