Şeytanın Hilesi KAAN ARSLANOĞLU

Bu hafta Ergin Yıldızoğlu'ndan bir kitap tanıtacak ve kitabın değindiği konular üstünde kısaca duracağım. "Emperyalizm ve Siyasal İslam Arasında Türkiye" Siyah Beyaz yayınlarınca Haziran 2008'de yayımlanmış. 431 sayfa. Ergin Yıldızoğlu Cumhuriyet gazetesi yazarı. Başka bazı dergilerde de makaleleri çıkıyor. Uluslar arası politikalar, uluslar arası ekonomik durum ve politikalar, emperyalizmin strateji ve taktikleri, ABD-Ortadoğu-İran-Türkiye ilişkileri, uygarlıklar çatışması örneğinde olduğu gibi uluslar arası siyaset kuramları hakkında yazıyor. Ayrıca sanat eleştirisiyle ilgili kitapları var, edebi yapıtları dışında. Tuttuğum, çok birikimli bir yazar. Yıldızoğlu yaşadığımız dönemin büyük gerçekliğiyle ilgili şunları yazıyor:

"Şeytanın en büyük hilesi, kurbanını, şeytanın var olmadığına inandırmakmış. Yaklaşık 25 yıldır kapitalizme ilişkin benzer bir durum söz konusu. Kapitalizmin organik aydınları, bunlardan kimileri hala solcu, sosyalist olduklarını iddia etmeye devam etseler bile, dünyayı artık emperyalizmin olmadığına inandırdılar. Onun yüzüne takılan, 'Yeni dünya düzeni' ve 'Küreselleşme' maskeleri, emperyalizmin etkileri altında yaşayanlara uzunca bir süredir, kendi durumlarını ve sorunlarını, çektikleri acıların kaynağını saptamalarına, hatta adını koymalarına olanak vermiyor. (...) Bu, yalancı ya da sadist bir doktorun, hastasını, bünyesindeki kanserli bir tümöre ilişkin olarak 'merak etme zararsızdır, doğaldır, zaten yapacak bir şey de yok, en iyisi uyum sağlamaktır' diyerek rahatlatmasına benziyor."

Kapitalizme karşı mücadele değişik bahanelerle uzunca bir süredir solun geniş kesiminin gündeminden çıkarıldı. Onun tümüyle somut ve her alanda son derece saldırgan şekillenişi olan emperyalizmin adı dahi pek çok entelektüelce artık anılmıyor.

"Bu nedenle bugün, kapitalizme karşı mücadeleye devam etmek ve onun ufkunun ötesinde bir yaşam aramak için, (ki bugün ekolojik felaket olasılıklarını da düşünerek insan uygarlığının geleceğiyle yakından ilgili bir arayışa dönüşmeye başlamıştır) onun en yeğin bir biçimde hissedilen varlığına, emperyalizme karşı mücadele etmek gerekiyor."

Bize demokrat bir güç ya da tabandaki sıradan yurttaşların kimlik taleplerinin ifadesi olarak sunulan Ilımlı İslam'sa Yıldızoğlu'nun yazılarında şöyle değerlendiriliyor:

"Siyasal İslam'a gelince o bugün, böyle bir dönemde, emperyalizmin, ülkemizde ve bölgemizde var oluşunun en kristalleşmiş biçimlerini temsil ediyor. Diğer bir deyişle emperyalizmin politikaları, günümüzde ülkemizde ve bölgemizde, siyasal İslam'ın ılımlı denen kanadı dolayımından geçerek siyasete tercüme edilen uygulamalara dönüşüyor."

"Nihayet, post modernizmin de katkısıyla, sınıf mücadelesi düşüncesi siyasal ontolojinin merkezinden kovuldu. Boşalan yer dini temelde betimlenen uygarlıklar çatışması düşüncesiyle, etnik aidiyetlere dayalı milliyetçi projelerle doldurulmaya çalışıldı. (...)

The Economist gibi, Türkiye'deki gelişmeleri Suudi rejimiyle karşılaştırarak 'laik cephenin' boşuna telaşlandığını ileri sürebiliriz. Ancak ani bir alt üst oluş, bir devrim modeli yerine, Cezayir, Filistin, Sudan, Lübnan ama özellikle Mısır örneklerine dikkat edersek... Bu örneklerde olduğu gibi, devletle aile arasında kalan alanın (sivil toplumun) yavaş yavaş dönüştürülmesi yoluyla 'evrimci' ('mevzi Savaşı' stratejisiyle) bir sürecin yaşanmakta olduğunu görebiliriz. (...) Bu evrimci dönüşüm bağlamında, göz önüne almamız gereken, genellikle pasif devrim kavramıyla ifade edilen bir örnek daha var:" Yazar burada da İtalyan faşizmi örneği üstünde duruyor.

Başka bir tuzaksa radikal İslam'ın anti-emperyalist dikenlerinden kaçınmak için değişik ülkelerdeki laik güçlerin, devlet kurumlarının İslami söylemi kendiliğinden benimsemesi, pasif karşı-devrimle uzlaşması. "Mısır örneğine dönersek, bir benzerlik daha bulabiliyoruz. Radikal siyasi yaklaşımları bastırmak için ılımlı İslam'la işbirliği taktiği."

Düşünsel söylemden, sanattan ve giderek siyasetten sınıf gerçeğinin çıkarılması neye hizmet ediyor, nereden kaynaklanıyor:

"Emperyalizme direnmeye olanak sağlayarak ulus devlet düzeyini koruyabilen, hatta bir üst evrensellik düzeyine açılma olanağını yaşatan sınıf mücadeleleri söylemi, iki yönden gelen basınçla etkisizleştirildi. Birincisi 1968'i izleyen düş kırıklığı, 1989 çöküşü sermaye ilişkisine, tarihsel ve 'ontolojik' düzeyde yöneltilen eleştirileri bastırdı. İkincisi postmodernizmin, Aydınlanma düşüncesine, akılcılığa, bilimsel düşünceye yönelik saldırıları, sınıf temelli politikalara karşı, yaşam tarzı, aidiyet/kimlik politikalarını öne çıkaran söylemi, bu bastırılmayı felsefe ve sanatsal düzeylerden konsolide etti. (...) Post modernizm, siyaseti ve ekonomiyi, birey merkezli okuyarak, neo-liberalizmle, etnik, dinci eğilimlerin güçlendirilmesindeki işlevselliğiyle de imparatorluk söylemiyle örtüştü. Bu üçü arasında bir modis-operandi oluştu."

Böyle bir atmosferde bizde de Kürt sorununun çözümsüzlüğe sıkıştırılan bir düğüm gibi otuz yıla yakındır tüm toplumu boğması kaçınılmaz akıbetti. Yıldızoğlu'nun sorundan çıkış için ilginç bir önerisi var:

"Ve bir ironi: İmparatorluğa karşı, bu vatandaşlık kurumunun korunabilmesi, demokrasinin yeniden bir sınıflararası ilişkiye dönüştürülebilmesi için, 'etnik soruna' kaynak oluşturan nüfusun liderlerinin 'radikal', hatta 'skandal' (sembolik-egemen ideolojik-evrende yeri olmayan) bir jest yapmaları gerekiyor. 'Karşı tarafın', sağ ve soldaki liderlerinin tüm inanılırlıklarını yitirdiği bir konjonktürde, tek şans bu 'radikal jestte' yatıyor: Emperyalizme karşı birlik, direniş çağrısı yapmak, bu çağrıyı da tüm ülkede bölüşüm ilişkilerini iyileştirmeye yönelik, tüm vatandaşları kapsayan taleplere dayandırmak, böylece birleştirici olmak."

Sözünü ettiğim kitap Ergin Yıldızoğlu'nun 2006-2008 arası Cumhuriyet'te çıkan yüz elliye yakın makalesi ve uzunca bir önsözden oluşuyor. Yıldızoğlu'yla pek çok konuda aynı şeyleri düşünüyoruz ve yazılarının bazılarını önceden okumuştum. Yine de bu durum kitabın ayrıntılı bilgi verici, ufuk açıcı, dahası yeniden düşünmeye zorlayıcı özelliğini benim açımdan azaltmıyor. Fakat tüm kitapta üstünde en çok durulması ve tartışılması gereken nokta bence aşağıda aktaracağım nokta.

İngiltere Savunma Bakanlığı (MOD) bünyesindeki Gelişme, Doktrin ve Kavramlar Merkezi (DCDC) tarafından yayımlanan Küresel Stratejik Trendler 2007-2036 başlıklı raporun içeriğinden bahsediyor birkaç makalesinde yazar. (s.259,330) Rapora göre önümüzdeki dönem bu trendler yalnızca kapitalizm karşıtı dinci, anarşist, nihilist hareketlerin değil, halkçılığın ve Marksizmin de yeniden canlanmasına yol açabilecek. Raporun "orta sınıf proletarya" başlıklı bölümünde "orta sınıflar Marx'ın proletaryaya atfettiği rolü üstlenebilecek devrimci bir sınıf konumuna yükselebilir" saptaması yapılıyor. Raporda kastedilen orta sınıf veya orta sınıf proletarya, dükkan sahiplerinden, zanaatkarlardan, küçük ölçekli kapitalistlerden daha çok, işgücünü satarak, yeteneğine, bilgisine dayanarak var olan bir sınıf. Bu özellikleriyle geleneksel işçi sınıfına çok yakın. Ancak, iyi eğitim görmüş olmak, çoğu zaman ikinci bir dil kullanabilmek, yeni iletişim teknolojilerine adapte olabilmek gibi özellikleri de var.

"Dahası, gelişmekte olan ülkelerdeki sanayi işçisinden farklı olarak bu kesimin kırsal, geleneksel ilişkilerle bağları kopmuş, duyarlılıkları tümüyle kapitalist meta ilişkilerinin, küresel çapta 'estetik yöneticiliğin' etkisi altında şekillenmiştir. Küreselleşme süreci bu 'orta sınıfı', ekonomik ve kültürel boyutlarıyla, derin biçimde etkilemiş, beklentilerini iyice yükseltmiş, uluslar arası kapitalizmin imajlarıyla arzularını kışkırtmış, ama bunları karşılayamadığı için, aynı zamanda derin bir düş kırıklığı yaratmıştır. Bu toplumsal kesim, yüksek kültürel farkındalığıyla şimdi, kendisinin ve çocuklarının geleceğinden kuşku duymaya, hatta korkmaya başlamıştır"

Filipinler, Güney-Kore ve en son Tayland'daki gelişmeleri bu sınıfın damgasını vurduğu hareketler olarak görüyor Yıldızoğlu. Rusya Federasyonu çevresindeki "turuncu" karşıdevrimler de esas olarak bu sınıftan güç alıyor. Yıldızoğlu'na göre bizdeki büyük Nisan mitingleri ve şeriata karşı öteki büyük kitlesel yürüyüşler de aynı sınıfın eseri.

Üstünde durulması gereken bir görüş. Klasik Marksist öğretide örgütlenmede esas hedef gelişmiş sanayi işçisiydi. En nitelikli, en eğitimli, topluca hareket etmeye en yatkın topluluk oluşundan dolayı. Ne var ki önümüzdeki dönem işçilerin toplum içindeki sayısal oranı artmayabilir, aksine azalabilir. Daha ileri teknolojilerden ötürü. Yine aynı nedenle kafa emekçilerinin beden emekçilerine oranı birinciler lehine baskın hale gelebilir. Sosyalist solun, iyi eğitimli, bilgisayar kullanan, masa başı işçilerinin taleplerine, düzeyine daha uygun hareket etmesi gerekiyor. Bu bence kesin.