Özeleştiri yapmayı da bilmeliyiz

Türkiye demokrasiye mi, diktatörlüğe mi koşuyor? Gündemin ana maddesi bu. Saflaşma burada yaşanıyor. Bazı şeylerin kötüye gittiği doğru, ama her şey mi kötüye gidiyor? Bizim bu gelişmelerden yararlanabilmemiz olası değil mi?

Kim yapıyorsa yapıyor, sonuçta ülke üstünden asker vesayeti kalkmasının mücadeleye katkılarından söz edilemez mi? Sosyalizmi engelleyen ana güç onlar değil miydi? Şu andaki asıl büyük güç asker değil diye, sivillere fazla takmamız bir hata sayılmaz mı?

Sosyalizm dedik de, bizler açısından her işte asıl belirleyenin sosyalizm perspektifi olması gerekiyor. Sosyalizm bir hayal, bir ütopya olarak elbette değişmez hedefimiz. Ancak bizim kuşağımızın ve sonraki birkaç kuşağın ona ulaşamayacağı açık. Bu durumda sosyalizm perspektifini ileri bir tarihe ertelemeliyiz.

Hah, işte bunu yapınca, ki meselenin püf noktasıdır, önümüzde iki seçenek kalıyor. Milliyetçi-ulusalcı, tutucu-devletçi yoldan bir refleks mi geliştireceğiz, yoksa demokrasiyi ana hedef mi belirleyeceğiz? Bence burada yapılması gereken, kapitalizm yıkılmıyorsa, ki yıkılamaz, onu vahşi, kötücül özelliklerinden olabildiğince arındırmak. Ayrıca büyük devletlere “emperyalist” şu bu yaftası asmadan, onların demokrasiyi geliştirici eğilimlerinden alabildiğine yararlanmak.

Hedef, insan haklarına saygılı, yoksulları aşırı ezici politikaları eleştirilebilir, Avrupa-Amerika standardında bir demokrasiye ulaşmaktır.

Şimdi bunları baştan kabul ettikten sonra önümüzde yeni ufuklar açılabilir. Örneğin Türkiye’de demokrasiyi geliştirmek adına, bugüne dek üstünde durulmamış üç ana noktada yeni bir atılım yaratılabilir. Yeter ki birbirimizi şucu bucu diye yaftalamayalım, güçleri birleştirip, akılcı davranalım.

En zor gibi görünen, ama aslında en kesin çözümü ifade eden çıkış noktası ABD başkanlık seçimleriyle ilgili. Biliyorsunuz ABD (inkar edelim etmeyelim) dünyayı yönetiyor, bizi de bilhassa yönetiyor. Üstelik tüm eleştirilere karşın sonuçta demokratik bir ülke. O halde Amerikan başkanlık seçimlerinde neden bizler de oy kullanmıyoruz? Bu hakkı elde edebilirsek, ABD başkanının bize bakışı iyice değişirdi. Amerikalılar, Türkiye’ye karşı daha sorumlu davranmak gereği duyarlardı. Böylece demokrasiye daha doğrudan yaklaşırdık.

İkinci nokta CIA’in, özellikle Türkiye kolunun şeffaflaştırılmasıyla ilgili. Bilindiği gibi bu teşkilat, hakkında çıkarılan pek çok dedikoduya karşın sonuçta demokrasi için faaliyet gösteriyor. Dikkat edilirse değişik ülkelerde yaptığı yüzden fazla darbe hep demokrasi için gerçekleştirilmiş. Ama dışa kapalı yapısı, olumlu propagandasının gereği gibi yapılmasını engelliyor. Türkiye’deki pek çok rezil siyasetçinin, adı küfürle anılan bir yığın gazetecinin, böyle birçok psikopatın CIA ajanı olduğu iddia ediliyor. Ben öyle tahmin ediyorum ki, bunların büyük bölümü aslında ajan değil, kendilerini ajan gibi göstererek prim kazanmak isteyen şarlatanlar. Türkiye’deki CIA ajanlarının aslında ne kadar saygın kişiler oldukları, ne kadar önemli mevkilerde bulundukları isim isim gösterilse, eminim ki hem örgüt şaibelerden kurtulacak, hem de ajan olmak isteyen pırıl pırıl gençlerimiz için özendirici bir etki yaratacak.

İlk iki atılım belki dış dinamiklerle ilgili bulunduğundan zaman alabilir. Ama biz asıl olarak iç dinamiklerimize güvenerek demokrasiye ulaşmalıyız. Bunun için de sivil toplum örgütlerini, yani bugün demokratik idaremizin en önemli dayanağı ve güvencesi olan tarikatlarımızı daha da genişletmemiz gerekiyor. O nasıl mümkün olacak? Yol belli, Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Yine şeffaflaşma ve yine örgüt içi demokrasi yolu.

Tarikatların şeffaflaşması önemli. Bilindiği gibi bunlar gizli örgüt gibidir, özür dilerim teşbihte hata olmaz, ama bunun sakıncaları da vardır. Bir devlet büyüğüne yanaşmak istiyorsunuz, ama diyelim bu valinin, genel müdürün, rektörün… hangi tarikata mensup bulunduğunu bilmiyorsunuz. Siz özellikle bir tarikata sempati duyuyorsunuz mesela, onu da oradan sanıyorsunuz, adam başka tarikattan çıkıyor, tersleniyorsunuz. Bu tabii gençler açısından tatsız bir durum. Ve yine gençler veya mesleğinde yükselmek isteyenler açısından hangi cemaatlerin hangi alanlarda daha güçlü olduğunun, tercih edilmesi gerektiğinin bilinmesi önemli. Kilit makamlardaki pek çok saygın ismin bağlantılarının açıklanması ülkenin de, tarikatların da itibarını artıracaktır.

Tarikat içi demokrasi de en az bunun kadar mühim. Madem Türkiye tarikatlarca yönetiliyor, ülke de demokratik, tarikat liderlerinin de seçimle iş başına gelmesi gerek. Üstelik burada din ve milliyet ayrımcılığı kesinlikle yapılmamalı. Seçime pekala bir ateist de girebilmeli. Mesela Gülen cemaatinin liderlik seçimlerinde diyelim Roni Margulies adaylığını koysa, “Hop kardeşim, sen Müslüman mısın!” engellemesi yapılmamalı. Azınlıkların hakları esprisi. Ülke idaresinde eşitlik prensibi. Dinsel tarikatta din dışı unsurun yeri olmaz denebilir, ama tarikatın dinsel bölümüne ayrı lider seçilir, siyaset bölümüne ayrı lider seçilebilir. Sonuçta bunlar dünya işleriyle daha çok ilgilenmiyorlar mı? Bazı cemaatlerde dinle minle alakasız insanlar bulunmuyor mu?

Ufuk Uras bey ya da Ahmet Altan beyefendinin bu önerileri dikkate alacaklarından kuşku duymuyorum. Sonuçta hepimiz sosyalistiz.