Liberalizme Karşı Psikolojik Savaş

TKP'nin 10 Eylül'deki 88. yaşgünü dolayısıyla Bostancı Gösteri Merkezi'nde gerçekleştirilen toplantıda yaptığım konuşmanın yaklaşık metnidir:

Şu Nasrettin Hoca fıkrasını çoğunuz bilirsiniz: Hoca giysi dükkanına girer, bir kaftan bakacağını söyler. Satıcının uzattığı kaftanı evirir çevirir, inceler, "Sen bunu al, bana bir sarık ver" der. Satıcının getirdiği sarığa bakar, kafasına takar, "Bunu beğendim" diye buyurur ve kapıya yönelir. Esnaf arkasından bağırır: "Hoca, parasını vermedin." Bizimki döner, "Kaftanı bıraktım ya onun yerine" diye karşılık verir. Dükkancı şaşalar: "Ama efendi, onun ücretini ödemedin ki!" Hoca kızar bu kez: "Almadığım şeyin parasını neden ödeyecekmişim!"

Buradaki mantık ya da mantıksızlık, sahip olmadığınız bir şeyle, hem de karşıdakinin malıyla onun başka bir malını satın almaya kalkma mantığıdır. On yıllardır ülkemizde de benzeri bir satış mantığı işliyor. ABD-AB ve onların yerli işbirlikçileri toplumsal muhalefetle pazarlık masasına oturuyorlar, bırakın anti-emperyalizmi, anti-kapitalizmi size demokrasi verelim diyorlar. Bizdeki muhalefetin önemli bir bölümü bu basit hileyi yutuyor. Çünkü emperyalistlere ait bir demokrasi yok. Anti-emperyalist tepkiyi alıp kapıdan çıkıyorlar, karşılığında verdik dedikleri şey bizde zaten mevcut bulunan kendi yırtık pırtık demokrasimiz. Ona rağmen muhalefet yükseldiğinde bunu bile almaya kalkışıyorlar.

Liberal aldatmacanın görece bu denli yaygınlaşmasının en önemli ruhbilimsel nedenlerinden biri liberal tezlerin "mümkün" görünmesi. Siz eğer birçok sorunda belirttiğiniz gibi, 'Demokrasi ancak sosyalizmle olasıdır" ya da "Kürt sorununun çözümü sosyalizme bağlıdır" önermesini getiriyorsanız hala "Tek yol devrim" diyen hayattan kopuk bir fanatik durumuna düşüyorsunuz. Onlarsa bu düzen içinde, yani emperyalizm koşullarında demokrasinin gerçekleşebileceğini söylüyorlar, bizlerden kat be kat inandırıcı olabiliyorlar. Çünkü mevcut somut durum içinden verilen vaatler, insanlara, sistem değişikliğine, büyük alt üst oluşlara bağlı çözümlerden çok daha "olası", çok daha kolay görünüyor. İnsan doğasına özgü bu yanılma şablonunun üstüne gidilmesi gerekiyor her şeyden önce.

"Demokrasi" götürdükleri her yere kitle katliamları, şiddet ve işkence götürdüler oysaki, son elli yıldaki örneklerini sıralasak sayfalar yetmez. Etnik sorunu çözme iddiasıyla bulaştıkları her yere toplu ölümler, kin ve düşmanlık götürdüler. Kürt sorunu Kürtlerin önemli bir bölümü fikir birliğine varmadan çözülebilir mi? Türklerin önemli bir bölümü ikna edilmeden halledilebilir mi? Kürt-Türk birliği lafta değil kalplerde oluşturulmadan düşmanlık azaltılabilir mi? Kürt sorunu emperyalist kışkırtmalara karşı ortak tepki yükselmeden tartışılabilir mi? İki güçlü tarafın da yangını söndürmek için fışkırttıkları şey benzin.

Bence solun temel meselesi gerçekten Kürt sorunudur. İki güçlü taraf da bu sorunu temel sorun saydıkları için... Sadece bunun için. Ve solun genelinde Kürt sorununun bu çarpık algılanışı devam ettiği sürece, Türkiye'de herhangi bir kesimden solun bir adım ilerlemesi olası değildir.

"Demokrasi hemen şimdi!" "Barış hemen şimdi!" Emriniz olur. Başüstüne. Liberal inanışların görece bu denli yaygınlık kazanması, zihinlerdeki korku ve kolaycılıktan. Biz bir şey yapmayalım, riskli, tehlikeli işlere bulaşmayalım, yapanlara arka çıkalım, ülkeye demokrasi gelsin!.. Liberalizmden kazanan bir avuç sözde aydın dışında liberal tabanın liberal kabulleri buna dayanıyor. Avrupa'da özlenen bir demokrasi var!.. Oraya bir kapağı attık mı, üç beş yılda, hatta altı ayda bu ülke güllük gülistanlık olur! Avrupa yolunda, demokrasi yolunda kim çalışıyorsa onu destekleyelim, demokrasiyi kapalım!.. Bu AKP olur, DTP olur fark etmez!.. Nasıl başka birileri, bağımsızlık için, laiklik için ve kendilerine göre bir demokrasi için ordunun sırtına binerek ilerleme hayali kuruyorlarsa, liberaller de kah AKP'nin, kah DTP nin, kah doğrudan AB komiserlerinin sırtına binip özgürlüğe kavuşacaklarını umuyorlar. Evet, pek çok aydın için, okumuş için bu yol çok daha cazip, çok daha "olası" geliyor.

Bu nesnel duruma karşı yapılacak ilk şey, kolay demokrasi beklentilerinin, en az kolay devrim beklentisi kadar uçuk bir hayal olduğunu bıkmadan anlatmak. Hatta daha kötüsü. Yakın bir devrim olasılığı çok küçük de olsa bir olasılıktır. Ama Avrupa eliyle hızlı demokrasi böyle bir toplumda halüsinasyondan başka bir şey değildir. "Az da olsa ilerleme kaydederiz, o da bir kar!.." Hayır andaval, her gün adım adım geriliyorsun demokrasi dediğin şeyde. Ama demokrasi dedikleri bugün yaşadığımız nesnellikse, o zaman ne diyebiliriz? (Ki ne yazık ki liberal tabanda çoğu bu kadarını bile yeterli görüyor, az fazlasına bayram yapıyor.) İşte öyle kişilere diyecek hiçbir şeyimiz bulunmuyor.

Burada bizler için başka bir tuzak gizli. "Özgürlük bizim ellerimizde, onu kullanmak için ayağa kalkmamız gerek" dediğimiz zaman kitle desteği anlamında yine biz kaybediyoruz. Çünkü liberaller, sokağa çıkın mücadele edin, demiyorlar, "İmza verin" diyor, "Demokrasi yanlısı güçleri destekleyin" diyorlar. Onların yalanı rağbet görüyor, bizlerin gerçeği korkutuyor, uzaklaştırıyor. O zaman gerçeği söylemekte ısrarlı olduğumuz kadar bu gerçeğin dozunu ayarlamada da dikkatli davranmamız gerekiyor. Burada, bu kanatta sadece kavga, dövüş, dayak, acı olmadığını, hoş bir şeyler de bulunduğunu söylememiz gerekiyor. Artık ne kadar hoşluk varsa! Burada kendimizi biraz zorlamamız şart, güçleri ekonomik kullanmak zorunluluk.

Liberal kesimi kabaca ikiye ayırabiliriz. Sağ liberaller ve sol liberaller. Sağ liberaller açısından ciddi bir tutarsızlık söz konusu değil. Ekonomide ve siyasette sistem içi geniş özgürlüklerden yanadır sağ liberaller. Fakat zora düştüklerinde, en ufak bir kriz durumu ya da ihtimalinde siyasette ve ekonomide özgürlükleri hiç sıkılmadan askıya alırlar. Zaten tekelcilikten yanadırlar ya, tekelciliğe karşı yasaları da ortadan kaldırırlar, devlet desteği isterler, siyasette sıkı yasaklara başvururlar. Kapitalist liberalizm neşeli günlerindeki bir davranış biçimidir sermayedarın.

Ama sol liberaller cephesinde böyle dönemlerde çelişkiler iyice sırıtır. Örneğin bakınız bizdeki sol liberallere. Bunların bir bölümü öyle keskin, öyle devrimcidirler ki sizi bizi, kimseyi beğenmezler. Sık sık sosyalizmden bahsederler. Fakat sosyalizmin gerçekleşebileceğine dair ciddi bir beklentileri, inançları var mıdır cidden? Olmadığı açıktır. Çünkü sosyalist devrim isteyen bir siyasi hareket halkı kazanmaya çalışır. Propagandasını, örgütlenmesini o esasa göre yapar. Türkiye'deki liberal, liberal-radikal sol ise halkı soldan nefret ettirmek için özel bir çaba içinde gibidir. Türk milliyetçiliğini tahrik edip güçlendirmek için her türlü provokasyona başvurur. Nerede bir etnik kıvılcım çaksa oraya benzinle koşar. Öteki pek çok alandaki tavır ve tutumlarıyla halktaki gerici duyguları pekiştirir. Üstelik bunları yalnızca kendi partisi adına yapmaz, birçok sendikayı, meslek örgütünü de soldan nefret ettirme projelerine alet eder. Öylelerinde en ufak bir sosyalizm umudu bulunsa halkı kazanma niyetleri de beraberinde gelirdi. O zaman söyleyip ettiklerinin neye hizmet ettiğine dair bir bilinç de uyanabilirdi onlarda.

Hep liberallerin görece geniş etkisinden söz ettim ya, işte sol liberalizm bu nedenlerle halk içinde gerçek bir güç bulamaz, yayılamaz. En önemli işlevleri gerçek solun saygınlığını zedelemek, onun güçlenmesini önlemek gibi görünmektedir. İşte bu yüzden gerçekle ve bilimle altı doldurulmuş tezlerle liberalizme cepheden, endişesizce saldırmamız gerekiyor. Liberallerin kof saygınlığını önce iki paralık duruma düşürmemiz gerekiyor. Ben o yönde hayli mesafe aldığımızı, ama yolu henüz yarılamadığımızı düşünüyorum.

AKP'ye oy veren, CHP'ye, DTP'ye oy veren halkı birleştirecek tek şey halkın ekonomik beklentilerine dayalı, emeğe dayalı, halkçı bir programdır. Anti-emperyalizm ve halkçılık en önemli iki çimentodur. Hem birliği sağlar hem kavi kılar.

Ülkeyi temizlemek, demokrasi ve özgürlük getirmek, Kürt sorununu çözmek iddiasında liberaller. Ülkeyi temizlerken şebeke suyunu kullanıyorlar. Emperyalizmin şebeke suyunu. Bu şebeke suyu atık suyu, lağım suyu. Onlar bu suyu tuttukça ortalık daha da batıyor, daha da zehirleniyor. Önce şebeke suyunu, lağım suyunu kesmek gerekiyor. Kendi kuyularımızı kullanmamız gerekiyor. Geçmişte kendi kuyularımızı kullandığımız dönemler oldu, bir sürü yol kat edildi. Birçok ülkede halen bu yapılıyor. Biliyoruz, zor mu zor. Ama hiç değilse liberal seçenek gibi imkansız değil.