Güneydoğu'da Özerklik Zaten Sağlanmış

Önceki hafta Antep'ten Cizre'ye dek geniş bir alanda Güneydoğu gezisine çıkmıştım. İzlenimlerimin bir bölümünü aktarıyorum.

Kısa zamanda çok yer dolaştığımdan insanlarla bazı konularda derinlemesine görüşme imkanım olmadı. Fakat kısa konuşmalardan ve genel izlenimlerden, gerçeği dolaysız yaşamak, evvelki bilgi ve fikirlerimin irdelenmesini, daha bir ete kemiğe bürünmesini sağladı. Güzeliyle çirkiniyle birçok şeyle ilk kez karşılaşmak ilginçti.

Bir kere Elazığ, Mardin ve Urfa birer şehir olarak batıdaki pek çok şehirden güzel. Malatya, Antep ve Midyat da onlara yakın etkileyicilikte. Diyarbakır'sa bugünün ve yarının tarihini kokuyor. Şehir olarak bazı bölgeleri dışında alımlı değil. En ilginç yanlarından biri, zenginlikle yoksulluğun Türkiye'nin hiçbir şehrinde göze çarpmadığı kadar sinir bozucu biçimde sırıtması. Kale arkası mahalleler evleriyle, sokakları, insanlarıyla "favelaları" canlandıran abartılı film setlerine girmişsiniz izlenimi veriyor. Diyarbakır'da ve birçok başka kent ve kasabada dikkat çeken noktalardan biri de yoksul çocuk kalabalığı, müthiş bir nüfus yığılması. Çocuk dilenciliği en yapışkan boyutlarıyla had safhada. Diyarbakır'ın ünlü pazarında dışardan gelenler o korkunç salkım saçaklık, kalabalık ve pejmürdelik içinde "Arabistanlı Lawrence"lar gibi dolaşıyorlar. Keza gösterişli giysileriyle iri yarı polisler farklı bir halkı kontrol altında tutmaya çalışan dışarlıklı güçler gibi duruyorlar.

Dışarlıklı dedim ya, Batılılar ve yol gösterici Kürtlerden oluşan bazı heyetler de sık dolaşıyor bölgede. Bir hafta gibi kısa sürede bunlardan ikisini görebildik.

Orada özerklik şimdiden oluşmuş diye başlık attım ya, çok da abartılı sayılmaz. Ilımlı İslam Cumhuriyeti veya 2. Cumhuriyet, her neyse fiilen bundan farklı bir şey olmasa gerek. Atatürk heykel ve resimleri birkaç meydanda ve orduevi duvarlarında kalmış. Pazarlarda Said-i Nursi posterleri satılıyor. Başı açık kadınlara ancak şehirlerin zengin caddelerinde rastlanıyor. Yemekte içki servisi Antep'te bile çok yıldızlı otellere tecrit edilmiş. Hükümet taassup içindeki çok geniş kesimlerden sağladığı destekle hiçbir şekilde Cumhuriyet'i temsil etmeyen farklı bir cumhuriyet anlayışıyla en hakim güç gibi. Gibi diyoruz, çünkü Türkçe'nin pek az duyulduğu birçok kentin belediyesi DTP'nin elinde. Bu belediyeler ve onları ayakta tutan geniş bir kesim Türkiye Cumhuriyeti'ni açıkça düşman sayıyor. Bunu her fırsatta uluorta açık etmekten hiç mi hiç çekinmiyorlar. Batı illerinden gelen turisti bile işgalci gibi görenler mevcut.

Polis merkezleri hükümetle devlet arasına sıkışmış başka küçük özerk noktalar.

Askeri yapılar ve alanlar, şehirler arası yollardaki kontrol karakolları ise şu dönem için bu parçalı sistemi değişik kesimlere göre olumlu ya da olumsuz yönde koruyan başka bir oluşumu temsil ediyor. Ne ki böyle bir siyasi güçler dengesi içinde onun da 2. Cumhuriyet projesinin parçası konumunda kaldığı söylenebilir. En azından o bölgede.

Bölge halkının kimliğine, diline sahip çıktığı oranda kültürüne de sahip çıktığını söylemek zor. Acımasız, sert ilişkiler baskın görünüyor. Mardin'deki kıramadığımız zoraki çocuk rehberimiz bir demir kapının tokmağını bize özellikle gösteriyor. Ufaklığa göre tokmak kaldırıldığında başı, gagası, kanatlarıyla Müslümanlığı simgeleyen kuş figürü belirgin hale geliyor. İndirildiğinde haç işaretine dönüşüyor. Tokmak sınırsız hoşgörüyü ve misafirperverliği sembolleştiriyor, böyle evlere dileyen herkesin serbestçe girebileceğini gösteriyormuş. Tam o an arkadan kaba bir ses yükseliyor. "Girmeyin oraya, kilise değil orası, açmayın kapıyı!" Evin şimdiki sahibiymiş, eski sahiplerinden tamamen bihaber. Ona çocuğun anlattıklarını söylüyoruz. Adam utanıyor. Misafirperverlik yine biraz kalmış gibi, ama "Ilımlı İslam'ın 2. Cumhuriyeti"nde ne kadar kalabilmişse. Cizre'de tarihi eser olarak "Şurada eski bir medrese var" diyorlar. Kapıda karşılayan görevli burasının Kırmızı Medrese olduğunu söylüyor. Mehmet Uzun'un romanında söz ettiği Kızıl Medrese, eski ismiyle Medresa Sor olmasın bu? Zaten Uzun'un "Dicle'nin Sesi" adlı romanları heveslendirmişti beni oralara gitmeye. "Burası Medresa Sor mu?" diye soruyorum adama, "Evet evet, surlar biraz daha ilerde" diye cevap veriyor. "Mehmet Uzun romanında bahsetmişti hani, burası o yer mi?" "Mehmet Uzun mu? B..?? bey yazmıştı." "Mehmet Uzun'u tanımıyor musunuz?" "Hayır." Kavramlar ve isimler iyice karışıyor, ama anlıyoruz sonunda, yer aynı yer.

Midyat'ta konuştuğumuz adam şehirde gerçek anlamda ekonomi diye bir şey kalmadığını, halkın büyük çoğunluğunun geçimini batıya çalışmaya gönderdikleri yakınlarından sağladıklarını söylüyor. Evet, bugünkü haliyle o nüfusu kendi ekonomileri besleyemiyor. Kürtlerin yarısı Avrupa ve ABD haritalarında Türkiye'den ayrılmış olarak gösterilen bölgelerde yaşarken, en az bu kadarı da dışarıda yaşıyor. Kürtlerle Türklerin ayrılması o yüzden de zor. Bir de bu nedenle Kürtlerin büyük çoğunluğu gerçekte ayrılmayı istemiyor.

Lakin görünen o ki bu Kürt sorunu denen sorun sürüp gidecek. Çünkü sorunun tüm güçlü tarafları mitolojideki Kerberos denen çok kafalı canavarın birer başı gibi. Başlar birbirleriyle savaşıyorlar, fakat gövdeleri bitişik, ayrılmaları imkansız. Hepsi gerici, hepsi Amerika'ya, emperyalizme ve kapitalizme bağlılar. Zaten Güneydoğu'da tüm saydığımız öteki güçlerden daha kalıcı ve daha derin en büyük güç emperyalizm. Petrol şirketleri, otomobilleri, bin bir çeşit teknolojik mamülleri, iletişim araçları, kolası, hamburgeriyle, çok sayıda profesyonel veya yarı profesyonel işbirlikçileriyle bölgenin gerçek sahibi onlar. Özerklik kazanmış çatışan güçleriyle bu parçalı yapı Amerikalıların da Avrupalıların da işine geliyor.

Kürt sorunu solun gerçekten de baş sorunu. Çünkü yapay unsurları belirgin, abartılmış ve kışkırtılmış bu sorunun bugünkü kavranışı sürdükçe ne solun ilerlemesi mümkün coğrafyada, ne ülkenin herhangi bir alanda düzlüğe çıkması.

Yine de insan kendi kendine sormadan edemiyor. Kürt sorunu gibi bir sorunu bulunmayan çok sayıda ülkede bir cennet mi yaşanıyor acaba? Demokrasi mükemmel düzeye erişmiş, refah imrenilecek boyutlarda, eşitsizlik, yoksulluk, savaşlar ortadan kalkmış, halk yaratıcılığını sanatta, kültürde ortaya çıkarıyor artık!!

Cidden ne sorunmuş şu Kürt sorunu! Emperyalizmin ve kapitalizmin tüm evrensel yasalarını, tüm belirgin özelliklerini, kaçınılmaz ilişki biçimlerini sadece ve sadece Türkiye'de ortadan kaldırıyor.