“Fuck”ru Zaruret Düzeninde “Democratic” “leash”tirenlerin Yolunda “Freedom” Alanlar

Trablus sokakları, hastaneleri ölü ve yaralı dolu. Şehirde su elektrik yok. Bir kısım insanlar kalabalık olmuşlar, zaferi kutluyorlar. BBC muhabiri yanaşıyor, birine soruyor: “Şehir perişan halde, ama siz mutlusunuz?” “Elbette” diyor adam, “Özgürlük kazandıktan sonra başka şeyler önemli değil.”

Ne özgürlüğü? “Fuck”ru zaruret düzeninde, (kapitalist düzende) nasıl bir özgürlük kazanılabilir?

Dünya zenginliğinin yüzde 80’inin, yüzde 20’lik bir azınlıkça iç edildiği bir sistem. Bu derin adaletsizliği sürdürebilmek için, parlamentoların seçildiği, güya “seçilmiş” tiranların halk adına atıp tuttuğu, orduları, özel harekat güçleri, polisleriyle terör estirdiği, tüm bu baskıyı da “demokrasinin gelişmesi ve korunması” diye yutturdukları bir yalan düzen.

“Arap Baharı” denen şey de sermayenin uluslar arası yayılımında değişik noktalarda ortaya çıkan küçük engelleri, pürüzleri ortadan kaldırma operasyonu. Kapitalizm uluslar arası ölçekte krize girmemek için tüm dünya pazarını koşulsuz ele geçirmek ve tüketimi koşulsuz artırmak zorunda.

Amerikan, İngiliz, Fransız, İtalyan liderleri, büyük akbabalar, pazarı ve kaynakları koşulsuz ele geçirdikleri her yerde arsızca toplanıyorlar ve yanlarında daha küçük leş yiyicilerle birlikte demokrasi resimleri veriyorlar.

Gittikleri her yeri “democratic” “leash”tiriyorlar. Ortalığı leş kokusu, ceset kokusu kaplıyor ve yoksulların boğazındaki “leash” (tasma kayışı) daha cafcaflılarıyla değiştiriliyor, ama daha da kısalıyor.

Öyle bir “demokratik” düzen ki bu, örneğin Irak’ta son iki senede 12 bin kişi idam edilerek öldürülüyor. Toplam ölümler 1.5 milyonu buluyor.
Yılda 1.2 milyon insanın trafik kazalarında canını kaybettiği, ama bunun son derece normal kabul edildiği alçakça bir düzen bu “fuck”ru zaruret düzeni. Her yıl yüz milyonlarca insanın şeker ağırlıklı kötü ve fazla beslenmeden yaşamını yitirdiği bir o kadarınınsa açlık, yetersiz beslenme ve tedavisizlikten öldüğü kalleş bir sistem.

Savaşların, iç savaşların, rastgele terörün, işkencenin, intiharların, seri cinayetlerin, hayvan katliamlarının, orman yok etmelerin normal kabul edildiği, film ve klip teması olarak dünyanın eğlencesi haline geldiği sefil bir uygarlık.

Ve bu sefillik içinde “demokrasi” ve “özgürlük” ve “fikir”, “sanat” ve “insan hakkı” bulunabileceğini vaaz eden medya yalakaları, sanatçı müsveddeleri. Yüzde 20’nin arsızlığını kutsayan ve tasmalarının kayışları kısaldıkça düzene daha “free” kendilerini verenler sürüsü. Özgürlükçü solcular, liberal demokratlar… Yalan söyledikçe ödüllendirilenler, Oscarlaştıkça, Nobelleştikçe birbirlerini yalayanlar, başımıza tebelleş olanlar…

Tüm bu “fuck”ru zaruret tablosu içinde bir kısım halk, bir kısım insanlar “özgürlük” diye ayağa kalkıyor. Tepedeki “özgürlükçü” siyasetşörler, medyaşörler, sanatşörlerden farklı olarak canlarını da ortaya koyuyorlar. Kimi yıllarca hüküm süren diktatörlere karşı kin bilemiş içinde, kimi dinsel inancına daha uygun bir devlet istiyor, kimi etnik kimliğinin tanınması derdinde, kimi yoksulluktan bunalmış…

Ve bunların hepsini bizim de sol ve sosyalizm adına kutsamamız isteniyor.

Oysa Tahrir’de veya Trablus’ta, orada veya burada, dünyanın neresinde olursa olsun artık bu çağda, artık bunca deneyimden sonra şu kafalara kazınmalı: “KAPİTALİZMİ ÖLDÜRMEYEN ONU GÜÇLENDİRİR!”

Tüm bu sahte özgürlük mücadeleleri kapitalizmin bölgede ve dünyada güçlenmesine, krizi ertelemesine yarıyor.

Kapitalizmi hedef almayan, hiç değilse onu geriletmeyen her “özgürlük” mücadelesi, her demokratik “leş”me, ceset kokusunu artırıyor, boynumuzdaki yuları daha da sıkıyor.

Tüm bu sahte özgürlük söylemleri toplumda, kendi içimizde, kendi benliğimizde bugüne dek oluşmuş işe yaramaz sahte sol kalıpları güçlendiriyor, bizi bu düzen içinde güçlü kılıyor, bu düzenle bağımızı pekiştiriyor, bu düzenin yalanlarına daha kolay kanmamızı ve katlanmamızı sağlıyor. Bu sahte sol kalıplar birçok sözde özgürlükçüye bu düzen içinde kolay ve rahat yaşam, maddi ve manevi rant kazandırıyor.

Oysa gerçek özgürleşme sosyalistleşmeyle mümkündür. Geçmişte bu böyleydi, artık tamamen böyle. Bunun ötesi yalandır, milyar kere yalandır.
Sosyalistleşmeye yaramayan, aksine onu geciktiren tüm “öteki” “özgürleşmelere gelince. Faydaları var muhakkak ki, ama zararları kat be kat fazla.

O halde tüm dillerde seslenebiliriz: İster “demode” diktatörlerin, ister “trendy” çapulcuların önderliğinde olsun, “Fuck”ru zaruret düzeninin yıkılmasını geciktiren her güce “fuck off!”