Demokrasi Karşıtı Solculuğu Bırakalım Artık

Demokrasi düşmanlığından en çok solcular çekmiştir bu ülkede. Dayak yemeyen, gözaltına alınmayan, cezaevine atılmayan pek azdır sol siyaset yapanlardan. 1 Mayıs’ı kutlamak bile terörizmle, provokatörlükle bir tutulur coğrafyada.

Son yıllarda giderek artan bir ivmeyle demokrasi adına sevindirici gelişmeler yaşanıyor oysa ki. Son ayağı da “Demokrasi” ya da “Kürt Açılımı” denen girişim. En azından bir iyi niyet bildirimi. Böyle gelişmelere neden karşıyız?

Ergenekon açılımında da aynı yanlış tavrı aldık. Telefonlar dinleniyormuş, özel bilgiler medyaya sızdırılıyormuş, AKP’ye muhalefet suç ilan ediliyormuş gibi belki önemli, ama büyük resmi görmemizi engelleyen ayrıntılara kapılıyoruz. Yargılananların en azından bir kısmının bizim siyasi-ideolojik düşmanlarımız olduğunu inkar mı ediyoruz? Gladyodan en çok canı yananlar sosyalistler değil mi? Efendim, operasyonu yürütenler Amerikancıymış, geçmiştekinden daha gerici bir rejim kurmak için uzlaşma içine giren büyük güçler, kendilerine muhalefet yapmaya başlayan bazı eski adamlarını gözden çıkarmışmış. Fazla paranoya kokmuyor mu bu savlar? Öyle de olsa hukuku, eski cellatlarımızı savunmak bize mi düşmüş?

Dar kafalı ve bayat sol anlayışımızla gerçek solcu ve özgürlükçü dostlarımızı da hayal kırıklığına uğratıyor, üzüyoruz. Uyarıyorlar, sol bu yüzden küçülüyor. Sol tüm güçleriyle demokratik süreci desteklese, geçmişten bu yana özlemini duyduğumuz mutlu tabloya kısa zamanda ulaşılacağımız söyleniyor.

Hakikaten de toplumun ortasına çakılmış çivilere benziyoruz. Evet, güçlü değiliz, onluk çividen bahsetmiyorum, birkaç cam çivisi misaliyiz. Yine de bize rağmen hiçbir adım atılamaz gibi bir hava yaratıyoruz-yaratıyorlar. Toplumu ilerletmek istiyorlar, biz engel oluyoruz. Cam çivisi iyice yapışmış, çekiyorlar çıkmıyor, vuruyorlar kırılmıyor. Fıkradaki gibi, gel deseler gelmiyor, git deseler gitmiyoruz. İtiyorlar toplumu bir yöne doğru, çiviler sağı solu yırtmaya başlıyor, dahası, çok pis gürültü çıkarıyor.

Biz alışmışız bu tabloya, duyarsızlaşmışız, ama gerçek solcuları kahrediyoruz. Hatta aramızdan bazıları diyor ki, “Size ne kardeşim, keyfimizin kahyası mısınız, belki büyümek istemiyoruz. Belki böyle solculuktan memnunuz. Düşün yakamızdan yahu! Her halta bizi de karıştırmak zorunda mısınız?” Ne kadar kaba bir yaklaşım...

Kavramlarımızı, yaşama bakışımızı tümüyle değiştirmek zorundayız. Örneğin emperyalizm kavramı. Solu bozan bu mikroptur işte. Lenin soktu o fitneyi aramıza. Lenin’in ne kadar demokrasi düşmanı olduğunu her hürriyetçi bilir. Güya çağımızda emperyalizmsiz bir kapitalizm düşünülemezmiş.

Kapitalizm. Kapitalizmin azgın olanına karşı çıkalım, birlikte bir şeyler yapalım, tamam. Ama uygar kapitalizmin halkların düşmanı olduğu tam bir safsatadır. Kapitalizm en geri bölgeleri bile uygarlığa çeker, demokrasiyi doğrudan getirmese bile ona zemin hazırlar.

Özgürlükler. Burada tavizsiz olmalıyız. Hatta “Özgürlük başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter” burjuva ilkesini dahi delip geçmeliyiz. Saçma bir tezdir. Örneğin türban özgürlüğü sonuna dek savunulmalı. Efendim, eğer türban özgürlüğü, yobazların kadınları örtünmeye zorlama özgürlüğüyle, erkek egemen bakış özgürlüğüyle çelişirse ne olacak? Görüldüğü gibi bu iki özgürlük asla çelişmez ve bu bakımdan her ikisi de birlikte sınırsız tanınabilir.

İnsan hakları. En başta gelen hak demokrasi hakkıdır. Demokrasi hakkı için Irak’ta, Yugoslavya’da, Afrika ve Asya’da son yirmi yılda dört milyona yakın insan ölmüşmüş. Her şeyin bir bedeli vardır. Devrim, savaş, iç savaş… demokrasi için göze alınabilir. Yığınlar demokrasisiz yaşayacaklarsa hiç yaşamasalar daha iyi değil midir? Kanlı demokrasilere karşı az kanlı turuncu devrim seçenekleri de mevcuttur. Ölme hakkı… Kapitalizm altında bu hak da sonsuz çeşitli ve sınırsızdır.

Örnekleri uzatmak mümkün, ama sonuca gelelim. Şimdi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de rejim değişiyor. Bizim gibiler engel olmaya kalktığı için süreç biraz gecikiyor, ama sonunda iş tamamlanacak gibi görünüyor. Birileri iç savaş çıkartma özgürlüklerini kullanmazlarsa.

O halde sürece katılıp niye hızlandırmayalım. Bush gibi değil Obama, güvenilir bir adama benziyor. Onunla ve Türkiye’deki temsilcileriyle pazarlığa girişebiliriz. Sürece dahiliz ve elimizi taşın altına sokacağız, deriz.

“Ölüm nereden gelirse gelsin, hoş geldi sefa geldi!” sözünü, “Demokrasi nereden gelirse gelsin, hoş geldi sefa geldi!” sözüyle değiştirmenin sırası gelmedi mi artık?

Ama karşılığını bedava sanmayın. Bizi de siyasette, yönetimde, medyada, edebiyatta şurada burada iyi yerlere getirin. Sol adına hep başkaları mı yiyecek, biraz da biz yiyelim. Koşulumuz budur. Oralardan kazanacağımız paraları ve yetkeleri kişisel ikbalimiz için kullanmayız elbet.

Çok değil üç-dört yılda Türkiye’de hiçbir önemli sorun kalmaz. Tabii eğer biz de desteklersek… Herkes öyle söylüyor... Kürt sorunu, Ermeni meselesi halledilir, haritalar düzenlenir, tüm özelleştirme ve yabancılaştırmalar biter, dolayısıyla tartışmaları da sona erer, demokrasi sonuna dek önümüzde serpilir… Laiklik hak getire, insan hakları -Allah korusun en çok onun genişlemesinden korkarım- alabildiğine yayılır. Geriye ne kalır?

O zaman sosyalizm için propagandaya başlarız. Ülkede başka bir sorun kalmadığından ve demokrasi de pek gelişmiş olacağından bu süreçte kazanacağımız servet ve yetkelerle parti çalışmalarını yeniden sosyalizme kaydırırız. Tek bir referandumla kısa sürede işi bitirir, devrimi tamamlarız. Tüm sorunlar çözülmüşse sosyalizme ne gerek var, o da ayrı konu ya, onu sonra düşünürüz.

MHP’liler ne diyordu 12 Eylül’de: “Fikirlerimiz iktidarda, biz içerdeyiz.” Aklını kullanmazsan daha ne durumlara düşersin. Bizlerse, fikirlerimizi belki mahkum edeceğiz, ama iktidara yerleşeceğiz.