Tıp Fakültelerinde Her Şey Dahil Sistemi ve Hocaların Sökülen Rütbeleri

Aslında şu sıralar aklım yine Arap devrimlerinde. O coğrafyada, halkın devrimci enerjisine ilişkin önemli soyutlamalara olanak tanıyan bir pratik deneyimleniyor. Ancak hekim olmaklığım nedeniyle bizim sektördeki bir gelişmeyi bu hafta ele almam gerekiyor. Tıp fakültelerindeki bu gelişme, verimli tohumların toplumsal mücadele toprağına düşmesine yarıyor.

* * *

1 Şubat tarihinden itibaren tıp fakültesi hastanelerinde yapısal bir değişiklik uygulamaya sokuluyor: Performansa dayalı ücretlendirmeye geçiliyor. “Hasta bak, hep-daha çok hasta bak, gece yarılarına kadar hasta bak, parayı böyle kazan” deniliyor. Eğitim ve bilim arka plana itiliyor.

Hocaların hastane içinde özel hasta bakmaları da yasaklanıyor.

Hükümet bu yaklaşımını, vatandaşa, “bundan sonra para ödemeden hocalara muayene olabileceksiniz” diyerek anlatıyor. Hocalar ise hastalarının hekim seçme haklarının ellerinden alındığını belirterek karşı çıkıyorlar yeni sisteme.

Hocaların bu savunularının doğru olmadığını kabul etmek gerekir. Çünkü eskiden hastaların kendilerine ulaşması ancak para ödemeleriyle olanaklıydı.

Biz sağlık hizmetinin parayla satılmasına da, kamu kurumlarında özel hasta bakılmasına da, sağlığın özel sağlık kurumlarında pazarlanmasına da karşıyız.

Ancak, aynı zamanda, hekimlerin haftalık 40 saatin üzerinde çalışmaya zorlanmasını da, emeklerinin değerinin kapitalist piyasaya yem edilmesini de, devletin aynı sağlık hizmeti için özel hastanelere kamuya ödediği paranın iki üç katını ödemesini de onaylamayız.

Kesin olan olgu şudur: Yeni yasayla hocaların ayrıcalıklı konumlarına son veriliyor.

* * *

Ancak durum bu kadarla sınırlı da değildir.

Esas önemlisi bundan sonrasıdır ve hocaların özel hasta muayene yetkilerinin ellerinden alınması bundan sonrası içinde yalnızca bir ayrıntıdır.

Koca koca hocaların kendi canlarını yakan bir ayrıntıyı, yalnızca kendi canlarını yaktığı için, her şey gibi algılamaları kendilerine yakışmaz.

Meselenin bundan sonrasında hastanelerin finansman mekanizmasının toptan değiştirilmesi bulunmaktadır.

* * *

Bundan böyle hastaneler global bütçeleme yöntemiyle finanse edilecektir. Şimdiye kadar hastaneler ürettikleri hizmeti Sosyal Güvenlik Kurumu'na (SGK) fatura öder, SGK da bedelini öderdi. “Geriye dönük” olarak tanımlanan bu ödeme mekanizması SGK'yı zorlasa da hastaneler kendilerini maliyet muhasebesi yapmak zorunda hissetmezlerdi.

Şimdi “ileriye yönelik” finansman mekanizması gündeme getiriliyor. Global bütçeleme bunun en olgun biçimidir. Bu yöntemde hastaneye bir sonraki yıl için tahmini bir bütçe verilir ve bütün gereksinimlerini bu bütçeyle karşılaması beklenir. Böylece hastane o bütçe ölçüleri içinde kendi kaderiyle baş başa bırakılır.

İlaç ve teknoloji gibi sağlık hizmeti girdilerindeki yıllık fiyat artışlarının enflasyonun üzerinde gerçekleştiği ve global bütçedeki artış oranının da enflasyonun altında tutulduğu dikkate alınırsa, bu yöntemin hastanecilik hizmetlerinin kalitesini ileri derecede etkileyeceği hemen anlaşılır.

Bu sistemin fakülte hastanelerindeki etkisi daha da katmerlidir. Çünkü burada en zor hastalıklar en pahalı tekniklerle tedavi edilmek zorundadır. Üstelik fakülteler eğitim ve araştırma kurumlarıdır ve bu iki kalem ayrıca pahalıdır.

Kısacası global bütçeleme belki SGK'nın üzerindeki mali yükü hafifletecektir, ancak sağlık hizmetinin, tıp eğitiminin ve bilimsel araştırmaların niteliği çok olumsuz etkilenecektir.

Bu sistemle fakülte hastaneleri ayakta kalamaz. Bu sistem içinde bütçe bellidir ve performans ücreti bu belli bütçenin paylaştırılmasına yöneliktir. Kısacası hocalar arasındaki rekabet acımasız olacaktır. Bu sistemde bütün bu nedenlerle hocaların özel hasta bakmasına izin verilmesi de olanaksızdır.

* * *

Batacak fakülte hastanelerinin alıcısı ise Sağlık Bakanlığı olacaktır. Nitekim bu yönde bir gelişme çok yakın geçmişte Marmara Üniversitesi hastanesinde yaşandı ve Bakanlık bu hastaneye el koydu. Hocaları da kendisine bağlı başka hastanelerde görevlendirmeye başladı.

Sonuçta Bakanlık bir taşla iki kuş vuruyor: Fakülte hastanelerinde dönen paraya (ki SGK harcamalarının beşte birden fazlası 60 kadar tıp fakültesi hastanesine akıyor) el koyuyor, öte yandan da üniversitelerdeki aydınlanmacı direnci tıp fakültelerini ele geçirerek yok ediyor.

Hocalar şimdi bütün bunların farkında olmak zorundalar. Sorun yalnızca özel hasta bakma yetkisinin ellerinden alınması değil. Önlerinde kendilerinin proleterleşmesi, hastanelerinin işletmeye dönüştürülmesi ve Sağlık Bakanlığı'na bağlanması, hastaların müşterileştirilmesi süreci var.

Artık toplumsal muhalefetin, emek cephesinin aktif bir bileşeni olmak dışında bir seçenekleri bulunmuyor.