Miting ve diyalektik

Sorunlarla yüklü bir dönemde, iyice bunalmış ve bir şeylerin fazla bela yaşamadan hemen değişmesini isteyen kitlelerin temel beklentisi Erdoğan’ın gücünün sınırlanması, en fazlasından Erdoğan’sız iktidar olarak ortaya çıkıyor.

Uzun süredir birileri tarafından da işlenen bir formül bu. Oysa Erdoğan gerçekliğinin iktisadi-siyasal bir nesnelliği mevcut. Bu nedenle hem 7 Haziran 2015 seçimlerinde hem de 16 Nisan 2017 referandumunda saray-faşizm-tek adam rejimi retoriğinden kurtulmak ve düzen dışı çözüm seçeneğine yatırım yapmak gerektiğini ısrarla yazmıştık. Aksi büyük hayal kırıklıkları yaratacaktı, ama esas önemlisi kurtuluşla alakası olmayan bir seçeneği öne çıkarmak anlamına gelecekti.

*****

Üstelik 2013 halk ayaklanmasından beri büyük güçlerin taktiği de aynı. Onlar açısından önemli olan Türkiye’nin çöküşünün, sorun kendilerine sıçramadan, yönetilebilmesi.

Erdoğan ve O’nun kontrolünde kaldığı sürece AKP bu bakımdan riskler üretiyor: İçeride AKP karşıtı hava her daim patlamaya hazır bir potansiyel barındırıyor. Suriye’deki Yeni Osmanlıcı müdahaleler emperyalist merkezlerin stratejileriyle çelişebiliyor. Ama son bir yıldır Batı açısından bir sorun daha devreye girmiş durumda: AKP dinci politikalarını Avrupa’ya taşımaya çalışıyor.

Böyle gitmez. Bunu en son Erdoğan’cı yazar Abdülkadir Selvi ifade etti: “Bundan sonra yeni darbe tehditleri yaşamak istemiyorsak, batıyla ilişkilerimizi düzeltmeliyiz. Ya bir yol bulacağız ya yeni bir yol açacağız. Çünkü bu durum sürdürülebilir değil.”

Kimileri bu gerçeği görüp antiemperyalizm diye AKP’nin yanına konuşlanıyor. Biz bu gerilimin tetikleyeceği sorunları sosyalist mücadele adına değerlendirme derdindeyiz. Kimileri de ikisi arasındaki farkı göremeyecek kadar aptal ya da art niyetli.

*****

İşte Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü tam böyle bir ortamda gerçekleşti ve tabi ki tam da Erdoğan’ı sınırlamaya yönelik çizgiye oturdu.

Kılıçdaroğlu’nun yürümemesi siyasi intiharı olurdu. Kendisini kurtarmak ve CHP’yi toparlamak için seçildiğinden beri ilk kez hareketlendi.

Türkiye muhalefetini Erdoğan’sız Türkiye’ye razı etmek bakımından çok önemli bir hamledir bu. Maltepe’ye hakim kılınan “hak-hukuk-adalet” ideolojisi hamlenin muhalefeti düzen içinde şekillendirmek bakımından etkili olduğunu gösterir.

*****

Peki yürüyüşe katılan solun hiç mi etkisi olmamıştır. Evet, başlangıç aşaması itibariyle ve kısa vadeli gelecek için olmamıştır. Bu aşama için kazançlı özne hiç tereddütsüz, örgütsel ve siyasi olarak CHP’dir. Herkes CHP’nin nihayet harekete geçtiğini ve arkasının getirilmesinin gerektiğini düşünmektedir. Ama arkası derken kast edilen şey Erdoğan’ı sıkıştıracak benzer hamlelerdir. Maltepe’deki kitlenin azımsanmayacak kısmının (öyle mi) bunu aşan bir siyasal anlayışa sahip olmasının bir önemi yoktur. Muhalif enerjinin içine tıkıştırıldığı bağlama bakmak gerekir.

*****

Peki yürüyüşe katılan sol bu vecd havası biraz dağıldığında, Erdoğan’a kilitlenmiş bu muhalif enerjiyi, Erdoğan’ın üzerine oturduğu iktisadi-siyasal zemine, yani düzen dışı yansımaları olacak bir doğrultuya doğru çekmek bakımından etkili olamaz mı?

Kanımca hiç mümkün değil. Çünkü kendisi de zaten aynı retoriğin esiri halinde. Ama olayın bir de diyalektikle ilişkili bir boyutu var ve etkileri hepimizin üzerine serpiliyor:

Diyalektik maddenin hareketinin yasaları. Her şey karşılıklı etkileşerek değişim halinde.

CHP bir kere sürece müdahalede bulundu. Erdoğan’sız Türkiye bağlamını dışarının büyük desteğiyle de inşa etti. Yürüyüş boyunca verdiği bütün mesajlarla kitlenin bilincini bu bağlam üzerinden etkiledi. Kitlenin vizyonu çok önemli derecede zaten aynı içerikteydi, müdahale bu vizyonu daha da belirtik kıldı, üstelik CHP’yi AKP karşısındaki seçenek olarak öne çıkardı. Solun katkı vermiş olduğu süreç budur: Artık her şey değişti, ne CHP ne de muhalif milyonlar yürüyüşten önceki karakterlerindeler. Hiçbir şey yaşanmamış, kitleler “Erdoğan’a hayır” dolayımı üzerinden etkilenmemişler gibi, sıra şimdi düzen dışı ideolojiyi (yeniden: aslında yürüyüşteki solda böyle bir niyet yok) devreye sokmaya geldi mantığı epistemolojik olarak tamamen hatalıdır. O kitle artık düzen dışı seçeneğe daha kapalı hale getirilmiş, siyasal bilinci düzen içi dolayımlar üzerinden yeniden inşa edilmiş, sosyalist seçenek daha güçsüz, daha kişiliksiz bırakılmış, tabandaki muhalif enerji düzen içi taleplere çekilmiş oldu.

*****

Bir de şu var: Ya CHP geri adım atarsa (bu da soru mu, attı bile, Kılıçdaroğlu daha Maltepe’ye girmeden, 15 Temmuz anmalarına katılma çağrısı yaptı), ya sokaktan çekilirse… İşte o zaman boş bir içerikle, sokak fetişizmiyle, örgütsüz biçimde, gövde gösterisi üzerinden Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalışan kitle için tam yıkım olur, olur da, bunun sorumluluğu en azından bir ölçüde kimin üzerinde olur. Hem 7 Haziran hem de 16 Nisan sonrasında yaşanmadı mı?

*****

Tabi ki mevcut durumdan rahatsız milyonların rahatsızlığıyla temas etme zorunluluğumuz var. Tabi ki bu potansiyel sönümlenmeyecek. Tabi ki CHP bu potansiyeli kucaklayabilecek bir parti değil.

Ama eğer o potansiyelin toplumsal kurtuluş yolunda, düzen için tehdit oluşturmasını istiyorsak, onu Erdoğan-saray takıntısından kurtarmak ve düzen dışı bir hatta çekmek zorundayız.  Bu içeriden ve içerinin ideolojik donanımıyla değil, ancak dışarıdan düzenin her şeyini reddeden bir ideolojik basınç uygulayarak başarılabilir.

*****

Üstelik bu işler sosyalist mücadele tarihimizde 1847 yılında çözüldü zaten. Mark, Engels de dahil dönemin komünistleri, Komünist Liga’yı, yani Komünist Parti’yi düzene karşı mücadele için o yılın yazında kurdular. Komünist Manifesto Liga’nın programıdır.  Komünist Manifesto yaklaşmakta olduğu öngörülen işçi sınıfı kalkışmasına sosyalist devrim perspektifiyle, dışarıdan müdahale etmek üzere yazıldı. Dönemin komünistleri Bakunin, Proudhon gibi hareketi her şey sanan anarşist devrimcilerden kendilerini bu programla ayrıştırdılar. Düzeni değiştirmek hedefini hiçbir zaman belirsizleştirmediler.