Kürt Sorununda Yeni Aşama, AKP’nin Darmadağınık Hali, PYD, El Kaide, Somali

AKP’nin Kürt sorununu, “bu işi de biz çözeriz” boyutunda ele alışı 2007 seçimlerinin sonrasında oldu.

Süreç (o zamanki adı “demokratik açılım” idi) 2009 yılındaki Habur olayı ile kesintiye uğradı.

“Arap Baharı” denilen gelişmeler (1), ABD’nin bölgedeki büyük planları (2) ve AKP’nin “Yeni Osmanlıcılığı” (3) ortak bir siyasal zeminde buluşunca, bu kez 2011 yılı sonunda “barış süreci” denilen görüşmeler başladı.

Artık muhatap doğrudan Öcalan idi.

Sürecin içeriğinde ve Öcalan ile sağlanan mutabakatta, AKP açısından PKK’nin sınır dışına çekilmesi ve tümüyle silah bırakması beklentisi var iken, PKK Kürt kimliğini içerecek bir anayasal düzenleme ve ana dilde eğitim talebinde bulunuyor, bunları da “demokratik özerklik” dediği bir siyasi kapsam içine oturtuyordu.

Bu arada Öcalan, dört ülkeye dağılmış Kürtler’in ortak geleceği için, devlet eliyle ulaştırılmak üzere, Kandil’e, Avrupa’ya ve Barzani’ye mektuplar yazıyordu.

Söz konusu şey, güçler dengesinin belirlediği bir pazarlık ilişkisi olduğu için, sürecin kesintilerle ilerlemesi, hatta önemli kırılmalara uğraması beklenendir.

Bölgemizdeki siyasi koşulların değiştiği şimdilerde, sanki böyle bir zaman uğrağından geçiriyoruz gibi görünüyor.

* * *

Kürt hareketi açısından durum şöyledir:

Tam halk ayaklanmasının ortasında, 15-16 Haziran 2013’te, Diyarbakır’da Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı toplandı ve sonuç bildirisini Aysel Tuğluk okudu.

Bu Konferans, geçtiğimiz hafta içinde Erbil’de gerçekleştirilen, açılışını Barzani’nin yaptığı Kürt Ulusal Kongresi hazırlık toplantısının Türkiye ayağıydı. Bir ay içinde Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanacağı Erbil’de açıklanmış oldu.

Bu iki toplantının İran, Irak, Türkiye ve Suriye Kürtlerinin geleceği bakımından bağlayıcı olacağı ortada.

Aysel Tuğluk’un Kuzey Kürdistan toplantısı sonrasında okuduğu sonuç bildirisinin şu cümleleri çok önemliydi: “Kürdistan halkları kendi tercihleriyle statülerini (özerklik-federasyon-bağımsızlık gibi) belirleme hakkına sahip olduğunu, Kürdistan halklarının kendi kaderini tayin hakkının sadece Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması Konferansımızda ortaklaşılan bir ilkedir. Konferansımız Kürdistan’ın bir statüsü olmadan Kürt sorununun nihai olarak çözülemeyeceğini karar altına almıştır.”

Bütün bunlardan, Erbil toplantısı sonrasındaki açıklamalarla birlikte, anlaşılan şudur: Irak Kürdistan’ı kurulmuş ve bu oluşum en başından itibaren AKP ve ABD tarafından desteklenmiştir. Suriye’nin kuzeyinde özerk (ki PYD Öcalan’ın tanımıyla uyumlu biçimde “demokratik özerklik” kavramını kullanıyor) bir yapı kurulma aşamasındadır. İran Kürtlerini ilgilendiren herhangi bir somutluk şu an itibariyle söz konusu değildir. Türkiye’de ise Kürt hareketi “demokratik özerkliği” talep etmekte, “barış süreci” de buraya doğrudur.

Ve artık bir Kürdistan süreci somutlanmıştır. Kürdistan’ın dört bölgesi Ulusal Kongre’nin alacağı kararlarla eşgüdümlü hareket edecektir.

* * *

AKP açısından ise ortadaki bütünlüklü denklem şöyleydi: Suriye’de Esad’ın devrilmesi ve Türkiye Kürt hareketinin, kimi taleplerinin bir şekilde (ana dilde eğitim ve anayasaya Kürt kimliğinin içerilmesi üzerinden) karşılanarak, “Yeni Osmanlı” vizyonuna ikna edilmesi. Ana hedef, Barzani ve PKK-BDP çizgisinin bir bölgesel Sünni İslam rejimi projesine entegre edilerek, İsrail’le temas halindeki bir cephenin, İran-Rusya ve Irak merkezi yönetimi karşısında oluşturulmasıydı. BDP üst düzey yöneticilerinin “Yeni Osmanlıcılığa”, “Büyük Türkiye” kodlamasıyla tereddütsüz destek verdiklerini biliyoruz.

Böylece AKP Türkiye’si, büyük Kürt coğrafyası aracılığıyla, sınırlarını Irak ve Suriye içerisine doğru fiilen genişletme olanağını da bulacaktı.

AKP ile Öcalan vizyonlarının ortaklaşması böyle sağlanacaktı.

Ancak AKP’nin kafasındaki büyük planın en stratejik unsuru Esad’ın devrilmesiydi ve AKP açısından Esad başlangıçta kolay lokma olarak görünüyordu. İş yalnızca bu işe zaten hevesli cihadcı çetelerin silahlandırılmasına bakıyordu. Kürtler ise Esad’ın hesap sorulması gereken diktatörlüğü konusunda AKP ile hemfikirdi.

İşler beklendiği gibi gitmeyip, Esad halkın desteğini arkasına alarak, PYD güçlerini Kuzeyde serbest bırakınca, kuzey komşunun “demokratik özerk” Kürt devleti olarak şekillenmesi olasılığı gayet güçlü biçimde belirmiş oldu.

Bu, AKP’nin işin başında hayal bile edemeyeceği bir manzaraydı. AKP Kürtler ile mesai gerçekleştirmeyi ve güneye doğru genişlemeyi planlarken, uluslar arası gelişmeleri hesaplayamadığı için ofsayta düşmüş oldu.

PYD lideri Salih Müslim’in Türkiye’ye getirilmesindeki amacın PYD’ye ayar vermek olduğu açıksa da bunun ne kadar işe yarayacağı çok şüphelidir. Şimdi tabi ki “he” diyecek olan PYD, yarın, diğer bileşenlerle birlikte, duruma göre karar verecektir.

Acaba, AKP’nin Suriye’de birlikte iş yürüttüğü El Kaide’nin, tam Salih Müslim Türkiye’de devletle görüşüyorken, Somali büyükelçiliğine saldırması tesadüf müdür?

AKP’nin planları bu başlıkta da ayağına dolanmaktadır. “Demokratik özerkliğin” de, Kürt Konferansına giden gelişmelerin de önünü açan kendisidir. Ancak işin ucu ortak bir Kürt devletine doğru açıldığında, “barış süreci”nin AKP tabanında bile kabul görmemesi ve kendisine oy kaybettirmesi de yüksek olasılıktır.

Üstelik bu kez Habur’un sonrasındaki U dönüşünü bir kez daha yinelemesinin de olanağı bulunmamaktadır.