Kürt Sorununda Nereye?

Önce Öcalan aradan çekildiğini açıkladı. Sonra PKK mücadelede dördüncü aşamanın başlatıldığını söyledi ve bunu aktif savunma olarak tanımladı. Bundan böyle mücadele kent merkezlerindeki silahlı eylemler noktasına taşınacaktı. Hemen hemen aynı tarihlere Genelkurmay’ın sınır ötesini de kapsayan operasyonları denk geldi.

Bu tablo içinde en son Erdoğan’ın çıkışları izlendi. Anlaşılıyor ki, “açılım” konusundan eser kalmamıştır. BDP ile bütün ipler koparılıyor. “Terör” kelimesinde kodlanan anlam AKP’nin güncel siyasetinde ağırlık kazanıyor. Belki de yaklaşan seçim nedeniyle, asker cenazelerine yansıyan ve giderek artan, açıkça MHP tarafından beslenen ve MHP’yi besleyen tepkiyi dindirmek için AKP klasik resmi politikaya geri dönüyor.
Tablonun son hali, Cumartesi (19.6.2010) günü PKK’nın gerçekleştirdiği karakol saldırılarıyla belirginleşmişti.

* * *

PKK ile ordu arasındaki çatışmanın şiddeti bakımından yıllar öncesine geri dönüldü. Bundan sonra neler olacak, Kürt sorunu açısından denklem nasıl şekillenecek ?

Bu çatışmada ordunun ve PKK’nın birbirlerine karşı en azından kısa ve orta vadede üstünlük sağlama şansları bulunmuyor. Bu anlamda bir pat durumundan söz edilebilir. Pat durumunun ilk akla gelen nedenleri şunlardır: PKK bölgenin bilinen ekonomik, siyasal, coğrafi koşullarına bağlı olarak kesintisiz kadro toparlamayı başarabiliyor ve silah teçhizatı açısından donanımını sürekli kılabiliyor. Ordunun, düzensiz ordu kalıplarında savaşan bu güçle tam olarak başa çıkma olanağı yoktur.

Çatışmaların sürekliliği, evlatlarını kaybeden anaların barışçı duyarlılıklarını ortaya çıkarmıyor, milliyetçi ve faşizan tepkilere yerleşiklik kazandırıyor. En azından bir dönem Kürt partileri bu tür barışçıl, savaş karşıtı tepkilerin her iki tarafta da zemin bulacağı beklentisi içindeydiler. Türkiye’de bunun tutması olasılığı hiç yoktu, son dönemlerde bu olanaksızlık tam anlamıyla açığa çıkmıştır.

Çatışmaların sürmesi, tarafların söylemlerinden, ifade edilen saf duygulardan tamamen bağımsız olarak halklarımızı birbirinden uzaklaştıracak, modern üretim tarzının temel toplumsal gücü olan işçi sınıfını etnik temelde kutuplaştıracaktır.

Kutuplaşmanın sonu kaçınılmaz biçimde düşmanlıklar, memleketin ve işçi sınıfının bölünmesidir. Hatta zamanla her iki tarafın kimi bölmelerinden “bitsin bu iş”, “inceldiği yerden kopsun”, “verelim de kurtulalım” türünden tepkilerin gelişmesi ihtimali de yüksektir. Ancak ağırlıklı eğilim, “ezelim, yok edelim, geldikleri yere geri dönsünler, hesabını soralım” cümleleriyle anlam kazanacaktır. PKK’nın stratejisi belki birinci gruptaki anlamı egemen kılmak olacaktır. Ancak Batı yakasının tepkisi ikincisinde toparlanacaktır.

Bütün bunlar her iki tarafın sergilediği etnik siyasetin sonuçları olarak ortaya çıkacak kaçınılmaz sonuçlardır.

Bölünme sancısız, “verdim gitti”, “bize bu kadarı yeter” rahatlığıyla olmayacak, mutlaka bir iç savaş ortamını gerektirecektir. Bu ortam, milliyetçiliklerin doruk noktasına ulaştığı aşamada, esas olarak Türkiye’nin batıdaki metropol kentlerinde, yaşanacaktır. Çünkü bu illerin nüfusunun neredeyse yarısı Kürt’tür.

Kürt sorunu, mevcut karakteri nedeniyle, Türkiye’yi emperyalistlerin elinde oyuncak da etmektedir. O nedenle tarihi kırılma anı mutlaka emperyalistlerin kararını da gerektirecektir.

Bütün bunlar kötümser tahminler mi ? O halde yalnızca son örneğe, Kırgızistan’a, orada şimdi Özbeklere yapılanlara bakın.

Hiç kimse biz bunları istemiyoruz demesin. Resmi politikaların da Kürt siyasetinin de neden olacağı kaçınılmaz sonuç budur. Bu sonuç, işçi sınıfı ve çevre için her şeyin mikrosunu, desantralizesini, özelini seven Türkiye kapitalizmi açısından zorunluluktur.

* * *

Bu kötü kaderi ancak sınıf siyaseti, sınıfın eşitlik ve özgürlük için, burjuvaziye ve emperyalistlere karşı birlikte ayağa kalkması, birbirine tutunarak dikilmesi değiştirebilir.

Bu noktada, “Kürt hareketi kendi yapması gerekeni yapıyor, sosyalistler de kendi işlerini yapsınlar” denilemez.

Çünkü, Kürt hareketinin yaptığı her şey sınıf hareketini ezici bir karakter taşıyor. Örneğin KESK ağırlıklı olarak bu nedenle bit(iril)miştir. KESK neredeyse tamamen Kürt kimliği kazanmış ve batıda emekçi sınıf hareketi milliyetçi ve dinci sendikaların eline bırakılmıştır.

Bu asimetrik güç ilişkisi ortamında, sınıf siyasetinin kendisine alan açması son derece zordur ve bu durum sınıf siyasetinin kendi öznel hatalarıyla ilgili olmaktan çok, Türkiye’nin nesnelliğiyle ve etnik siyasetin her iki tarafça pompalanmasıyla ilişkilidir.

Kürt hareketi “yapması gerekeni yapıyor” olsa bile, yapılanların sorunun çözümü açısından işe yaramadığı ortadadır. Eğer tercih edilen taktik silahlı mücadele ise, PKK’nın bugün silahlı mücadele verdiği güç ordu değil Türk milletidir. Süreç ordu ile milletin konsolidasyonuyla sonuçlanmıştır. O nedenle bu mücadelenin bölünme olmaksızın “başarıya” ulaşma şansı yoktur. Eğer buna başarı denilecekse.