Kürt sorunu: 'Çözüm'den kaosa

En başından beri, Kürt sorununun çözümünde AKP’nin elinden hiçbir şey gelmeyeceğini yazıyoruz. Yapabildiği en fazlasından göz boyayan bir şovdur.

Çözüm derken, Kürt sorununun sınıfsal anlamda çözülmesini; üretim araçlarının kamulaştırılmasını; çetelerden, suikastlardan, kontrgerilla faaliyetlerinden kurtulmak bakımından ön koşul olan antiemperyalist bir dış politikayı; sınıfın iktidarını, yönetime katılımını; akla düşman, işbirlikçi dini siyasallaşmanın yok edilmesini ve bütün bunlar için sosyalist bir düzeni anlıyor ve kastediyoruz.

Ancak burada, “AKP Kürt sorununda çözümsüzdür” derken ifade ettiğimiz gerçeklik, bu partinin düzen içi kanallarda bile hiçbir şey yapamayacağıdır.

Barış mı ? Olmaz. Özerklik mi ? Veremez. Silahların susması mı ? İçerisi silahlı cihadçı dolu. Ana dilde eğitim mi ? Hayal ? Düzen içinde konuşulan ve bunlardan fazla olan başka ne var ? Yok, varsa da ekleyin, sonuç değişmez, çıkacak olan çözümsüzlüktür.

Değişik isimlerle anılan görüşmeler, süreçler ne zaman başladı ? İzleyin, değerlendirin, bugün nasıl bir noktadayız, bunca 10 yıldır hangi başlıkta tırnak ucu kadar gelişme olmuş, suikastlar, katliamlar, operasyonlar kaç gün kesilmiş, araştırın, bulamazsınız. Bu kilitlenme, çözümsüzlük konusundaki varsayımımızın, doğrulanması olarak okunmalıdır ve aksini iddia edebilmek için ayakları yere basan hipotezler kurulmalıdır.

Neden böyle ?

Çünkü Türkiye kapitalizmi açmazın tam göbeğinde. Bu, kuruluşundan itibaren emperyalizmin çevresine yerleşmiş olmasıyla ilişkili. Yoksulluklar, eşitsizlikler, az gelişmişlikler, bölgesel farklılıklar, kalkınamama, sanayileşememe, tarımını bile koruyamama, mevsimlik-göçer işçilikler, Türk kimliğinin, İslamcı bir ideolojiyle yoğrulmuş vaziyette toplumsal inşanın harcı olarak kullanılması, hepsi buradan kaynaklanıyor.

Emperyalizmin çeperine, Türk-İslamcı bir ulus devlet inşasıyla tutunmak, işin en başında Kürt sorununu çözümsüz kıldı. O noktada yapılacak olan, Kürt kimliğini ilk elde yok etmekti. Başka çareleri yoktu. Sonraki ara formüller bu başarılamadıkça gündeme gelmiştir. Yok edemediler, sonra yok sayarak Kürt illerini gözden çıkardılar, unuttular, yatırım götürmediler, yine olmadı yeniden yok etmeye çalıştılar, yine olmayınca fasılalı olarak yok etme ve sisteme entegre etme amaçlı düzenlemeler geldi.

Ortaya ne koyabilecekler, görüşme masasından başka ? Kürt hareketi, zaman içinde hedefini, ana dilde eğitim ve AB Yerel Yönetimler Şartı’na kadar daraltmış olsa bile, ellerinde ne var ?

Olmaz. Ana dilde eğitim de, yerelleşme de Türkiye’nin kuruluş paradigmasındaki çivilerin tamamen yerinden çıkması, ülkenin kontrolsüz biçimde dağılması sonucunu verir, istikamet orası zaten. Ama sorun bir yandan da kendisini dayatıyor. Bir şeyler yapılmasını gerektiriyor. Artık hiçbir iktidar için kaçış yok. Sosyoekonomik formasyonun yapısı ise, düzen aktörlerinin kaçışını, retoriğe sarılmalarını zorunlu kılıyor.

AKP, daha 2002 yılında Türkiye’nin el atılmamış sorunlarını çözmek üzere işe başladığını belirtirken listenin başına Kürt sorununu yazıyor ve kanayan bu yaraya merhem olacağını iddia ediyordu.

Göz boyamaydı. Nesnellik bu dinci partinin de adım atmasına olanak tanımazdı. Nitekim zaman içinde anlaşıldı ki “çözüm” denilen şey İslam’mış.  

AKP çözümsüzlüğü kısa sürede pratik içinde idrak etti. O noktadan sonra da emme basma tulumba misali savaş/”barış” gerilimini, kendisini iktidarda tutacak özel bir strateji olarak kullanmaya başladı. “Barış” Kürtlerden, savaş ise milliyetçi tabandan oy almaya yarıyor, bu salınımlı strateji Türkiye sınıf hareketini bölerek kötürümleştiriyor, dolayısıyla iktidar garanti ediliyordu.

Ama bu çözüm değildir.

Suriye’deki gelişmeler, Kürt sorununu uluslar arası bir konu haline getirince, Irak ve Suriye Kürt devletleşmeleri Türkiye Kürt sorununda emperyalizmin inisiyatifini artırınca, AKP Suriye denkleminde boşa düşünce, savaşa sarılmaktan ve Kürt savaşını hem Kürtlere hem de emperyalistlere karşı bir koz olarak kullanmaktan başka çare kalmadı, savaş baş çare olarak devreye sürüldü.

Savaş kontrgerilla taktikleri demektir. Artık içeride bu işin taşeronluğunu yapacak çeşitli cihadist yapı da mevcuttur. Diyarbakır baro başkanının öldürülmesi bu tıkanmışlığın, kaosun, yönetememe halinin bir vukuatıdır. Suikastın sorumlusu şüphesiz AKP’dir.

AKP Kürt sorununda çözümsüzlüğe mahkumdur. Çözümsüzlük çete faaliyetlerini, suikastları gerektiren mayınlı bir yola mahkumiyettir.