Kriz “Marksist”leri İLKER BELEK

Kimler Marks'ı hatırlamadı ki ? Altanlar, Serdar Turgut, Taha Akyol, Fuat Keyman .... Krizin emperyalist dünya sisteminin merkezinden başlaması, banka ve şirket iflasları, birkaç hafta içinde buharlaşan trilyonlarca dolarlık sermaye, sarsıntının domino etkisi denilen tarzda bütün dünyaya yayılması Marks'ın burjuva yazınında kaydettiği yükselişin nedenlerinden bazıları.

Marks Komünist Manifesto'ya Avrupa'da dolaşan komünizm hayaletinden söz ederek başlamıştı. Şimdi Marksizm sermayeye korku salıyor.

Ancak, çoğu solcu eskisi olanların yaptıkları, yalnızca ekonomik Marks okumasıdır. Hatırlanan daha çok Kapital'dir. Alman İdeolojisi evrimci bir perspektifle algılanmaktadır. Kapitalizm açısından fazla tahripkar olmayan bir Marksizm yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu Marksizm kapitalizmin krizli yapısını yaratıcı bir biçimde görmekte ve örneğin Taha Akyol'un yaklaşımında, Schumpeter'in yaratıcı yıkıcılık kavramıyla gayet iyi biçimde sentez oluşturmaktadır.

Oysa Marksizm çok açık biçimde devrimcidir. Marks ve Engels'in ilk önemli yapıtları arasında yer alan ve Avrupa'nın Komünist Birliği için yazılmış olan Komünist Manifesto'da burjuvazinin mülksüzleştirilmesinden, sermayenin devletleştirilmesinden, iktidarın proletaryanın elinde merkezileştirilmesinden söz edilmiş olması bunun kanıtıdır.

Marksizm, kapitalizmi, çıkarları uzlaşmaz sınıflardan oluşan bir sosyoekonomik formasyon, iktidarı da bir sınıfın diktatörlüğü olarak kavrar. Marks ve Engels'in 1850 sonrasında ve özellikle de Paris Komünü'nden sonra proletarya diktatörlüğü kavramını kullandıkları görülür. Kapitalizm burjuva sınıfının, sosyalizm ise proletaryanın diktatörlüğüdür. Siyaset dışı bir Marks arayışı burjuva bir maniplasyondur.

Sınıflar sınıfsal çıkarlarını iktidarı elinden aldıkları diğer sınıfa kabul ettirebilmek için kendi diktatörlüklerini tesis ederler. Burjuvazinin diktatörlüğü bir çoğunluk üzerinde kurulduğu ve çoğunluğun ürettiği toplumsal zenginliklere el koymayı hedeflediği için kelimenin gündelik anlamında da tam bir diktatörlüktür. Proletaryanın diktatörlüğü ise üretim araçlarını ve bütün değerleri emekçi sınıflar için toplumsallaştırmayı hedeflediği için, eski sömürücü sınıflar üzerinde bir diktatörlük anlamı taşısa da gerçek anlamda bir demokrasidir.

Daha sonradan Lenin'in Devlet ve Devrim'de analiz ettiği gibi, proletarya diktatörlüğü, emperyalist dünya sistemi varlığını koruduğu sürece, sosyalizmin vazgeçilmez biçimi ve komünizme geçişin ara aşaması olacaktır.

Lenin'in Devlet ve Devrim'de Marks'ın proletarya diktatörlüğü kavramını geliştirmeye yönelik açılımları ve bunu yaparken de Marks ve Engels'ten yaptığı uzun alıntılar bile, Marks-Engels'teki kapitalizme yönelik devrimci karşıtlık ve şiddet ile Lenin'deki iktidar somutluğu arasında tam bir süreklilik olduğunu gösterir.

Marks ve Engels işçi sınıfındaki siyasallaşma düzeyinin, kendiliğinden sınıf hareketinin gerisinde kaldığı bir dönemde yaşamışlar ve bütün eserlerini de aynı dönemde vermişlerdi. Buna rağmen Kapital'de ekonomik düzlemde analiz edilen kapitalizme karşı önerdikleri şey işçi sınıfının diktatoryal iktidarıydı. Yalnızca bu bile Marksizm'in entelektüel bir meze durumuna getirilmesine izin vermez.

Marksizm'in devrimci siyasal karakteri, O'na işçi sınıfının siyasal rehberi olma olanağını verir. İşte Lenin ile Marks arasındaki bağlantı da buradadır. Marksizm siyasal bir rehber olduğu içindir ki doğru tanım Marksizm-Leninizm'dir. Birisi olmadan ötekinin kavranması olanaklı değildir. O nedenle Marks'ı daha iyi anlamak için, okumayı bir de tersinden yapmakta, Lenin'den başlayarak Marks'a doğru gitmekte yarar vardır. Marks Lenin'in alt yapısı ise, Lenin de Marks'ın tamamlayıcısıdır.

Kriz "Marksist"leri'nin yaptığı Komünist Manifesto'yu, Fransa'da Sınıf Mücadeleleri'ni, Fransa'da İç Savaş'ı, Marks'ın Weydemeyer'e mektubunu, Paris Komünü Üzerine'yi ve Lenin'i yok sayan bir Marks anlayışıdır. Onların baş tacı esas olarak Kautsky'nin dönek halidir.