KESK konusu

Bu yazımda, KESK konusunda, önceki üç yazıma bu konuda gelen okur yorumlarını da dikkate alarak bir değerlendirme yapacağım. Yazının sonunda konfederasyonların ve sendikaların üye sayılarının yıllara göre durumuna ilişkin iki tane de tablo sunuyorum. Geçen hafta konfederasyonların 2010 yılı üye sayıları Resmi Gazete’de yayımlandı.

* * *

Türkiye’de kamu emekçileri sendikal hareketini başlatan KESK’tir. Uzun ve meşakkatli bir mücadele sonunda başarıya ulaşılmış ve egemenler nihayet Ecevit hükümeti döneminde sendika yasasını çıkarmak zorunda kalmışlardır. O döneme kadar KESK aktivistleri, sadece sendika ile uğraştıkları için, bugün sendikacılık yaptığını zanneden diğer konfederasyonların çizgidaşlarınca PKK’lı, terörist, bölücü, aklınıza ne gelirse, gibi sıfatlarla karalandılar, sendikal çalışma da bölücülük, teröristlik olarak nitelendi. Soruşturmalar, sürgünler, idari cezalar, tehditler, gaz bombaları, coplar, gözaltılar, tutuklanmalar, vb hepimizin yaşadıklarıdır. Baktılar ki engelleyemiyorlar, bu kez sahte sendikalarla mücadelenin içini boşaltmayı hedeflediler.

AKP iktidara geldiğinde Memur-Sen neredeyse yoktu. KESK 300 bin üyesiyle ikinci konfederasyondu. Şimdi üç büyüğün içinde Memur-Sen birinci, KESK sonuncu sırada ve üye kaybediyor.

* * *

Bu gelişmenin en önemli nedenlerinden birisi tabi ki iktidarın olmadık yöntemleri kullanmasıdır. MHP iktidardayken de Kamu-Sen lehine benzer yöntemler geçerliydi. En önemli kadrolaşma sağlık iş kolunda ve burada yaşananların tam içindeyim: SES üyelerinin istifaya zorlanması, tehditler, KESK dışındaki sendikalara üyelik için aba altından sopa göstermeler, yönetimle anlaşmalar, tayinlerin sendika üyeliğine ve sendikanın onayına bağlanması, yandaş sendikaya üye olmayanların sürekli geçici görevlendirilmesi, vb.

Ama, bunlar olacak. İşlerini yapıyorlar. KESK’teki düşüşü buna bağlayarak açıklamak, doğru bir veriden kalksa bile, önemli derecede yanlış olur. Mücadele perspektifini bırakmak anlamına gelir. KESK genel sekreteri Emirali Şimşek “AKP’nin rüzgarı ile gelen AKP ile gider” demiş. Doğru, ancak, kısmen. Çünkü, öyle görünüyor ki Memur-Sen’in yerine gelen bu kez Türkiye Kamu-Sen olur. Çünkü mesele yalnızca yandaş sendikaların iktidarla birlikte sergiledikleri havuç-sopa politikaları değil. Bunu göremezsek KESK’in düşüşüne neden olan faktörleri anlayamayız bile.

* * *

Esnek üretim ve esnek istihdam modelleri kamudaki sendikalaşma eğilimleriyle (bir okurun yorumunda çağrıştırdığının tersine) tamamen ilgisiz. Çünkü memur statüsündeki kamu emekçileri halen esnek üretimin dışındalar. Üstelik 2002 yılında 1.272.267 olan toplam memur sayısı, 2010 yılında 1.767.737’ye çıktı.

KESK’in düşüşü açısından çok önemli bir faktör KESK’in kendisidir. KESK’in kendisinde sorunlar olduğu için, KESK sorunları ele alırken, kendi dışındakilerden önce kendi içindekilerle ilgilenmelidir. Bu noktada konu iki düzlemde ele alınabilir: Örgütsel ve ideolojik-siyasal.

* * *

KESK örgütsel olarak tarihinin en kötü dönemini yaşıyor ve maalesef bu bakımdan dibe ulaşıldığına ilişkin herhangi bir emare de bulunmuyor. En kitlesel hareketleri halen KESK’in gerçekleştirdiğini söylemek (ki öyledir) hiçbir işe yaramaz, yaramıyor. Nitekim 2010’un en önemli eylemleri arasında 4 Şubat ve 26 Mayıs’ı sayabiliriz. Ancak bu eylemlere gerçekten başarılı denebilir mi ? Bunlar, yalnızca 2010’un en önemli sınıf hareketi oldukları için başarılı kabul edilemezler. Bunlar başarılı kabul edilirlerse emekçi hareketinin bitişi de onaylanmış olur.

Mevcut gerçekliğin şöyle olduğunu kabul etmek ve üzerine düşünmek zorundayız:

Sendikanın üyeleriyle ilişkisi yok, üyeler temsilci ve delege seçimlerine gelmiyorlar, seçilmek için aday bulunamıyor, seçilenler iş yapmıyor. Büyük illerdeki az sayıda büyük işyerleri dışında herhangi bir örgütsel faaliyetin yürütüldüğünü görmek olanaklı değil.

Bir biçimde bu noktaya gerilendi. Bunda, değişik siyasi grupların, KESK’e ve sendikal mücadeleye yönelik perspektif farklılığının belirleyici önemi oldu. Sendika, bu gruplar tarafından, siyasi hareketin kitleyle temas sağlayacağı bir uzantı noktası olarak ya da sendika üzerinden daha yukarıdaki siyasal argümanların, taleplerin dile getirileceği, meşrulaştırılacağı bir mekan olarak, bu kadar kaba biçimde değerlendirildi. “Volan kayışı” formülü böyle anlaşıldı. “Koltuk kapma” yarışı, çalışmayacak, kendi içinde anlaşamayacak yönetim bileşimlerini ortaya çıkardı.

Yapılması gereken, en aktif unsurları bir araya getirmek ve emek hareketini, hak arama mücadelesinde daha ileri noktaya taşımaktır. Esas emek siyaseti budur. Sendika hangi kimlikten olursa olsun emekçilerin ekonomik ve sosyal sorunları için mücadele edecek örgüttür. Ortada, daha, çalışan temsilciler ve delegeler heyeti bile yoksa, yeniden kuruluşa ihtiyaç var demektir.

* * *

Sendika emekçilerin sorunlarıyla ilgili olarak mücadele eder, tamam. Ancak bu sorunlar, düzen sendikalarının ve ideologlarının iddia ettiği gibi steril bir ortamda, salt mesleki, sektörel ya da işyeri ölçekli olarak ortaya çıkmaz. Emekçilerin sorunlarını yaratan kapitalist üretim ilişkileridir. Emekçilerin sorunu artı değer sömürüsü gerçekliğidir.

O nedenle sendikanın hiçbir belirsizliğe düşmeksizin antikapitalist bir çizgisi olmalıdır. Burada hüner gerektiren nokta, yaşanan sorunlarla kapitalizmin, piyasa ekonomisinin, Türkiye’nin dışa bağımlılığının, ekonomik olarak çökertilmişliğinin ve çözümle de sosyalizmin, kamuculuğun, bağımsızlığın, kalkınmacılığın, gündelik yaşamın somutluğuyla ilişkilendirilebilmesi, anlamlandırılabilmesidir. Bu açıkça ideolojik bir çalışmadır. Üstelik bu faaliyetin aktif bir mücadele zemininde sürdürülmesi de zorunludur. KESK’in mücadele etmeden, kazanmadan ayakta kalması, örgütlenmesi ve dünya görüşünü aktarması olanağı bulunmuyor. Ancak dünya görüşüne sıkı bağlılık olmadan da mücadele edilemiyor.

KESK’in bu bakımdan hem niyet hem de niyetin olduğu noktada beceri yetersizliği taşıdığını düşünüyorum. Bir kere bu konuda önemli bir zaaf, KESK’in en önemli bazı bileşenlerinin (Kürt dinamiği ve bir dönem ÖDP tarafı) Avrupa Birlikçiliğidir. Bu nokta KESK’i yukarıda tanımladığım antikapitalist ve sosyalist çizgiden sürekli uzak tuttu-tutuyor. KESK bunun yerine “demokrasi” talep ve çizgisini öne çıkarıyor. AB, demokratikleşmede ulaşılması gereken nihai aşama olarak bile nitelenebiliyor.

Üstelik bu yetmezmiş gibi, bir de son yıllarda, hissedilir biçimde işe etnik bakış girmeye başladı.

Sendika sınıf örgütüdür, onun dünya görüşü, ideolojisi, siyaseti sınıf bakış açısıyla şekillenmek zorundadır. Kürt sorunuyla ilgili olarak ise, kendisini ancak (o da sınıf perspektifiyle ele alınmak kaydıyla) barış ve insan hakları dolayımı üzerinden ilişkilendirebilir. KESK Türkiye’de hangi kimlikten emekçiler varsa tabi ki onları örgütleyecek, onların örgütü olacaktır. Ancak sınıf kimliği dışında herhangi bir görüntü vermeye başladığında işin şakulü kayıyor demektir. KESK’teki sorun ideolojiktir. Söylediğim budur. KESK’e Kürt’lerin üye olmasıyla bu ideolojik sorunun hiçbir ilişkisi yoktur.

Somutlayayım: KESK başkanının Kandil ve Mahmur’dan gelenleri karşılamak üzere sınıra gitmesi, bana göre, sınıf dışı zemine kaymanın en dikkat çeken örneklerinden birisidir. Çünkü, olay tamamen siyasaldır. Olayın öncesindeki, sırasındaki ve hepimizin gördüğü gibi sonrasındaki gelişmeler hakkında KESK’i besleyen soldaki siyasal yapılar arasında bile bir görüş ve değerlendirme ortaklığı yoktur ve olay insan hakları, demokrasi, barış gibi genel insani motifler çerçevesine sığdırılabilecek nitelikte değildir. Sınıra, bu projenin Kürt sorununu çözeceğine inanan siyasal partiler, değişik siyasi sivil örgütler gidebilir. Kendi bilecekleri iştir. Siyasal tercihlerinin gereğidir. Sınıra gitmek Kürt sorununun çözümüyle ilgili olarak ilk kez ABD’de dillendirilmiş, AKP’nin somutladığı, ABD’nin de desteklediği siyasi bir projeye destek olmak, o projeden bir şeyler ummak anlamına gelir. KESK başkanı gittiğinde de, tavrı, Türkiye’nin bu ortamında, tamamen siyasal bir düzlemde kayda alınır, değerlendirilir. KESK sınıf mücadelesinin dışında parametrelerle kodlanır ve sonrasında bu kodlamayla yine tamamen sınıf ekseninin dışında uğraşmak zorunda kalır. Bu siyasal tavır KESK’in daha öncesinde sergilediği her tür sınıfsal tutumunu (en azından) ezer. Nitekim öyle oldu ve son dönemde KESK’teki üye kayıplarının, soğumanın en önemli nedeni budur.