İyi ki varsın Tayyip, hep böyle kal

Kadınları eve kapatmaya, çocuk doğurmakla görevlendirmeye, erkeğin kölesi yapmaya çalışıyor.

İslami bir rejim kuruyor, başkanlığını ilan ediyor.

Kürt partisinin temsilcilerini meclisten ve içeriye atmak için, ana muhalefet partisinin “anayasaya aykırı ama” diyerek desteklediği bir zemin yaratıyor.

Komşu bir ülkenin devlet başkanını devirmek için işler çeviriyor, ABD’yi kara harekatına ikna etmek üzere yine bir komşu ülkenin uçağını düşürüyor.

Devletin bütün kurumlarının yönetimine el koyuyor.

Eleştirilere dava açıyor, gazetecileri, yazarları içeriye tıktırıyor. Ne söylerse hayata geçirilsin, hiç itiraz edilmesin istiyor.

Bunları yapmak mecburiyetinde olduğu için yapıyor.

Bu kadar sertlik halk sınıflarında tepki potansiyeli ürettiği için yakın çevresinden uyarılar geliyor. Ancak mecburiyetleri, bu uyarıları dinlemeyi değil, uyaranları harcama mecburiyetini dayatıyor.

İslamcılık ve kendisine “ben BOP’un eş başkanıyım” dedirten Amerikancılık başlangıçta uyumlu stratejiler gibi gözükseler de olmuyor. Eş başkanlık, başkan ile uyumlu çalışmayı gerekli kılarken, sınır tanımayan İslamcılık ve bölgenin lideri olmak yönündeki kof hevesler işlerin sarpa sarmasına yol açıyor.

Artık dünyanın önemli ülkelerinin hepsiyle kavgalıdır. Kendisini korumak için mutlaka başkanlıkta kalmalı, başkanlık için koruma reflekslerini olabildiğince canlı tutmalıdır. Bu gerilim İslami referanslara en radikal biçimde sarılmasının nedenidir.

İşçi sınıfına saldırıyla, Kürt sorununun kaosa terk edilmesiyle, Türkiye’nin etnik ve mezhebi savaşların içine taşınmasıyla, O artık, Türkiye kapitalizminin, Amerikan emperyalizminin, dinciliğin, sıradan bir Ortadoğu ülkesinin, kendisinde cisimleştiği öznedir.

Türkiye’yle ilgili bütün kudret de, bütün riskler de, bütün olasılıklar da, devlet de, hükümet de, muhalefet de, başbakan da , İslam da O’dur.

Türkiye şimdiye kadar hiç bu kadar kötü ve öngörüsüz yönetilmemiştir. Türkiye şimdiye kadar hiç bu kadar zayıf bir yönetim görmemiştir. Türkiye’de devlet hiç bu kadar politize edilmemiştir. Türkiye parçalanmaya, savaşa, düşmanlıklara hiç bu kadar açık olmamıştır. Ve artık Türkiye’de yönetim O’dur.

Bunları herkes bilmekte, Türkiye’nin gücü ABD’nin Rakka-Membiç operasyonlarında, Rusya’nın ambargosunda ve Türkiye’yi savaş suçlusu ilan etmesinde, Almanya’nın soykırım kararında belli olmaktadır.

Türkiye’yi bir iç savaşla parçalamak, işçi sınıfını yok etmek, Kürt sorununu bölgesel hesaplarının sürükleyici faktörü olarak kullanmak, İncirlik’te daha fazla üslenmek isteyenler için Türkiye’yi destabilize edecek en işlevsel aktördür.

Ancak başka bir dünya için mücadele edenlerin dikkat etmesi gereken gerçeklik, Erdoğan’ın aydınlanmacı, bilimden, akıldan yana, savaş karşıtı, eşitlikçi toplumsal tepkilerin birikmesine, mayalanmasına özel olarak hizmet ediyor olmasıdır.

Toplumun duyarlılıklarına, temel insan haklarına o denli aykırı bir noktadan konuşmaktadır ki, bunun halkta yansımaması olanaksızdır.

Görmemiz gereken gerçeklik budur. Türkiye’de hiçbir siyasi özne solun işine bu denli yarayacak işler yapmamıştır.

Sosyalist mücadelenin zemin bulması için işlev görmektedir, mecburen.

Solun yapması gereken, “O olmasın da kim olursa olsun” seçeneğini geçersizleştirecek, bütün düzeni hedefleyecek bir perspektifle olanağı değerlendirmektir.

Sızlanmayalım, oyalanmayalım, sosyalist mücadeleyi örgütleyelim.