Herkes kendi gözlüğüyle bakınca AKP’nin önü açılıyor

Türkiye’nin en önemli gündemlerinden birisi Kürt sorunu. Eskiden beri iktidarlar Kürtleri yok saymak ve etmek konusunda birbirleriyle yarışıyorlar.

Kürt hareketi bir güç olarak kendisini kabul ettirdikten sonra ise sorunu çözmek yönündeki beyanları, en azından bir süre, yönetenlerin ortak noktasını oluşturuyor.

Böyle de… Sorun çok derinlerdeki iktisadi-siyasal nesnellikten kökenlendiği için yol almaları olanaklı olmuyor, “çözüm” beyanı bir manipülasyon aracı olarak kalıyor ve izleyen dönemde de özellikle manipülasyon amaçlı kullanılıyor.

Ancak aynı bakış körlüğünün Kürt hareketinde de mevcut olduğunu görmek gerekiyor.

Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde iktidarlarla pazarlık yapmak, iktidar bloğunun arasında beliren yerel ve/ya da uluslararası çatlaklara oynamak, iktidarın kabul edebileceği varsayımıyla kimi kısmi, kısa erimli, düzen içi önerilerde bulunmak ve bu öneriler üzerinden ilişkileri kasmak, hepsinden önemlisi Türkiye işçi sınıfının sorun ve gereksinimlerini görmezden gelmek hiç işe yaramaz, yaramıyor.

Aynı nesnelliğin kısıtlayıcı, belirleyici yapısı nedeniyle.

Kürt hareketi askeri yöntemlerle kendi göbeğini kesebilecek güce sahip değildir ve olma ihtimali de bulunmuyor. En fazlasından bir pat durumu yaratabilir, şimdi uzun süredir ortam böyledir. Ancak pat durumu Kürt hareketinin kısmi kazanımlar elde etmesinden daha çok düzenin kendisini konsolide etmesine yarıyor. Hatta, düzen pat durumundan besleniyor. Savaşın süreklileşmesi, sınıf dinamiklerinin köreltilmesi, milliyetçi-dinci ideolojik bir bilinç ve eylem biçiminin sınıfa yedirilmesi amacıyla kullanılıyor.

Aslında açlık grevlerini de bu zeminde değerlendirmek gerekiyordu. Dağdaki binlerce gerillaya, Meclis’teki onlarca vekile rağmen eğer tutsaklar bedenleri üzerinden siyaset yapmaya başlamışlarsa ve bu eylem bir mecburiyet olarak ifade ediliyorsa ortada büyük bir tersliğin olduğu açıktır.
Üstelik açlık grevinin gerekçelerinden birisinin (ana dilde eğitim) düzen tarafından kabul edilebilirliği de yoktu. Diğer ikisi ise bu bedeli almaya değer mi sorusunu akla getiriyordu. Öcalan’a İmralı’daki tecrit koşullarından başka bir şansın tanınmayacağı da açıktı.

Dağdaki silahlı gücüyle AKP gözü dönmüşlüğünü dize getiremeyenlerin, ölerek bunu sağlayabileceklerini düşünmeleri garipti.

Açlık grevleri Kürt hareketinin kendisini konsolide eder. Alan hakimiyeti amacıyla başlatılan yaz saldırısının başarıya ulaşamamış olmasının örgüte yönelik böyle bir iç hamleyi gerekli kılmış olması da olasıdır.

Ancak milliyetçiliğin bu denli belirginleştiği bir ortamda Türk tarafının açlık grevine ve grevcilerine insani duygularla yaklaşmayacağı ortadaydı.

Bu ölümcül içe kapanışın, herhangi bir muhasebe yapılmadan, Öcalan’ın açıklamasıyla sonlandırılmış olması, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için de, Kürt hareketini aşan bir emekçi cephesine olan gereksinimin yaşamsallığını kanıtlıyor.

* * *

Cumhuriyetçi kesim ise, esas olarak CHP tarafından temsil edildiği kabulüyle, halen ne dediği anlaşılmayan bir çizgide seyrediyor.

Cumhuriyete sahip çıkmak… Hangisine, cumhuriyet ne, 90 yıl boyunca herhangi bir önemli değişime uğradı mı, eğer böyle ise Cumhuriyetçiler açısından bu kırılma noktalarının bir değeri var mı, vazgeçilmez olduğu belirtilen laiklik, halkçılık, devrimcilik gibi değerlerden ne anlaşılıyor?

Bu soruların yanıt arayışlarına yönelmeyen Cumhuriyetçiliğin yol da alamayacağı o kadar açık ki! Bu kesimin yenilmişliği, hayal kırıklıkları, ümitsizlikleri, atıllığı, neyi istemediğini bilse bile neyi istediği konusundaki belirsizliği, aslında kader ortaklığı içinde bulunduğu gecekondu emekçileriyle bir türlü temas yüzeyi kuramaması, bu çaresizlikler, bu tükenmişlikler, bu belli günlere denk gelen garip iç geçirmeler, hepsi bu cesaretsizlikten, yetersizlikten kaynaklanıyor.

Cumhuriyetçi kesim nereye kadar içine kapanacak ? Nereye kadar Kürtleri görmezden gelecek, işçi sınıfının marjinal kesimlerinin muhafazakar gerçekliğini yok sayacak ve hangi dinamikler, eğer hala kaldıysa, aydınlanmacı gücünü bu kesimlerin birikmekte olan öfkesiyle buluşturma çabasını tetikleyecek?

Cumhuriyet paradigması kendi ontolojik yetersizlikleriyle malul olduğu için bu soruların hiç birisine olumlu yanıt çıkmıyor.

Nasıl ki Kürt hareketi her yaptığıyla emekçi sınıf hareketi önüne yapısal engeller çıkarıyorsa, Cumhuriyetçi hareket de siyasi ontolojisi gereği kendi içine kapanmaya mahkum bir tarz sergiliyor.

* * *

29 Ekim’de şöyle ironiye tanık olduk: CHP heyeti Ulus’taki olayları ve “sivil” eylemlere karşı hükümetin yasakçı tutumunu gerekçe göstererek Çankaya’daki kutlamalara katılmazken, Çankaya’ya çıkması hiç de görülmüş olmayan BDP heyeti, tutsakların açlık grevinin ilerlemiş olduğu günlerde önemli bir temsiliyetle Gül’ün davetine icabet etmekte bir sakınca görmedi.

İşte Türkiye’yi kendi gündemiyle okumak budur.

Bu iki büyük AKP muhalifi cephenin yetersizliği ve Türkiye’nin devrimci geleceğine ipotek koyan karakteri böyle ortaya çıkıyor.

* * *

Bu kadar da değil.

Bu iki kesim, kendi içlerinde barındırdıkları haklı değer ve talepleri bambaşka bir bağlamda yeniden değerlendirerek aşmaya çalışan sosyalistlere de demedik laf bırakmayarak bu ipotek koyma eylemini sürdürüyorlar.

Kürt halkının haklı taleplerini sahiplenerek, halkların kardeşçe yaşamasının nesnel zemininin kamucu, eşitlikçi bir ekonomide olduğunu savunanlara karşı Mustafa Kemal’in askerlerinin yakıştırması “bölücülük” ve “PeKeKe kuyrukçuluğu” oluyor. Buna ilaveten, Cumhuriyetin aydınlanmacı ve kamucu değerlerine sahip çıkmanın hem işçi sınıfı hareketinin hem de Kürt hareketinin üzerinde yaşam bulacağı yegane zemin olduğunu belirlemek de Kürtler tarafından “faşistlik” olarak yaftalanıyor.

* * *

Böyledir ve maalesef başka türlüsünü yapamıyorlar.

Bu karakter Türkiye topraklarının en büyük zaafı ve körlüğüdür.

Bu zafiyet içeriden hamlelerle çözülemez.

Dışarıdan müdahale gerekiyor. Farklı bir bağlamdan, işçi sınıfının toplumsal tarihsel çıkarlarını, Kürt halk sınıflarının temel sosyal, ekonomik ve siyasal talep ve gereksinimlerini, bu toprakların tarihsel kazanımlarının sağladığı birikimle birlikte harmanlayarak aşacak sosyalist bir müdahale.

Eksik olduğu süre ve kadar Türkiye kaybedecek, iktidar bloğu yol alacak demektir. Şimdiye kadar olduğu gibi.