Hep şeriatçıydılar

Şeriat İslam’daki yaşama dair kuralları, İslami yaşam biçimini ifade ediyor. İslam’ın hukuku, yaşam pratiği anlamına geliyor. Örneğin Maide 48 diyor ki: “Allahın gönderdiği ile hükmet… ey ümmetler her birinize bir şeriat ve bir yol verdik.”

Lafı uzatmaya gerek yok: İslamcıların şeriattan başka seçeneği bulunmuyor. Şeriat zaten kitaplarının kuralı anlamına geliyor. Şeriatı reddetmeleri imandan çıkmaları, kitabı reddetmeleri olur.

Nitekim en başından beri Erdoğan bu konuda gayet samimiydi. Daha 1993 yılında “hem Müslüman hem laik olunmaz, ya Müslüman ya laik olacaksın” derken içindekini açık biçimde dışa vuruyordu.

1997 yılında Siirt’te okuyup 10 ay hapis yattığı, beş yıl siyaset yasağı aldığı şiirde şöyle demişti: “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker, bu ilahi ordu dinimi bekler, Allahu ekber.” Ne diyor: Allah her şeyden üstündür ve biz bu yolun askeriyiz. Şeriat için daha açık bir çağrı olabilir mi?

Keza 2008 yılının başında, “velev ki siyasi simge” diyerek türban konusundaki niyetlerini de aynı netlikle ortaya koyuyordu. Türban siyasiydi. Siyasi bir amaç uğruna takıyorlardı. Daha da önemlisi herkesi o yola (şeriata) sokmak için çalışıyorlardı.

Başka türlüsü olamazdı. İslam başka türlüsüne izin vermiyordu. İslam dinine inananların, toplumu İslam dininin kurallarına göre yaşamaya zorlamaktan başka çaresi bulunmuyordu.

Amerika zaten AKP’yi Türkiye’de ordu tasallutunu yıkacak demokrat bir yapı olarak pompalıyordu ve esas derdi laik kesimlerin direncinin içeriden kırılmasıydı. Ergenekon ismiyle başlayan davalar serisi, ikna edilemeyenlerin kafasının alınması esprisi üzerine oturuyordu.

Türkiye sermaye sınıfının ise laiklik/şeriat ikilemiyle herhangi bir sorunu bulunmuyordu. Kendi yaşam tarzları şer-i düzen tarafından pek münasip görülmeyecek olsa bile, sermayelerinin zaten önemli kısmı dışarıdaydı ve kendilerini ömür boyu orada yaşatmaya yeterdi.

Sermaye sınıfı derin sömürüyü işçi sınıfına kader olarak kabul ettirecek en önemli ideolojik ve siyasal aygıt olarak dine sarılır.

Bu nedenle bizde AKP ile burjuvazi tencere kapak misalidir. Eğer Türkiye’nin politik iktisadı özelleştirme, kamunun yağmalanması, esnek üretim rejiminin yerleştirilmesi zeminine oturuyorsa, din bu politik iktisadın stratejik silahı olmak zorundaydı.

Türkiye kapitalizminin teknoloji dolayımıyla verimliliği artırma olanağı bulunmadığı, Türkiye bir kumarhane kapitalizmi olduğu için, din afyon olarak kullanılmalı, din siyaset, siyaset din olmalıydı.

ABD, sermaye sınıfı böyledir de, kendisine demokrat, liberal ve hatta solcu diyenlerin İslam ve AKP karşısındaki grogi halleri için ne denmelidir?

Hatadır, körlüktür ve şimdi yaşadıklarımız tümünü suratlarına vurmaktadır. Ancak ne yazık ki hepimiz yanıyoruz.

Emekçi sınıflarımızı dinle teslim almaya çalışıyorlar, şeriatla tehdit ediyorlar. Başka çareleri bulunmadığı için dozu giderek yükseltiyorlar. Bu pislikten ancak ideolojik, siyasi ve pratik manada dik durarak kurtulmak mümkün olabilir.

Bu mücadele esas olarak sokak mücadelesi değil, böyle algılamak en büyük hata olur.

Aydınlanmayı işçi sınıfının içine götürmek, işçi sınıfını Aydınlatmak ve Aydınlanmaya örgütlemek gerekir.

Dinin siyasallaşmasının sömürüye nasıl hizmet ettiğini; AKP sömürüsüne karşı mücadele edebilmek için birleşmek gerektiğini; bunun ümmet ya da millet olmakla değil, ancak sınıf olmakla mümkün olduğunu anlatmak. İşçi sınıfını toplumsal kurtuluş mücadelesine örgütlemek. İşçi sınıfına hayatın içinden seslenmek ve doğaüstü kuvvetlerin işçi sınıfının hayatındaki manasını azaltmak.

Kendisinde kaldığı sürece kimsenin inancına karışmayız, ama dinin toplum hayatına müdahalesine de izin vermeyiz.