Hastanelere Dikkat

Türkiye'de sağlık sistemiyle birlikte hastaneler de yapısal bir değişim geçiriyor. Bu değişim önemli derecede finansman yöntemiyle ilişkili.

Bundan 10-15 yıl öncesine kadar hastaneler genel bütçeden aktarılan kaynakla finanse ediliyordu. Son yıllarda ise genel bütçeden yapılan katkı yok derecesine indirildi. Hastane finansmanındaki bu değişim hastanelerin işletmeleştirilmesi açısından da önemli bir adım oluşturuyor.

Bu değişimle eş zamanlı olarak hastanelerde döner sermaye işletmelerinin kurulması gündeme geldi. Şimdi hastaneler özel ve kamu sigorta kurumlarıyla sözleşme imzalayıp hizmet satarak kendi gelirlerini kendileri elde etmektedir.

Genel bütçeden hastanelere aktarılan bütçe payı ile karşılanan harcama kalemi ise neredeyse yalnızca hekimlerin ücretleridir. Artık, diğer cari harcamalar ile yatırım harcamaları döner sermaye işletmelerinin gelirleri tarafından karşılanmaktadır.

Bunlarla bağlantılı olarak hekim dışı sağlık personeli de döner sermayeler tarafından istihdam edilmektedir. Bütün temizlik, mutfak, güvenlik personeli ve hemşireler ile laboratuar birimlerinde çalışanların yarıdan fazlası bu durumdadır.

Hekim dışı sağlık personelinin döner sermayeden istihdamında tercih edilen yöntem ise taşeronlaştırmadır. Bunun nedeni, hastane yönetimlerinin ve üniversite rektörlüklerinin, bu “niteliksiz” emek-gücünün idari sorunlarıyla uğraşmak istememeleridir. Artık değişik personel için değişik taşeron şirketler hastanelerde cirit atmaktadır.

* * *

Hekim dışı personelin özlük haklarıyla ilgili olarak artan sorunlar işte bu süreçle, taşeronlaştırmayla ilişkilidir. Örneğin, bu işçilerin iş güvencesi yoktur, taşeron şirket yılda birkaç kez isim ya da el değiştirerek işçilerin geçmiş yıllara ilişkin haklarını (kıdem tazminatı, yıllık izin, emeklilik, sigorta primi gibi) yakmaktadır, haklarını hukuksal yollarla aramaya çalışan işçiler tehdit edilmekte ve/veya işten atılmaktadır.

Bu tür sorunların sağlık işçileri arasında tepki doğurmaması olanaksızdı. Son birkaç yıldır bütün üniversite hastanelerinde bu tür tepkilerin arttığını görüyoruz. Hak gaspları konusunda hukuksal sorumlu esas işveren (yani hastane, üniversite yönetimleri) olsa da çoğu örnekte hastane yönetimleri de taşeron şirket patronuyla birlikte tutum almaktadır.

* * *

Bu noktada özellikle vurgulanması gereken nokta şudur: İşletmeleştirme-taşeronlaştırma modeliyle birlikte işçi sınıfının tam tabanında yer alan ve sağlık emekçilerinin diğer bölmelerinin hiç yaşamadıkları türden ağır sorunlar yaşayan geniş bir yeni işçi sınıfı yığını ortaya çıkmıştır.

Yakın geçmişte Devrimci Sağlık İş Sendikası bu gelişmeyi değerlendirerek bütün büyük kamu hastanelerinde örgütlenmeye başladı. Bu müdahalenin kimi eksikleri olsa bile önemli bir atılım olduğunu teslim etmek ve sürece destek vermek gerekir.

Ancak hastane işçi sınıfı yalnızca sendikalaşma açısından değil, aynı zamanda siyasallaşma açısından da örgütlenmeye muhtaç ve açıktır. Türkiye'de hep, solun işçi sınıfından kopuk olduğundan yakınılır. Bu, gerçek bir olgudur da. Ancak hastanelerdeki gelişmeler, Türkiye'de işçi sınıfını bulmak için, mutlaka çok uzaklara, kentlerin dışındaki sanayi havzalarına gitmeye gerek olmadığını da göstermektedir. Hastaneler kentin göbeğinde, üstelik emekçi sınıfların diğer bölmeleriyle her gün yakın temas halinde birer işçi sınıfı mekânıdır.

* * *

Bu yığınak siyasallaşma bakımından, eğer değerlendirilebilirse, kimi önemli avantajlara da sahiptir.

Bunlardan en önemlisi hastane işçi sınıfının, geniş bir ekip içinde, entelektüel kapasitesi, eğitim düzeyi ve kimi zaman da siyasal bilinci kendisinden daha yüksek diğer sağlık emekçisi bölmelerle birlikte çalışıyor olmasıdır. Daha öncesinde ciddi bir sendikal mücadele deneyimi biriktirmiş hemşireler ve hekimlerle taşeron işçilerin temasının sağlanması ortak bir sağlıkçı sınıf hareketinin yaratılması açısından yeni fırsatlar sunabilir.

Öte yandan, solun değişik bölmelerinin kadroları içinde sağlıkçı sayısının az olmadığını da biliyoruz. Hastanelerdeki bu büyük emekçi yığın sol açısından bu nedenle de büyük bir fırsat sunmaktadır.

Ancak burada fırsat olarak tanımladığım gerçeklik hakkıyla değerlendirilebildiğinde gerçekten fırsat olacaktır. Bu olanağa ciddiyetle yaklaşmak, solun işçi sınıfıyla iletişim kanallarını yeniden kurması, sınıfın içinde toplumsallaşması bakımından son derece geliştirici olabilir.