Emekçi insanın karakteri sosyalisttir

“Nereden çıktı şimdi?” denilebilir.

“İşçiler, emekçiler AKP’nin oy tabanı” diye itiraz edilebilir.

Dinin, milliyetçiliğin işçi sınıfını avucuna aldığına dair somut veriler sunulabilir.

Hepsine tamam.

Peki siz hiç “iş güvencem olmasın, patronumdur istediğini yapabilir, ülkemizin büyük sorunları var ücretimi düşürebilirler, vergileri artırabilirler, eşitsizlik ve adaletsizlik normaldir” diyen işçi gördünüz mü?

AKP’nin teslim aldığı, biat etmeyi değer haline getirmiş, “bir elin parmakları bile birbirinden farklı” bakışıyla yaşayan bir işçi tipolojisinin olduğu kesin.

Ancak o işçi bile, patronuyla ilişkisinin kendisine neye mal olduğunu anlatacak ve sömürü gerçekliğini hayatının içinden çıkardığı birkaç cümleyle tanımlayacak derecede vicdana da, kafa açıklığına da sahiptir.

Her işçi emeğinin karşılığını ve çalışma koşullarının insani biçimde düzenlenmesini ister. Hastalandığında gereken hizmeti alabilmenin en doğal hakkı olduğunu düşünür. Asgari ücretin yükseltilmesi gerektiğini savunur. Adaletsizliklere tepki duyar. AKP ne yaparsa yapsın kendi sempatizanı işçiyi dahi Binali’nin oğullarının Malta’da çevirdiği işler konusunda ikna edemez. Her işçi patronunun kendi emeği sayesinde zenginleştiğinin farkındadır. Emeğe saygı gösterilmesini talep eder, zora düşenle dayanışmayı en yüce değer görür. Var olan eşitsizlikleri ancak bir dereceye kadar doğal karşılar ve bu insanlık dışı düzen yaratanın inayetiyle anlamlandırılmaya kalkındığında belki ses etmez ama, içinden kim bilir neler geçirir.

Emekçi insan kendi yaşadığı sorunlar, kendi insani gereksinimleri, bu dünyada var olmanın tanımladığı ihtiyaç ve talepleri nedeniyle, kendiliğinden, doğal olarak, içten içe, öz itibariyle sosyalisttir.

Bu sömürü çarkının içinde birkaç seneyi tamamlayanlar, hiyerarşide yükselme, sınıf atlama isteklerini de yine kendiliğinden biçimde unuturlar. Zenginleşme, işçi sınıfının büyük ekseriyeti için üzerinde düşünmeye bile değmez derecede hayaldir.

Kapitalist sistem herkese sınıfını belletir. Hayat kaygısı, geçim sıkıntısı, ikinci işe mecburiyet, borçlar, faturalar, daha 10’lu yaşlarını tamamlamamış çocuğu işe sokuşturma telaşı, işçi sınıfının çoğunluğu açısından gerçeğin tam kendisidir.

Evet: Düzen de boş durmaz. Emekçileri piyasa ekonomisine bağımlı kılmak için bin bir çeşit kredi mekanizmasını devreye sokar, herkesi olabildiğince borca batırarak, itiraz edemeyecek derecede kendisine bağımlı kılmaya, halsiz düşürmeye, aklını ve kalbini kullanamaz hale getirmeye çalışır. Bağımlı zihinlere din ve milliyetçilik zerk eder.

Ancak bu saldırı emekçi insanın karakterindeki sosyalist özü ortadan kaldıramaz, emekçinin dünyasındaki doğruları değiştiremez. Dincilik ve milliyetçilik de bir biçimde eşitlik ve adalet değerlerine yaslanmak zorunda kalırlar. Emekçinin içinde, sömürüye karşı, hiç kimsenin yok edemeyeceği bir isyan vardır. Çünkü sömürülen kendisidir.

Emekçi yaşadığını bilir.

Kapitalist düzenin, isyan potansiyelini kontrol etmek için ürettiği maddi, siyasal, ideolojik mekanizmalar varsa da, rahatsızlık zeminini yok etme kapasitesi hiç yoktur.

Ama yine, “işçiler de AKP’nin oy deposu” denilmesin.

Öyle olacaklar tabi.

Herkes günlük hayatını kurtarmaya, yaşamaya çalışıyor. Buna kim, hangi gerekçeyle itiraz edebilir? Kim bu güdüleri haksız bulabilir? Ve bu güdüler kimi dönemlerde tamamen bencil bir görüntü kazanıyorsa bu durumdan kim emekçiyi sorumlu tutabilir?

Emekçinin kendisini sömürene bağlanmasının üç nedeni var: 1- Sömüren patronla düzen arasında ilişki kuramaması. 2- Kursa bile, başka bir düzenin mümkün olduğunu bilememesi. 2- Bilse bile, o düzenin olanaklar dahilinde olduğunu görememesi.

Bu üç sorunun çözümü de emekçiyle ilişkiyi ve düzene siyasi ve ideolojik araçlarla dolayımsız şekilde yüklenmeyi gerektirir.

Sömürü düzeninin devamını, sömürülenin sömürücüsüne hayranlığını, sömürülenin yetersizlik ve duyarsızlıklarıyla açıklayanlar ise değişim olanağını daha baştan ellerinin tersiyle bir tarafa atmış ve işçiyi satan siyasi parti ve sendika gerçekliğini de karartmış olurlar.

Önce emekçiyle konuşacağız, dinleyeceğiz, sorunlarını bileceğiz, o sorunlar çevresinde, yani hayatın içinde somut sonuçları gözeten bir birlik örgütleyeceğiz ve aynı anda da bu birliği sömürüsüz bir dünya için ileri bir aşamaya taşıyacağız.

Ayrıca hiç unutmayacağız: Günümüz toplumsal gerçekliğinin bütün sorunlarını kapitalizm yarattı ve o sorunların bir tanesini bile çözme kapasitesine kesinlikle sahip değil. Üstelik sorunlar kapitalizmin kendi genetik yapısı nedeniyle daha da derinleşecek.

 O halde istikrarlı biçimde o büyük kapışma anına hazırlanacağız.