Dinin Siyasallaşmasıyla Mücadele

İmam Hatip Liseleri'ne üniversite girişte uygulanan katsayı sınırlamasının kaldırılması Türkiye'de siyasal İslam'ın bir aşamayı daha geride bıraktığının göstergesidir.

Türkiye, şimdi artık, imam cumhuriyetine eskisine göre daha yakındır.

* * *

Halen böyle düşünüldüğü için dikkat çekmek zorundayız: İmam Hatip Liseleri'nin açılma gerekçesi camilere imam yetiştirmek değildir. Öyle olsaydı, insan-gücü planlaması yapılarak cami ve imam gereksinimi hesaplanır, okul kontenjanları da böylece belirlenirdi. Şu anda ise bu liselerdeki öğrenci sayısı imam gereksiniminin çok üzerindedir ve camilerin değil, devlet kurumlarının başına geçmek üzere imam yetiştirilmektedir.

İmam Hatip Liseleri çocukları dini dünya görüşüyle yetiştirmek amacına hizmet eden kurumlardır. Bu halleriyle anayasada belirlenmiş laik eğitim ilkelerine aykırı bir fiiliyatta bulundukları da açıktır.

Bu yalın gerçeği dile getirmemenin, katsayı uygulamasının eğitim hakkını sınırlamak olduğunu belirtmenin, İslamcı hükümetin amacını desteklemekten başka anlamı yoktur.

Bu konu, katsayı sınırlamasının getirildiği geçmişte de hatalı biçimde ele alınmıştı. Yapılması gereken, en azından, kontenjanları imam gereksinimiyle sınırlamaktı. Katsayıyla, eğitimdeki dincileşmenin önü dolaylı yollardan kesilmeye çalışılmış, ancak hiç başarılı olunamamıştır.

* * *

Bütün bunlar ülkemizde laisizme ve sekülerizme yönelik saldırılarla nasıl mücadele edilebileceği noktasında dikkatle düşünmemizi gerektiriyor.

Bugün, inançların güvenceye alınması açısından en riskli noktalardan birisi dini eğitimin yaygınlaşması ve bunun da inanç özgürlüğü olarak savunulması ya da hoş görülmesidir. Daha da kötüsü din(i) eğitimin(in) sivilleştirilmesidir. Açık biçimde görülmektedir ki, din eğitimine şu ya da bu biçimde el atan her kurum İslam'ın siyasi kadrolarını yetiştirmektedir.

Burada dinin karakteriyle ilgili bir gerçeği görmek zorundayız: Din birey düzlemiyle sınırlı bir inanç sistemi değildir. Din bireylere belli değerleri ve bunlarla bağlantılı olarak belli bir yaşam tarzını önerdiği, bunlara uymayanlar için ceza ve yaptırımlar içeren kurallar koyduğu için böyledir bu. Açık söylemek gerekirse, din bir toplumsal düzen önerir, bunun peşinde koşar, takipçisi olur. Sınırlayıcı önlemler alınmadığı taktirde, bireyin çok ötesinde, bütün toplumu sarıp sarmalayan, kesin sınırları olan bir yaşam tarzının giderek yayılmasının, yerleşmesinin nedeni de dinin bu yapısıdır.

Avrupa'da sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan laisist, aydınlanmacı gelişmelerin yaptığı şey aklı dışlayan bu yönetim sistemini, siyasal iktidar biçimini sınırlandırmak, geriye püskürtmek, ibadethanelere sıkıştırmak olmuştu. Yeniden belirtelim: Dinin bunu kabul etmesi yapısı gereği olanaklı değildir.

* * *

Bütün bu nedenlerle, bugün İslam'ın bir iktidar olarak etkinliğinin daha da artmasını engellemek için laisizmi hukuksal olarak savunmak (bunu yapmak için elimizde bulunan yasal olanakların daha ne kadar geçerli olacağı konusu da şüphelidir) yetmeyecektir. Bunun nedeni İslam'ın toplumsal yaşama ve devlet örgütlenmesine geniş olarak sızmış, yerleşmiş, yönetimi eline geçirmiş ve dini kalıplara göre düşünmeyenlerin düşünce ve inanç sistemlerini zorunlu olarak tehdit eden dini yaşam tarzının özgürlükler alanı içinde savunulmaya başlanmış olmasıdır.

Oysa özgürlükleri garanti eden laisist ve seküler düzenlemelerdir ve fırsat bulduğunda kendi kurallarını diktatoryal tarzda dayatan siyasal İslam olacaktır.

Şimdi son noktaya gelebiliriz: Bugün artık laisist politika fazlasıyla savunmacıdır ve kendi mevzilerinde tutunmak bakımından da umutsuz bir noktadadır. O nedenle aydınlanmacı karşı bir saldırının başlatılması zorunludur.

Siyasal bir bağlam içine yerleştirilmek koşuluyla edebiyat, roman, şiir, sinema kullanmamız gereken önemli araçlardır. Yetmez, dayanışma ağlarını geliştirmek, kentlerde, ilçelerde, mahallelerde kültür evleri açmak, kısaca yaşamı akıldan, bilimden, özgürlükten, eşitlikten, yaratıcılıktan, yani insandan yana geliştirmek için her olanağı değerlendirmek gerekir.

Bu noktada siyasetle ilgili daha güçlü bir vurgu yapmalıyız. Çünkü siyaset olmadığı takdirde saydıklarımız araçların tümü hedefsiz kalır. Vurgu “ya davulcuya ya zurnacıya” deyişindeki gibi bir şeydir: Günümüzde sol siyasetle tanıştırılmamış gençlerin başına gelebilecek üç şey vardır: Depresyon, uyuşturucu ya da cemaat yaşamı. Ailelerin bir de bunun farkında olmasını sağlamalıyız.