Dinci bloğun sefaleti

Çatışma, bir yandan kişilik, ahlak, feraset düzeylerini, bir yandan da entelektüel kapasitelerini açığa çıkardı.

Boğazlaşma şimdilerde Kur’an referansıyla sürüyor. Kur’an birbirlerinin foyasını ortaya çıkarmak için kullanılıyor.

Bunu dinci tahakküm rejimlerini korumak gayretiyle yaptıkları açık.

Ancak işin içinde sanki bir hayret durumu da söz konusu: “Hepimiz dindarız, nasıl oluyor da böyle oluyor ?” şaşkınlığı.

Kedilerin, ummadıkları biranda karşılaştıkları bir olayda yüzlerine oturan ifadeyi bilirsiniz. İşte öyle. Gerçi kediler neredeyse hep o yüz ifadesine sahiptirler. Bıyıklarından mı nedir ?

* * *

Hüseyin Gülerce yılın ilk yazısında bir feryatla dua ediyor. Başlığı da anlamlı ve bir o kadar da çıkarcı: “Rüzgarımızı Kesme Allah’ım”. Siz kimsiniz ve neden iltimas talep ediyorsunuz ?

Yazının bir bölümü şöyle: “Ey iman edenler ! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı ? İşte bundan tiksindiniz ! Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Hucurat, 12, Diyanet İşleri Başkanlığı)

Gerçekten derin bir çaresizlik halinin dışa vurumu. Demek ki yaşadıkları ölü kardeşinin etini yemek düzeyinde.

* * *
Bütün tek tanrılı dinler sınıflı toplumların ürünüdür. Sınıflı toplum yapısını olduğu gibi kabul ederler, o yapı içinde ve yapının kabulünü hedefleyen birleştirici bir ideolojik çerçeve oluşturmaya çalışırlar. Korkutma ve tehdit o ideolojik çerçevenin en önemli unsurlarıdır.

İdeoloji, dünyevi zenginliklerin tek yaratıcısı olan insanın kolektif gücünün küçümsenmesine ve bunun karşısında, düzenleyici, baskılayıcı, dışlayıcı, gerçekliği örten doğa üstü bir gücün inşasına dayanır.

Bu sürecin en iyi şekilde Caudwell’in şu satırlarında betimlendiğini düşünürüm: “Çok gelişmiş bir tarım uygarlığında piramidin tepesinde bir tanrı-kral meydana gelir ve bütün toplumsal gücü elinde toplar görünür. Kölenin kendisi ise, tanrı-kralın elinde tuttuğu toplumsal emeğin gücüyle karşılaştırılırsa pek küçük görünür. Birlik halinde köle, çok büyük bir gücü, piramitleri kurma gücünü elinde tutmaktadır. Fakat bu güç, köleye kendi gücü gibi gelmez, o gücü yöneten tanrı-krala aitmiş gibi görünür. Bundan dolayı da köle kendi ortak gücü önünde küçülür, tanrı-kralı tanrılaştırır, tüm yönetici sınıfa kutsal gözüyle bakar.”

* * *

Dinler yukarıda tanımlanan nesnellik içinde ortaya çıktılar. Bugün yine bir sınıfsal nesnellik, kapitalist üretim ilişkileri, onun emperyalist organizasyonu, sermayenin birikim ve merkezileşme düzeyleri, Türkiye’nin emperyalist hiyerarşi içindeki konumlanışı, yani piyasacılık-Amerikancılık gibi fani kavramlar, dini kuşatıp, kullanıyor.

İslam’ın değerleri, işte böyle bir belirlenim içinde işlev görüyorlar.

Kapitalist nesnelliğin gücüne karşı İslamcıların ve İslam’ın direnme şansı bulunmuyor. Dinci yazarların, düşünürlerin, bugün tutuştukları kavganın da, şaşkınlıklarının da nedeni, dünyamızı 1500 yıl öncesinin düşünsel referanslarıyla düzenlemeye kalkmış, o referansları kendileri gibi düşünmeyenlere de dayatmış olmalarıdır.

Suçluydular ve şimdi projelerinin çökmesi karşısında rezil, çaresiz durumdalar ve korku dolular.

* * *

Samimiyet mi ?

En azından,

Haram kazanca değil, kara karşı çıkmayı,

Herkesi, kendi inançlarıyla kabul etmeyi, yani dinin siyasallaştırılmasına, siyasetin dincileştirilmesine itiraz etmeyi, yani (örneğin) birbirlerini uyarmak için bile dualı yazılar yazmamayı,

Adaletsizlikleri, ucu kendine dokunduğunda değil, ilk anda ifşa etmeyi,

Fitre ve zekat ekonomisinin toplumsal eşitsizlikleri ancak örtmeye yarayabileceğini kabullenmeyi gerektirir.

Sermaye düzeninde düzen inşasına soyunan din, ancak sömürü, eşitsizlik, adaletsizlik, ahlaksızlık düzenini inşa eder.